HAGB KURUMUNA İLİŞKİN ANAYSA MAHKEMESİ TARAFINDAN VERİLEN İPTAL KARARI

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kurumu, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231. maddesinde hüküm altına alınmıştır. 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231/6. maddesinde tanımlanan nesnel ve öznel şartların varlığı halinde öncelikle sanığın atılı suçu işlediğinin yapılan yargılama sonucu tespit edilmesi gerekmektedir. CMK 325/2’ye göre; HAGB kararı verilmesi halinde vekâlet ücreti ile diğer yargılama giderleri yönünden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı mahkûmiyet kararı gibi değerlendirilmekte ve  her ne kadar tartışma konusu olsa da hükmedilen vekâlet ücretinin tahsili mümkün kılınmakta idi.

Trabzon 2. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılan başvuru sonrasında Anayasa Mahkemesi’nin 01.06.2023 tarihinde vermiş olduğu HAGB kurumunun iptali kararı (Anayasa Mahkemesi’nin 2022/120 E. 2023/107 K. Sayılı 01.06.2023 tarihli kararı) neticesinde mevcut tartışmalar son buldu. Çalışma devamında durumu aydınlatır nitelikte değerlendirmede bulunulacaktır.

Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması; yapılan yargılama sonrasında suçluluğu sabit görülen sanığın, yasada belirtilen durumlar altında yükümlülükleri yerine getirmesi şartı (Ali Gürsoy, B. No: 2012/833, 26/3/2013) ile kurulan hükmün hukuki sonuç doğurmamasıdır. Yasa Koyucu, bu uygulama biçimiyle sanık hakkında ceza mahkûmiyeti yerine bir şans tanınıp topluma kazandırılarak yeniden suç işlemesinin önlenmesini hedeflemektedir. (AYM, E.2015/23, K.2915/56, 17/6/2015) Sanık için suçun sabit olduğu ancak cezanın ertelendiği açıktır lakin yargılama sonucunda sanığın suçlu olduğuna karar verilmesi fakat hükmedilecek olan cezanın 2 yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezası olması halinde mahkemece suçlu olduğuna karar verilen sanığa kanunen tanınan bir yoldur.

Günümüzde genellikle muhakeme sırasında hâkim tarafından “yargılama sonunda ceza verilecek olunursa hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını ister misin?”  şeklinde soru yöneltilerek sanığın kabulü ile uygulanmaktadır. (CMK 231/6-c) Bu karara karşı sadece itiraz kanun yolu açık olup kural gereği istinaf veya temyiz başvurusu yapılamamaktadır. İtirazı inceleyen mahkemenin işin esasına girme yetkisi bulunmayıp sadece kanunda aranan şartların mevcut olup olmadığı yönünde şekli bir inceleme yetkisi bulunmaktadır. Yüksek Mahkeme; bu duruma ilişkin ihlal kararları vermiş (Ümmügülsüm Salgar, B. No: 2016/12847, 21/10/2021)  ve en etkili çözümün iptal kararı vermek olacağını (Fırat Can, B. No: 2016/762, 2/6/2020) açıkça beyan etmiş olsa da uygulamada değişiklik yapılmamış idi.

Trabzon 2. Asliye Ceza Mahkemesi, “kasten yaralama” ve “görevi yaptırmamak için direnme” suçlarından açılan bir ceza davasında “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kararının iptali için Yüksek Mahkemeye başvurmuş ve sonrasında Anayasa Mahkemesi, gittikçe artan bireysel başvurulardan mütevellit Anayasa’ya aykırılığı gündemde olan HAGB’nin iptaline hükmetmiştir. İptal kararının 1 yıl sonra yürürlüğe girmesi kararlaştırılmıştır. (AYM, E.2022/120, K.2023/107, 01/06/2023) 

BAŞVURU SEBEBİ

            Başvuru kararında; HAGB kararı verilmesinin mağdurlar açısından yeterli giderim sağlamadığı, faillerin cezadan muaf tutulmasına yol açtığı ve devletin kişilerin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme şeklindeki yükümlülüğünü yerine getiremediği belirtilerek kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Başvurucu tarafından; Anayasa’nın 17. maddesinin amacının, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanması ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamak olduğu  belirtilip tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmesi gerektiği ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmasının önemi ifade edilmiştir. Aynı zamanda AİHM ‘in de 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesiyle düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu ile ilgili yaptığı değerlendirmede; düzenlemenin, faillerin cezasız bırakılması sonucunu doğurduğu kanaatine varılmıştır. AİHM, hâkimlerin takdir yetkilerini, hukuka aykırı son derece ciddi bir eylemin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermek yerine, bu eylemin sonuçlarını olabildiğince aza indirgemek yönünde kullandıklarına işaret ederek işkence failleri hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakıldığı davalarda Sözleşme’nin 3. maddesinin usul bakımından ihlal edildiğine hükmetmiştir. (Özgür Çarpanalı, B. No: 2015/20368, 7/2/2019) 

 

 

ANAYASA MAHKEMESİ’NİN İPTAL GEREKÇELERİ

            Söz konusu kararda değinilen ilk durum HAGB neticesinde başvurulabilecek tek kanun yolunun itiraz olması ve bunun da mahkemeye erişim hakkını ihlal etmesidir: ‘’36-38. HAGB kararı verilen yargılamalar bakımından 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin (12) numaralı fıkrası uyarınca itiraz kanun yolu kabul edilmiştir. Diğer bir ifadeyle istinaf kanun yoluna tâbi olması öngörülen bir yargılama sanığın HAGB kararı verilmesini kabul etmesiyle itiraz yoluna tabi hâle gelmektedir. Sanık, hakkında HAGB kararı verilmesini kabul etmekle birlikte istinaf kanun yoluna başvurma hakkından feragat etmektedir.’’ Sanığın henüz yargılamanın başında hakkında HAGB kararı verilmesini kabul edip etmeme konusunda karar vermesinin istenilmesinin sanık üzerinde haksız bir baskı oluşturacağı ve sanığa aşırı bir külfet yüklediği, hükmün kurulmasından önceki bir aşamada “peşinen” istinaf kanun yolundan feragat etmesine yol açan bu iradesinin anayasal geçerlilik koşullarını sağlamadığı vurgulanmıştır. Bundan hareketle AYM, sanığın hükmün denetlenmesini talep etme hakkı ile mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden bahisle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

Bir diğer gerekçe; işlenen suç ile verilen ceza arasında orantısızlık olması veya hiç ceza verilmemesinin bu tür fiillerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğuramayacağı ve cezasızlık durumu oluşacağıdır: ‘‘54. HAGB kararının bu niteliğini gözeten Anayasa Mahkemesi daha önceki birçok kararında, kötü muamele iddiaları yönünden HAGB kurumunun uygulanmasının, sanığın infaz edilebilir bir ceza almaması sonucunu doğurduğu ve bu kurumun uygulanmasında mağdurun muvafakati ya da mağdur açısından manevi bir telafinin sağlanmasının da aranmadığını dikkate alarak anılan geri bırakma kararının mağdur açısından yeterli ve etkili bir giderim sağlamadığını değerlendirmiştir (Şenol Gürkan, § 110; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 81).’’ Görüldüğü üzere karada HAGB kurumunun sanığın infaz edilebilir bir ceza almaması sonucunu doğurduğu, bunun yanında mağdur açısından yeterli ve etkili bir giderim sağlamadığı tasdik edilmiştir.

Keyfi uygulamalara açık bir hüküm olması da iptal gerekçeleri arasında bulunmaktadır:‘‘56. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesinin Atilla Yazar ve diğerleri kararında belirtilen eksikliklerin (Atilla Yazar ve diğerleri, §§ 123-173) bütünüyle giderilmesine yönelik kanun koyucu tarafından gerekli değişikliklerin yapılmadığı, HAGB kurumunun mevcut haliyle -bireysel başvuru kararlarında da işaret edildiği üzere- kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarını önlemekte yetersiz kaldığı ve başta ifade özgürlüğü ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı olmak üzere temel hak ve özgürlükler üzerinde caydırıcı etki doğurduğu anlaşılmaktadır.’’ Bu durum hasebiyle AYM, HAGB kurumunu düzenleyen CMK md.231 f.5’in birinci cümlesinin ve uygulama imkânı kalmayan diğer hükümlerinin de Anayasa’nın 13, 17, 35 ve 36. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptaline hükmetmiştir.

HAGB kurumu, yeni olmasına rağmen yürürlüğe girdiği tarihten itibaren geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Bakanlık Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün açıkladığı 2020 yılı verilerine göre HAGB kararlarının mahkûmiyet kararlarının dörtte birini oluşturduğu, 01.01.2013 ile 08.02.2022 tarihleri arasında HAGB kararlarına yapılan 608.915 itirazın reddedildiği, 63.603 itiraz talebinin kabul edildiği anlaşılmaktadır. ( Yener Ünver/Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku Cilt III, Adalet Yayınevi, 20. Baskı, Ankara, 2023, s.2085, 2086.) Bu istatistikler dikkate alındığında HAGB kurumunun Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararında belirttiği gibi etkili bir yol olmadığı görülmektedir. İptal kararının 1 Ağustos 2024’te yürürlüğe girmesiyle beraber HAGB Kurumu hukuk sistemimizden kalkacaktır.  

01.08.2024 tarihine kadar hüküm yürürlükte kalmaya devam edeceğinden aynı doğrultuda kararlar verilecektir ancak itirazların oluşmaması, karışıklıkların daha da artmaması adına ilk derece mahkemelerince daha temkinli davranılacağı ya da bu aşamadaki yargılamaların uzatılacağı kanaatindeyiz. Yasa koyucu tarafından yeni bir düzenleme ortaya konulabilir, HAGB yerine “hükmün ertelenmesi”, “yargılamanın ertelenmesi” veya “cezanın ertelenmesi” gibi alternatif kurumlar getirilebilir yahut Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararında karşı oy sunan üyelerin üzerinde durduğu hususlar çerçevesinde değerlendirmeler yapılarak HAGB kurumunun varlığına müdahale etmeden yeni yöntemler geliştirilebilir. Tüm bu varsayımlar; vatandaşın haklarına cevaz verecek biçimde, zaman içerisinde netleşerek mevcut boşluk usulünce giderilecektir.

                                                                                                      

                                                                                                                                Av. Elvan ÖNAL

ANAYASA MAHKEMESİ İPTAL KARARININ İADE EDİLEN OHAL KHK MAĞDURLARINA ETKİSİ

Anayasa Mahkemesi 12/1/2023 tarihli RG de yayımlanan E: 2018/137, K: 2022/86 sayılı kararında OHAL döneminde çeşitli Kanun Hükmünde Kararnamelerle ihraç edilen kimseleri doğrudan ilgilendiren bazı hükümleri iptal etti.

Bunlardan biri de 7075 sayılı Kanunun 10. Maddesinin 1. Fıkrasında yer alan, OHAL KHK’sı ile kamu görevinden çıkarıldıktan sonra görevine iade edilenlerin kamu görevinden çıkarılmaları dolayısıyla tazminat talebinde bulunamayacaklarına ilişkin hükümdür. Yazımızda bu iptal kararına dayanılarak maddi ve manevi tazminat davası açılıp açılmayacağına ilişkin görüşlerimize yer verilecektir.

Anayasa Mahkemesi’nin İptal Kararlarının Etkisi

Temel ilke, Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının derdest olan davalara derhal etki etmesi, uygulanmasıdır. Bu kaidenin istisnası ise kazanılmış haktır.

Anayasa Mahkemesi kararları kural olarak yürürlüğe girdikleri tarih itibariyle derhal etki göstermektedir. Genel ilke iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandıkları tarih itibariyle derhal yürürlüğe girmesi ve henüz kesinleşmemiş tüm hukuki durumlara derhal uygulanmasıdır. Yani bu kapsamda, Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının yürürlüğe girdiği andan itibaren hem idari makamların hem de yargı organlarının Anayasa’ya aykırı normu uygulamaya derhal son vermesi gerekmektedir.

Kısaca Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının derhal etki kuralının uygulama alanını şu şekilde özetleyebiliriz: İptal kararları yürürlüğe girmeden önce kesinleşen hukuki durumlar pek tabii bu kararlardan etkilenmeyecektir. Ancak kesinleşmemiş hukuki durumların bu karardan etkilenmesi derhal etki kuralının sonucudur. Bu durum kazanılmış haklara zarar vermezken, iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesine de aykırı düşmemektedir.

İptal kararlarının derhal etki doğurması kuralı sadece açılmış davaları değil, İdari Yargılama Usulü Kanunu madde 10 kapsamında yapılan başvurular için de uygulanmaktadır. Bu kapsamda genel olarak iptal kararlarının kesin hükme bağlanmamış tüm işlemlere uygulanacağını belirtebiliriz.

Genel Kaide: Anayasa Mahkemesi İptal Kararlarının Geri Yürümezliği İlkesi

Hem 1961 Anayasasında hem de 1982 Anayasasında Anayasa Mahkemesi kararlarının geri yürümeyeceği ilkesine açıkça yer verilmiştir.

Anayasa’nın 153. maddesinde Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının geri yürümeyeceği açıkça düzenlenmiştir. Yine aynı maddede iptal edilen hükümlerin iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren yürürlükten kalkacağı da düzenlenmiştir. Ancak Anayasadaki bu açık hükme rağmen iptal kararlarının geriye yürüyüp yürümeyeceği hem öğretide hem de yargı kararlarında ikiliğe neden olmuş ve mahkemeler bu konuda birbirinden farklı ve birbiri ile çelişen kararlara hükmetmiştir.

Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun 30.10.2013 tarihli ve 2010/2292 E., 2013/366 K. sayılı kararında “(…) Anayasa’nın 153. Maddesinde yer alan ve iptal karalarının geriye yürümezliğine ilişkin bulunan kural, iptal edilen hükümlere göre kazanılmış olan hakların ortadan kaldırılmasına veya toplum huzurunun bozulmasına yol açacak sonuçları önlemek amacıyla kabul edilmiş olup bu kuralın mutlak anlamda anlaşılıp uygulanmayacağı; özellikle bir davaya bakmakta mahkeme tarafından itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine götürülen konularda uygulanmasının mümkün olmadığını, aksi halde Anayasa’nın 152 maddesinde düzenlenmiş olan “Anayasa’ya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi (itiraz) yolunun hukuk ve uygulama yönünden sonuçsuz kalacağı…” belirtilmiştir.  

Anayasa Mahkemesi İptal Kararlarının Geri Yürümezliği İlkesinin İstisnası

Yazımızın asıl amacı Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralının istisnasının olup olmadığı ve bunun özelinde ihraç edildikten sonra iade edilen memurları ve yükseköğretim elemanlarını ne açıdan etkileyeceği hususudur.

Aşağıdaki yapacağımız açıklamalar hem göreve iade edilen OHAL KHK mağdurlarının maddi ve manevi tazminat taleplerine hem de yükseköğretim elemanlarını ihraç edildikleri üniversitelerine dönmeleri için geçerlidir.

Bu açıklamalar nihayetinde akıllara şöyle bir soru getirmektedir: “OHAL komisyonunun iade kararı veya iade ret kararlarının idare mahkemelerinden iptali ile iade edilen memurların Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümezlik ilkesi karşısında durumu farklı bir durum mudur?”

Bu sorusuna verilecek olumsuz bir cevap elbette hakkaniyetli ve hukuka uygun olmamak ile şu anki durum ve mevzuat beraber değerlendirildiğinde maalesef farklı bir yol görülmemektedir.

Ancak şunu çok net bir şekilde söyleyebiliriz ki OHAL dönemi KHKları ile yapılan ihraçlar zaten olağanüstü hâl durumunda verilmiş kararlardır yani bu durum bile başlı başına onların durumunu  asıl mevzuattan ayırmaktadır. Bunun için yasa koyucu bu konuda yeni bir yasal düzenleme ile sorunu çözerek bu karışıklığı kesin olarak çözüme kavuşturmalıdır.

Aksi halde birçok mağdur kimsenin yeniden idareye başvurmaları ve idareden alınacak ret cevapları akabinde açılacak davalar ve davalarda verilecek farklı kararlar ile durum daha da çetrefilli bir hal alacaktır. Zira Anayasa Mahekmesinin İptal kararını geriye yürümezliği ilkesi içtihatlar ile delinmiştir. İçtihatlar ile yapılan bu istisnai durumların oluşması sırasında da bir çok kişi farklı kararlar ile mağdur olmuştur. Aşağıda buna ilişkin içtihat kararlarını sizler ile paylaşacağız. Şu an birçok sendikalar ve avukatlar, üye ve müvekkillerine dava yolunu tercih etmelerini önermektedirler. Kanaatimizce dava sürecinde yaşanabilecek her türlü ihtimali göze alan müvekkillerimiz de dava yolunu tercih edebilirler.

Konunun daha iyi anlaşılması için birkaç emsal karara yer vermekte fayda görmekteyiz.

Danıştay 11. Dairesi’nin 17.02.2016 tarih ve 2016/223 E., 2016/583 K. sayılı kararında belirtilen: “Anayasa’nın 153. maddesinde yer alan, Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararlarının geriye yürümeyeceği kuralı, iptal edilen hükümlere göre kazanılmış olan, doğumu anında hukuka uygun olarak tamamlanmış ve böylece kişiye özgü, lehe sonuçlar doğurmuş, daha sonra mevzuat değişikliği veya işlemin geri alınması gibi nedenlere rağmen, hukuk düzenince korunması gereken haklara yönelik olup, Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmiş bir düzenlemeyle ilgili uyuşmazlıkların, Anayasaya aykırılığı saptanmış hükümler dikkate alınarak çözümlenmeleri Anayasa’nın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil edecektir” şeklindedir.

Bu hususu daha basit bir tabirle şu şekilde ifade edebiliriz. Kamu tüzel kişiliğine yönelik kesinleşmiş ve kazanılmış bir hak söz konusu olmaz bu hak ancak kamu tüzel kişiliği haricindeki gerçek ve tüzel kişiler için söz konusudur. Zira Anayasanın 153. maddesinden anlaşılması gereken husus da budur. Her iptal kararından sonra vatandaşların kamuya açacakları her türlü idari davada yeni başvuru hakkı doğacaktır.

Anayasa Mahkemesinin bu iptal kararına benzer  gibi 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu 89. maddesi 4. fıkranın birinci cümlesindeki “verilecek emekli ikramiyesinin hesabında 30 fiili hizmet yılından fazla süreler (dikkate alınmaz)” ibaresinin iptali sonrası yaşanan hukuki gelişmeleri akla getirmektedir.

Anayasa Mahkemesi bu ibareyi iptal etmiştir. Emekliler bunun üzerine İYUK 10. madde kapsamında idareye başvuru yapmışlar ve başvuruların reddi üzerine açılan davalarda yukarıdaki gerekçe ile kabulüne ilişkin kararlar verilmiştir. Yukarıda belirttiğimiz mağduriyetler bu süreçte de yaşanmıştır. Kanaatimizce yaşanmaya da devam edecektir.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 08.06.2006 tarih ve E:2006/231 ve K:2006/542 sayılı kararını özeti: Davacının Anayasa Mahkemesi kararının doğurduğu sonuçlardan yararlanmak amacıyla 2577 sayılı Kanunun 10. maddesine göre idareye başvurarak bu yeni hukuki duruma göre off-shore hesabından mevduat hesabına aktardığı parasının ödenmesi talebinde bulunabileceği ve bu başvurusunun reddi üzerine dava açabileceğinin kabulü gerektiğinden işin esasının incelenmesi gerekmektedir.

Danıştay 2. Dairesinin 2004/2513 Esas  ve 2004/1601 sayılı kararın da ise:

Bu itibarla, Anayasa Mahkemesinin 22/10/2002 günlü, E:2002/138, K:2002/96 sayılı kararıyla iptal edilen, ancak davacının açıktan atanmak suretiyle göreve başladığı 27/9/2002 tarihinde yürürlükte bulunan 2002 Mali Yılı Bütçe Kanununun 6. maddesinin ( g ) fıkrası uyarınca, göreve başladığı tarihten itibaren bir aylık süre içerisinde harcırah bildiriminde bulunması hukuken mümkün olmayan adı geçenin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 10. maddesine göre yaptığı 17/4/2003 günlü başvurusunun reddi üzerine 16/5/2003 tarihinde açtığı davanın süresinde olduğunun kabulü gerektiğinden davalı idarenin bu iddiasına itibar edilmemiştir.

Bu üç karar 1982 anayasası döneminde verilmiş istisnai kararlardır. Her üç karar da İYUK madde 10’a göre yapılan başvuru üzerine dava açma süresinin yeniden başlayacağını kabul etmiştir.

Bu durumda kişilere önerimiz:

OHAL komisyonu kararı sonrasında iade edildikten sonra mali haklarını almak üzere dava açmak isteyen kimselere de belirtmek isteriz ki: Bu durumda olanlar için tazminat ödenmesi hakkaniyetli ve hukuka uygun olduğunu yukarda belirtmiştik. Fakat gerek yürürlükteki mevzuat gerekse bu konudaki yerleşik içtihatlara göre kesinleşmiş dava ve işlemler için AYM’nin iptal kararı, doğrudan bir tazminat başvuru hakkı vermediğini vurgulayalım.

Yukarda örneğini verdiğimiz bazı istisnai kararlar da ise AYM’nin iptal kararı sonrası geriye yönelik bir tazminat kabul etmiştir. Bu istisnalardan yola çıkarak açılacak yeni tazminat davalarının büyük oranda lehe sonuçlanacağını söylemek zordur. Bu anlamda dava açacak kişilerin olası davanın kaybı sonucunda katlanıcakları yargılama giderini göze alması gerekir. Hatta olası red kararların sonrası AYM/ AİHM önünde bireysel başvuru süreçleri ve masraflarını da beraber göz önünde bulundurmaları faydalı olacaktır. Aksi halde yeni hayal kırıklıklarının yaşanması muhtemeldir. Son olarak bu başvurular İYUK madde 10 kapsamında ele alındığında süreler konusunda mağduriyetlerin yaşanmaması için süreci avukatlar vasıtası ile takip edilmesinde fayda vardır.

Av. Mehmet Rauf ÇİÇEK & Av. Evin Şeyma ÇAKAN