İMAR PLANLARI, PLAN DEĞİŞİKLİKLERİ VE PLAN REVİZYONLARINA KARŞI DAVA AÇMA SÜRESİ

İmar planı,  plan değişiklikleri ve plan revizyonlarına karşı menfaati ihlal olunanların başvuracağı yargı yolu idari yargı yoludur. İdari yargı yolunda dava açma süresi kamu düzenine ilişkin olduğundan dolayı bu durum yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürebileceği gibi mahkeme de re’sen bu durumu inceler. Dava açma süresi geçmişse dava süre aşımından dolayı reddedilir. Bundan dolayı imar planlarından dolayı menfaati ihlal edilmiş olduğu iddiasında bulunan kişiler bu süreye azami dikkat etmeleri gerekir. Konunun boyutlarının anlaşılması için iç hukuktaki ve uluslararası hukuk boyutunun ayrı ayrı incelenmesinde fayda vardır.

İç Hukuk’ta Düzenlenmiş Şekli:

  1. İmar Planlarına İlişkin Dava Açma Süreleri:

İmar planı,  plan değişiklikleri ve plan revizyonlarına karşı idari yargıda açılacak davanın hangi süre içerisinde açılacağına dair İmar Kanunu’nda bir düzenleme bulunmamaktadır. Özel bir kanun mahiyetinde olan İmar Kanunu’nda dava açma süresi düzenlenmediğinden dolayı İmar planı,  plan değişiklikleri ve plan revizyonlarına karşı açılacak davalar İdari Yargılama Usul Kanunu’nda ki genel dava açma süresine tabi olacaktır.

  1. İdari Yargı’da Genel Dava Açma Süreleri:

İdari Yargılaması Usul Kanunu madde 7/1 de genel dava açma süresi Danıştay ve İdare mahkemelerin de 60 gün Vergi mahkemelerinde 30 gün olarak düzenlenmiştir. Kısaca İYUK olarak bilinen bu kanunda düzenlenmiş olunan dava açma süresinin başlangıç tarihi de şüphesiz gözden kaçırılmaması gereken önemli noktalardan biridir. İYUK’un dava açma süresi kenar başlıklı 7/2. maddesine göre idari uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı günü izleyen günden itibaren başlar. Burada da yazılı tebligatın yapıldığı gün hesaba alınmaz. Dava açma süresinin başlayabilmesi için idari uyuşmazlığa ilişkin tebligatın usulüne uygun olarak yapılmış olması gerekir. Bu tebligat İYUK’un Tebliğ işleri ve ücretler kenar başlıklı 60. Maddesine göre tebligat kanunu hükümlerine göre yapılması gerekir. İYUK’un İdari davaların açılması kenar başlıklı 3/2.c maddesinde; Davaya konu olan idari işlemin yazılı bildirim tarihinin de dilekçeye yazılmasını kanun koyucu zorunlu hale getirmiş olması tebligatının önemine de işaret mahiyetindedir. Bu tarihinin yazılmamış olması dilekçenin reddi sebebi olduğunu hatırlatmakta fayda var.

İYUK’un dava açma süresi kenar başlıklı 7/4 maddesine göre; “İlanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresi, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlar. Ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililer, düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilirler. Düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olması bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmaz.” şeklindedir.

Metinde de anlaşılacağı üzere ilanı gerektiren genel ve düzenleyici işlemler de dava açma süresi ilanın son gününden sonra 60 günün geçmesi ile dava açma süresi bitmiş olacaktır. Bu tarihten sonra açılacak dava süre aşımından dolayı reddedilecektir.

  1. Genel Kuralın Bir İstisnası:

Kanun koyucu ilanı gerektiren genel ve düzenleyici işlemlerin tebliğ usulüne uygun genel kuralı koyduktan sonra fıkranın son kısmına bir istisna koymuştur. Genel ve düzenleyici işlemlerin uygulanması üzerine menfaati ihlal olunmuş kişiler düzenleyici işlem veya uygulanan işlem veya her ikisi aleyhine iptal davası açabilirler. Düzenleyici işlemin daha önce iptal edilmemiş olması bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmaz.

3194 sayılı yasanın  “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” kenar başlıklı 8/b maddesinde;

“b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. (Ek cümle:14/2/2020-7221/6 md.) Planlar, plan değişiklikleri ve plan revizyonları; kayıt altına alınmak ve arşivlenmek üzere Bakanlıkça oluşturulan elektronik ortama yüklenmek ve aynı sistem üzerinden Plan İşlem Numarası almak zorundadır. Planlar, belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. (Yeniden düzenleme dördüncü cümle: 12/7/20136495/73 md.) Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eş zamanlı olarak ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar” denilerek imar planları, plan değişiklikleri ve plan revizyonları belediye meclisince onandıktan sonra belediyenin belirlediği ilan yerlerinde ve ilgili idarenin internet sayfalarında yayınlanır. Söz konusu düzenlemeye göre imar palanına ilişkin dava ilan tarihinden itibaren bir aylık süre geçtikten sonra 60 gün içinde dava açılması gerekir. Bu süre geçtikten sonra açılacak davalar süre aşımından dolayı reddedilecektir.

İmar planı,  plan değişiklikleri ve plan revizyonlarına karşı dava açma süresini kaçırmış olunan menfaati ihlal olunmuş kişiler;  İmar planı,  plan değişiklikleri ve plan revizyonlarına dayalı olarak idarece bir uygulama işleminin yapıldığı gördüğü veya öğrendiği tarihten itibaren 60 gün içerisinde uygulama işlemine ve bu işlemin dayanağı olan düzenleyici işleme karşı ayrı ayrı veya birlikte dava açabilirler. Derece mahkemeleri bu durumu çoğu zaman gözden kaçırıyor olsa da gerek Danıştay ve gerekse de Anayasa mahkemesi IYUK madde 7/4’ün son iki cümlesini adil yargılama ilkesinin bir unsuru olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında yorumlayarak bireyin mülkiyet hakkının korunmasına vesile olmaktadır. 

  1. Anayasa ve Anayasa Mahkemesi Kararları Işığında İstisnanın uygulanması:

Anayasa Mahkemesinin 11/4/2012 tarihli ve E.2011/18, K.2012/53 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“… Kanun’un tespit ve tescil başlıklı 7. maddesinde korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve doğal sit alanlarının tespitinin Kültür ve Turizm Bakanlığının koordinatörlüğünde yapılacağı ve bu tespitlerin koruma bölge kurulu kararı ile tescil edileceği öngörülmüştür. Ancak bu tespit ve tescilin maliklere tebliği öngörülmemiştir. Maddenin ilk halinde maliklere tebliğ de öngörülmüşken 17/6/1987 tarih ve 3386 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle tebliğ zorunluluğu ortadan kaldırılmıştır.

Kanun, Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararlarının Resmî Gazetede yayımlanmasını zorunlu tutmakla birlikte koruma bölge kurulları kararları için böyle bir yayım zorunluluğu öngörmemiştir. Alınan kararların ilgili herkesin bilgisine sunulmaması nedeniyle ulaşılabilirlik ve öngörülebilirlik açısından sorunlar çıkması kaçınılmazdır. Hem tescil kararının tebliğ edilmemesi hem de koruma bölge kurulu kararlarının ilgililere duyurulmasını güvence altına alacak bir yasal hükmün bulunmaması karşısında itiraz konusu kurallarda belirtilen cezai yaptırımların bireyler açısından öngörülebilir olmadığı ve suçların kanuniliği ilkesine uymadığı açıktır…”

Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

Anayasa Mahkemesinin Bülent Silkü, B. No: 2020/2418, 15/11/2023) kararında ayrıntılı bir şekilde dile getirmiş olduğu gibi Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa’nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme’yi yorumlayan AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (AYM, Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (AYM, Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

 Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir. (AYM, Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

 Somut olayda başvurucu tarafından açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle uyuşmazlığın esasının incelenememesinin mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır. (AYM, Bülent Silkü, B. No: 2020/2418, 15/11/2023, &38)

Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmından anlaşılacağı üzere;

“Temel hak ve hürriyetler, … yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, … ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir ((AYM, Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (AYM, Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu kapsamda mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (AYM, Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmuştur. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması şartıyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut şartların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

 Ölçülülük ilkesi, öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını ve bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Öngörülen tedbirin kişiyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin ölçülü olduğundan söz edilemez (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2015/101, 12/11/2015; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38). Müdahalenin ölçülülüğü değerlendirilirken ilgili yasal düzenlemelerle birlikte somut olayın koşulları ve başvurucunun tutumu da gözönünde bulundurulmalıdır (Ahmet Ersoy ve diğerleri, B. No: 2014/4212, 5/4/2017, § 50).

 Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an da mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66).

 Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi şüphesiz derece mahkemelerine aittir. Derece mahkemesi bu görevi yerine getirirken vatandaşın  mahkemeye erişim hakkına etkisine dikkat etmelidir.  Dava açma süresinin henüz dava hakkının doğmadığı ya da hak sahibinin dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut şartlar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (AYM, Bülent Silkü, B. No: 2020/2418, 15/11/2023, &38)

  1. Danıştay Kararları Işığında İstisnanın Uygulanması:

Danıştay ise 2863 sayılı Kanun kapsamında ilan edilen tescil kararları ile ilgili başvurunun idarece reddedilmiş olması hâlinde 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca idareye tekrar başvurulmasına ve başvurunun reddi hâlinde ret işlemine karşı dava açılmasına bir engel olmadığını belirtmiştir. Danıştay içtihadına göre her yeni başvuru üzerine idarece tesis edilecek işlem için 2577 sayılı Kanun’un 7. maddesinde öngörülen altmış günlük süre içinde dava açılması mümkündür (bkz. § 21, 22 ve 23; Danıştay Ondördüncü Dairesinin 6/11/2012 tarihli ve E.2011/15162, K.2012/7461; 17/4/2014 tarihli ve E.2012/7043, K.2014/4817; 24/5/2015 tarihli ve E.2013/1036, K.2015/1328 sayılı kararları).

Kaldı ki imar planına karşı açılacak iptal davasının süresi kaçırılmış olsa dahi, o imar planı dayanak alınmak suretiyle bir uygulama işlemi tesis edildiği vakit, geçmiş olan dava açma süresinin yeniden canlanması mümkündür. Uygulama işleminin geçmiş olan dava açma süresini ihya edebilecek nitelikte olabilmesi için uygulama işlemine karşı açılan davanın, yasal süresi içerisinde açılmış olması gerekmektedir.

Danıştay Ondördüncü Dairesinin 6/11/2012 tarihli ve E.2011/15162, K.2012/7461 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“..Anayasal güvence altındaki temel hak ve özgürlüklerden olan mülkiyet hakkının kullanılabilmesi için, ilgililerin, gerekli işlemin yapılmasını idareden her zaman isteyebilecekleri açıktır. Bu durum mülkiyet hakkının zaman ötesi niteliğinden kaynaklanmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin 10.04.2003 günlü, E:2002/112, K:2003/33 sayılı ve 17.03.2011 günlü, E: 2009/58, 2011/52 sayılı kararlarında da bahsedildiği üzere, hukukun genel ilkelerinden birisi de mülkiyet hakkının zaman ötesi niteliği, başka bir anlatımla mülkiyet hakkının zamanaşımına uğramamasıdır. Mülkiyet hakkının bu niteliğinden dolayı, bu hakkı ilgilendiren konularda gerekli işlemin yapılması isteminin idarece reddedilmiş olması halinde, aynı konuda 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca idareye tekrar başvurulmasına ve başvurunun reddi halinde ret işlemine karşı dava açılmasına bir engel bulunmamaktadır. Her yeni başvuru üzerine idarece tesis edilecek işlem için 2577 sayılı Yasanın 7. maddesinde öngörülen 60 günlük süre içinde dava açılması mümkündür.

Bu durumda; davacının mülkiyet hakkını ilgilendiren bir konuda işlem yapılması istemiyle 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca yaptığı en son başvurusunun reddi üzerine süresinde dava açıldığı dikkate alındığında, daha önceden aynı konuda yaptığı başvuru tarihinde işlemden haberdar olduğu gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin temyize konu Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir…”

Danıştay Ondördüncü Dairesinin 24/5/2015 tarihli ve E.2013/11036, K.2015/1328 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“… Her ne kadar, Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının ve Sitlerin Tesbit ve Tescili Hakkında Yönetmeliğin 8/1. maddesinde yer alan; taşınmazların sit alanı olarak belirlenmesine ilişkin olarak alınmış kurul kararlarının ilan tahtalarına asılmak, belediye hoparlörüyle duyurulmak, köy muhtarlığına bildirmek ve internet sitesinden yayımlanmak suretiyle ilan edileceğine ilişkin hüküm uyarınca, taşınmazların birinci derece doğal sit alanı kapsamına alınmasına ilişkin Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 25/01/2012 günlü, 395 sayılı kararı, 07-14-21/02/2012 tarihinde belediye ses yayın cihazı ve kaymakamlık ilan tahtasında asılarak tebliğ edilmiş sayılmış ise de; dava konusu kararın, belirli taşınmazların birinci derece doğal sit alanı olarak belirlenmesine ilişkin bulunması nedeniyle, taşınmaz sahipleri için subjektif ve kişisel işlem olması, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda bu işlemlerin ilan edileceğine ilişkin olarak bir düzenlemenin bulunmaması, sadece Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının ve Sitlerin Tesbit ve Tescili Hakkında Yönetmelikte düzenlemeye yer verilmesi ve Anayasanın idarenin işlemlerinden dolayı açılacak davalarda sürenin yazılı bildirim tarihinden başlayacağı hükmü karşısında, ilan tarihinin dava açma süresine başlangıç tarihi kabul etmeye olanak bulunmamaktadır.

Bu durumda; dava konusu işlemin, bireysel olarak davacıya tebliğ edildiğine ya da dava dilekçesinde belirtilen öğrenme tarihinden önce, davacı tarafından işlemden haberdar olunduğuna ilişkin herhangi bir bilgi ve belgenin bulunmaması karşısında, dava dilekçesinde belirtilen öğrenme tarihine göre süresinde açılan davanın esasının incelenmesi suretiyle karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir…”

Danıştay Altıncı Dairesi’nin 2007/3824 E., 2009/3133 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

”Dosyanın incelenmesinden, dava konusu imar planının 15.05.2006-15.06.2006   tarihleri arasında ilan edildiği, askı süresi içinde davacı tarafından plana itiraz edilmediği, uyuşmazlık konusu taşınmazda inşai faaliyette bulunulması üzerine, imar planında ilköğretim okulu alanında kalan taşınmaza ilişkin imar planı değişikliğinin uygulanmasına dair inşai faaliyeti 17.10.2006 günü öğrenen davacı tarafından 20.10.2006 tarihinde bakılan bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, uyuşmazlık konusu planın uygulama işlemi niteliğinde olan inşai faaliyete başlama işleminin öğrenilmesi üzerine süresinde dava açıldığından, İdare Mahkemesince işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken  davanın süre yönünden reddine karar verilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, Çorum İdare Mahkemesince verilen 11.01.2007 günlü, E:2006/2033, K:2007/29 sayılı kararının BOZULMASINA,  dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine 27.03.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.”

Danıştay 6. Dairesi 11.03.2002 tarihli ve 2001/767 E., 2002/1396 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Dosyanın incelenmesinden, 2577 sayılı Yasanın 10.maddesi kapsamında idari davaya konu olabilecek bir işlem tesisi için 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliği istemiyle davalı idareye 20.1.2000 tarihinde başvuruda bulunulduğu, cevap verilmemesi üzerine dava açma süresi içinde zımni ret işleminin iptali istemiyle bu davanın açıldığı, her ne kadar 1992 yılında da plan değişikliği istenilmişse de, son başvurunun, 2577 sayılı Yasanın 10. maddesi kapsamında bir idari işlem tesisi için yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, idare mahkemesince, davacının 20.1.2000 tarihli başvurusunun 1992 yılındaki başvurusuyla aynı nitelikte kabul edilerek, taşınmazın imar planında yeşil alandan çıkarılarak yapılanmaya açılması yolundaki başvuruya cevap verilmeksizin oluşan ret işlemine karşı açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddinde isabet görülmemiştir…”

  1. Uluslararası Hukuk
  2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar… konusunda karar verecek olan, … bir mahkeme tarafından… görülmesini isteme hakkına sahiptir…”

  1. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

 Sözleşme’de açıkça yer almasa da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkını adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olarak nitelendirmektedir (Roche/Birleşik Krallık [BD], B. No: 32555/96, 19/10/2005, § 117; Stanev/Bulgaristan [BD], B. No: 36760/06, 17/1/2012, § 229). AİHM, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini vurgulamaktadır (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36).

 Bununla birlikte AİHM; dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesini, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereği olarak kabul etmekte ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmayacağını belirtmektedir (Perez de Rada Cavanilles/İspanya, B. No: 28090/95, 28/10/1998, § 45). Ne var ki öngörülen süre şartlarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamaları söz konusu olduğunda mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinin kabul edilmesi gerektiği değerlendirilmektedir (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, § 35).

İmar planı,  plan değişiklikleri ve plan revizyonlarına karşı açılacak davanın hangi sürelerde açılması gerektiğini iç hukuk, uluslararası hukuk, Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yerleşik kararları doğrultusunda yaptığımız izahlardan çıkarılması gereken sonuç İmar planı,  plan değişiklikleri ve plan revizyonlarına karşı açılacak davanın dava açma süresinin tebliğ ve ilanın son gününden sonra ki 60 gün olduğunu, istisna olarak ta  İmar planı,  plan değişiklikleri ve plan revizyonlarına dayalı uygulama işlemlerinin yapılması halinde uygulama işlemi ve dayanağı olan düzenleyici işleme karşı birlikte veya ayrı ayrı 60 günlük süre içerisinde iptal davalarının açılabileceğidir.

                                                                                                                                                   Av. Emrullah BEYTAR

TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVALARI

Tapu iptali ve tescil davası kanunda özel olarak düzenlenmemekle beraber ne tür durumlarda açılacağı da sınırlı olarak sayılmamakta, mevzuatımızda yer alan hükümlerden hareketle yargı kararlarıyla ve önemli çalışmalarla belirlenmektedir.  Tapu iptali ve tescili davası, mülkiyet hakkına ilişkin bir davadır. Taşınmazlar üzerindeki mülkiyet iddiaları günümüzde hukuken büyük bir önem taşımaktadır çünkü buna bağlı birtakım davaların açılması halinde hak ve alacak talepleri söz konusu olmaktadır.

Bir taşınmaz mülkiyetinin olağan yollarla kazanılabilmesi için taşınmazın tapuda tescil işlemlerinin yapılması ve devir işlemlerinin tamamlanması gerekmektedir.  Tapuda gerçekleştirilecek tescil için geçerli bir hukuki sebep ve taşınmaz malikinin tescil talebinin bulunması şarttır. Taşınmaz mülkiyetinin kazanımı kural olarak tarafların iradi yaklaşımıyla mümkündür. O halde malik devir işlemine yanaşmamış veya taşınmazın başka biri adına tescili tarafların iradesi doğrultusunda değil de başka makamların talimatıyla cereyan etmiş, geçerli bir hukuki sebep yok yahut hukuki sebep tescil sırasında yanlış kayda geçirilmiş ise mahkemenin vereceği karar bağlamında tapu müdürlüğü, taşınmaz ile ilgili işlemi gerçekleştirmektedir. Mahkemenin vereceği karar ise açılacak olan Tapu iptali ve tescili davası ile mümkün olabilmektedir.

Tapu iptal ve tescili davası; hukuksuz ve usulsüz olarak düzenlendiği öne sürülen bir tapu kaydının, hukuki şartlara ve esaslara uygun bir hale getirilmesi ve tapudaki kayıtların gerçek hak sahibi lehine düzeltilmesini sağlayan, görevli mahkemede açılan bir gayrimenkul hukuku davası türüdür. Bu şekilde tapudaki tescil hükmü mahkeme kararı ile değiştirilmekte ve taşınmazın mülkiyeti de mahkeme kararı ile kazanılmaktadır. Bu davanın açılma temeli birçok farklı hukuki sebebe dayanabilmektedir. Örnek olarak; muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı, ehliyetsizlik ve iradeyi sakatlayan hallere dayalı, aile konutu niteliğine dayalı, sahte belgeye dayalı, vekâlet görevinin kötüye kullanılmasına, önalım hakkına, inançlı işlem nedenine, harici satım sözleşmesine, ölünceye kadar bakma sözleşmesine, taşınmaz satış vaadi sözleşmesine, zilyetliğe ve zamanaşımına dayalı tapu iptal ve tescil davaları verilebilmektedir. Her bir hukuki neden, tapu iptali ve tescil davalarının nasıl açılacağı, kime karşı açılacağı, hak düşürücü ve zamanaşımı sürelerinin ne kadar olacağı konusunda farklılıklar gösterebilmektedir. 

Çalışmamızın devam eden bölümlerinde bu dava türünün hukuki sebeplerin çokluğu, çeşitliliği, fazlaca teknik ve usuli işlemlerden oluşması, uzun dava süreçlerini barındırması, neticesi itibariyle de malvarlığında önemli değişiklikler meydana getirmesi, hak kayıplarına yol açmasının mümkün olması gibi nedenlerle usulüne ve esasına yönelik bilgilere detaylıca yer verilerek her bir hukuki sebep, teorik ve uygulamaya dönük bir biçimde aktarılmaktadır.

Tapu iptali

İlk olarak, tapu iptalinin kavranıp tescil ile birleşiminden oluşan davanın amacını ortaya koymak çalışmamız bağlamında daha isabetli görülmektedir. Tapu iptali, ilgili tapu davasının iptal edilmesi ve tapu kaydının silinmesidir. Tapu kaydının silinmesine yönelik olan iptal işleminde öncelikli olarak mahkemeye başvuru yapılması gerekmektedir. Tapu iptali ile yasal olmayan ve müfredata uymayan her tapu iptal edilebilmektedir. Tapuların doğruluğunun kanıtlanması için ise yine mahkemeye başvuru yapılması gerekmektedir. Mülkiyet hakkının korunması adına düzenlenen yasalar gereği, haksız bir şekilde tapu kaydı yapılması durumunda mahkemeye verilmesi, iptalinin istenmesi (YHGK, 30.5.2001, 2001/1-464 E., 2001/470 K.: “Medeni Kanun mülkiyet hakkının doğumunu sebebe (illiyet) bağlı bir hukuki işlem olarak kabul etmiştir. Medeni Kanun’un sistemine göre, tescilin geçerli olabilmesi ve mülkiyet hakkının doğması için geçerli bir hukuki sebebe dayanması zorunludur. Geçerli bir hukuki sebebe dayanmayan tescil işlemi yolsuz tescil niteliği taşır ve her zaman iptali istenebilir.”) ve kararın mülkiyet hakkı sahibi kişinin lehine sonuçlanması mümkün bulunmaktadır.

 

Tapu iptali, taşınmaz mallar için geçerli olan bir süreçtir ve yasal olmayan her tapu için iptal ve tescil davası açılabilmektedir. Kamuya açık olan tapu kayıtlarını herkes görebilmekte ve inceleyebilmektedir. Eğer usule ve kanuna aykırı olarak bir tapu kaydı yapılmış ise o kaydın iptali amacı ile kendi menfaati olan herkes tapu iptal davasını açabilmektedir.

Tescil

Tescil, tapu siciline kayıtlı bir taşınmaz üzerinde ayni hak kurulması, mevcut bir ayni hakkın kapsamının değiştirilmesi, devri veya ortadan kaldırılmasını ifade ettiğinden tapu siciline yapılan her türlü kaydı kapsamaktadır. Medeni Kanun m. 1021“kurulması kanunen tescile tabi ayni haklar, tescil edilmedikçe varlık kazanamaz.” hükmü ile ayni hakların kurulması, kapsamının değiştirilmesi, devri ve bu doğrultudaki işlemleri ilke olarak tapu siciline yapılacak tescil işlemine bağlı tutmaktadır. Bir hakkın geçerli olabilmesi için tescil etmek, tapu sicili açısından temel kurallardan biridir. Gayrimenkul üzerinde kurulan haklar, tutulan tapu sicilleri üzerinden belirlenmektedir. Medeni Kanun m.705/2, ‘‘Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır.’’ gibi istisnai durumlarda ise haklar, tescil öncesinde kurulabilir fakat hak sahiplerinin söz konusu mallar üzerinde tasarrufta bulunabilmesi için tapu siciline tescil işlemi yaptırması gerekmektedir. Kanunun devam eden kısmında da ‘‘Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.’’ şeklinde ifade edilmektedir.

Mevcut bir taşınmaza ayrılan sayfaya, herhangi bir ayni hakkın tescili için üç şart aranmaktadır. Bunlar; tescil talebi, talepte bulunanın tasarruf yetkisinin varlığı, geçerli bir hukuki sebebin varlığıdır. Tapuda yapılan veya yapılacak olan işlemin muteberiyeti için öncelikle bu işlemin hukuki sebebinin bulunması ve bunun hukuki olarak kabul görülmesi gerekmektedir aksi durumda tapu kütüğünde yapılan işlem geçersiz olacaktır. Yani hukuki bir sebebe dayanmayan yahut makul olmayan bir sebebe dayanarak yapılan tapu işlemleri, yolsuz olarak nitelendirilmektedir. Türk Medeni Kanunu m.1024 gereğince ‘‘Bağlayıcı olmayan bir hukuki işleme dayanan veya hukuki sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.’’ Aynı şekilde Yargıtay içtihatlarına göre de ‘‘Tescil işlemi, gerçeğe ters düşüyorsa o tescil kanun deyimi ile yolsuz bir tescildir.’’ (YİBGK. 08.11.1991, 1990/4 E., 1991/3 K.: “…tescil herhangi bir nedenle yolsuz da olsa, yani hak sahibi ya da hakkın konu ve kapsamı bakımından gerçeği yansıtmasa bile…”; Y. 1. HD., 3.4.1989, 1989/3806 E., 1989/3984 K.: “…tescil işlemi, gerçek malik ve gerçek hakkın kapsamını göstermiyorsa; başka bir deyişle, gerçeğe ters düşüyorsa, o tescil, uygun tescil değil, yasanın deyimi ile yolsuz bir tescildir.”)

Yukarıdaki bölümlerde de belirtildiği gibi tapu iptali ve tescil işlemleri ilişikli mahiyettedir. Tapu kaydı iptal davası sonuç ve isteminde, çoğunlukla tescil isteminin de bulunması gerekmektedir. Yoksa kaydı iptal edilen gayrimenkulün malik hanesi boş kalacaktır dolayısıyla tescil talebi, davayı açan kişinin hukuki yönden yararına olduğundan tapu iptal davalarının, tapu iptal ve tescil davası olarak açılması daha uygun olmaktadır çünkü tapu iptal ve tescil davası ile tapudaki tescil işleminin iptal edilmesi ve taşınmazın gerçek hak sahibi olan malikin adına tescil edilmesi amaçlanmaktadır.

Tapu iptali ve tescil davası açılırken doğru mahkemenin belirlenmesi son derece önemlidir. Eğer görevli ya da yetkili olmayan bir mahkemede dava açılırsa, bu durum davanın taraflarına çok ciddi zaman kaybı, bazen hak kayıpları ve maddi zararlar yaşatmaktadır. Bu yüzden hem görevli mahkemeyi hem de yetkili mahkemeyi doğru belirlemek tapu iptali ve tescil davaları açısından fazlaca ehemmiyetli bir konudur.

Yetkili Mahkeme

Tapu tescil iptal davası, taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkına ilişkin bir davadır. Taşınmazın aynından doğan bu gibi davalarda, davaya konu olan taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkili mahkemedir. Yetkili mahkeme 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunumuzca belirlenmiştir. Hukuk Muhakemeleri Kanun hükmü m.12‘‘(1) Taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin veya ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açabilecek davalar ile taşınmazın zilyetliğine yahut alıkoyma hakkına ilişkin davalarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir. (2) İrtifak haklarına ilişkin davalar, üzerinde irtifak hakkı kurulan taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılır. (3) Bu davalar, birden fazla taşınmaza ilişkinse, taşınmazlardan birinin bulunduğu yerde, diğerleri hakkında da açılabilir.’’ şeklindedir.

Kanunda kesin olarak düzenlenen bu husus uyarınca hâkimin, yetki kuralına uygun davranılıp davranılmadığını re‘sen araştırma yükümlülüğü vardır. Yetki meselesi bu davalar açısından bir dava şartıdır. Muhakemenin her aşamasında davanın açıldığı mahkemenin yetkisizliği ileri sürülebilir (HMK m.19/1, ‘‘Yetkinin kesin olduğu davalarda, mahkeme yetkili olup olmadığını, davanın sonuna kadar kendiliğinden araştırmak zorundadır; taraflar da mahkemenin yetkisiz olduğunu her zaman ileri sürebilir.’’) ve hâkim de yetki meselesini göz önünde bulundurmalıdır. Eğer yetkili mahkemede tapunun iptaline ilişkin dava açılmamışsa ve yetkisizlik konusunda tespitte bulunacak olursa HMK m.114/1-ç ve m.115 uyarınca ilgili mahkeme tapu iptal ve tescil davasını usulden reddedebilmektedir. Aynı zamanda tapu iptal ve tescil davasının taraflarının, sözleşme serbestîsi ilkesi gereğince yetkili mahkemeyi belirleyebilme yetkileri de bulunmamaktadır. Bunun sebebi ise ilgili hükmün, kamu düzeninden kaynaklanmasıdır ve esnetilmesi ya da istisnasının bulunması mümkün değildir.

Görevli Mahkeme

Tapu iptal ve tescil davalarında genel görevli mahkeme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunumuzun 2. Maddesinde (‘‘Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir.’’) açıkça ifade edildiği üzere Asliye Hukuk Mahkemeleridir ancak bu genel kuralın birtakım istisnaları da mevcuttur. Örneğin ticari ilişkiden kaynaklanan tapu iptali ve tescil davalarında (şirket ortağının ayni sermaye koyması nedeniyle, yükleniciden işyeri alımına dayalı) Asliye Ticaret Mahkemeleri yetkili olabilmekteyken, tüketici ilişkisinden kaynaklanan tapu iptali ve tescil davaları (satış vaadi kaynaklı ancak bu satış vaadine konu taşınmazlar konut ve tatil amaçlı ise) Tüketici Mahkemelerinde görülebilmektedir. Bunun yanı sıra bir kişinin birden fazla taşınmaz alımında bulunması halinde artık bir tüketici ilişkisi bulunmayacaktır ve Asliye Hukuk Mahkemelerinin görevli olması gerekecektir ki bu durum Yargıtay kararları ile sabittir. Bu nedenle tapu iptali ve tescil davalarının hangi nedene dayandığının özenle değerlendirilmesi ve göreve ilişkin tespitin son derece titizlikle yapılması gerekmektedir.

Taraflar

Bir tapu kaydında tescil; usulsüz ve kanuna aykırı oluşmuş ise bu usulsüzlük nedeniyle hakkı yenmiş olmakla beraber kaydın iptali halinde menfaati oluşan herkes tapu iptali ve tescil davası açabilmektedir.

Davacı taraf, hukuken tapunun kendi adına devrini talep etme ve bu davayı açmada menfaati bulunan kişiyi ifade etmektedir. Buna göre tapu iptal ve tescil davalarında davacı, davanın dayandığı hukuki sebebe göre lehine netice isteyen asıl hak sahibi kişi olacaktır. Eğer davacı olmak isteyen reşit değil ise velisi, kısıtlı ise vasisi söz konusu davayı açabilecektir.

 Davalı taraf ise, tapuda malik görünen yani tapuda mülkiyet hakkı sahibi olarak görünen kişidir. Eğer bu kişi vefat etmişse, ölen kişiye dava açılamaz işbu sebepten dolayı dava, mirası reddetmeyen mirasçılara karşı açılacaktır. Mirasa sahip olan mirasçılar, bu tür davalara katlanmak zorundadır. Diğer bir durum ise davanın birden çok davalısı bulunabilir. Buna göre, dava konu taşınmazın tapuda birden fazla maliki var ise ve bu malikler, mevcut taşınmaz üzerinde elbirliği halinde mülkiyet hakkına sahiplerse açılacak tapu iptal ve tescil davası tümüne karşı açılmalıdır. Bu dava, somut olaya göre köy veya belediye tüzel kişiliği, orman yönetimi, hazine gibi taraflara da açılabilecektir. Tapu kayıt malikinin kim olduğu bilinmediği takdirde veya bu konuda yapılan hata mazur görülebilen ve mahkemece kabul edilebilecek geçerli bir gerekçeye dayanıyor ise, tapu kayıt malikinden başka kişiye karşı yöneltilen davada, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 124/4. maddesinin koşullarının oluşması halinde (‘‘Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder.’’) davalının değiştirilmesi söz konusu olabilecektir.

Taraf konusu birçok davada olduğu gibi Tapu iptali ve tescili davasında da dikkat edilmesi gereken bir noktadır ve davanın doğru kişilere karşı açılması oldukça mühimdir. Bu davanın yanlış davalıya (ya da davalılara) karşı açılması zaman ve hak kayıpları yaşanmasına neden olacaktır.

Zamanaşımı

Genel olarak bir davanın sonsuza dek açılması olanaklı bulunmamaktadır. Bir davayı açmak hak düşürücü süreye veya zamanaşımı süresine tabi olabilmektedir. Hak düşürücü süre ile zamanaşımı süresi arasındaki en önemli fark, kanunda süre “hak düşürücü” olarak belirlenmiş ise, o süre içinde açılmayan davayı, davalı taraf itiraz etmese dahi hâkim kendiliğinden sürenin geçmiş olması nedeniyle reddedecektir. Zamanaşımı süresi söz konusu ise, davalı tarafından itiraz yoluyla ileri sürülmelidir. Zamanaşımı itirazında bulunmak yargılamada belirli bir süreye tabidir.

Sonuç

Tapu iptali ve tescil davası birçok farklı türden açılabilen bir davadır. Bu sebeple tapu iptali ve tescil davalarında zamanaşımı süresi ve hak düşürücü süre vardır, yoktur ya da şu kadardır demek doğru olmayacaktır çünkü bu süreler dayandıkları hukuki sebebe ve kanuna göre değişmektedir. Örneğin; yolsuz tescil nedeni ile açılan tapu iptali ve tescil davaları herhangi bir zamanaşımı ya da hak düşürücü süreye bağlı değildir aynı şekilde taşınmaz satış vaadi sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanunu’nun 146. maddesi hükmü gereğince on yıllık zamanaşımı süresi öngörülmüştür. Mevzubahis durumu, her bir hukuki sebebe göre ayrı ayrı değerlendirmek yerinde olacaktır.

                                                                                                      Staj. Av. Elvan ÖNAL

KAYNAKÇA

Oğuzman, K/ Seliçi, Ö/ Özdemir, S (2020). Eşya Hukuku, İstanbul, Filiz Kitabevi

Cansel, E/ İnan, A (1964). “Aynî Hak Kavramı, Taksimi ve Eşya Hukukunun Konusu” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 21: 345-367

Ergün, Ö/ Çaldağ, Ç (2018). Borçlar Genel Hükümler Ders Notları, Ankara, Seçkin Yayıncılık.

Ruhi, C/ Ruhi, A (2022). Tapu İptal ve Tescil Davaları, Ankara, Seçkin Yayıncılık.

AKİPEK, J (1972). Türk Eşya Hukuku (Aynî Haklar), Ankara, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları.

Çetin, G (2019). Yolsuz Tescil Kavramı ve Türleri, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Serengil, Ş (2010). Olağanüstü Zamanaşımı Yoluyla Taşınmaz Mülkiyetinin Kazanılması, İÜHFM C. 68, S.1-2, s. 219 – 244.

Kılıçoğlu, A (1989). “Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları Işığında Taşınmaz Satımında Şekil ve Hakkın Kötüye Kullanılması”, Yargıtay Dergisi, C. 15, S.1-4, s. 289-321.

Kubat, M (1998). Yolsuz Tescil ve Düzeltilmesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.