7499 SAYILI KANUNUN KARŞILAŞTIRMA CETVELİ

Kamuoyunda 8. Yargı Paketi olarak bilinen 7499 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, TBMM Genel Kurulu’nda 02.03.2024 tarihinde kabul edilerek Onay İçin Cumhurbaşkanlığı’na gönderilmiştir. Anılan kanun ile 17 farklı kanunun 78 maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Kanun ile getirilen düzenlemelere ilişkin karşılaştırma cetveline linkten ulaşabilirsiniz.

Detay için lütfen linki tıklayınız.

https://lnkd.in/dsVW2sAt

 

SUBAT AYI SEÇME ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI

(M.S., B. No: 2020/15221, 5/10/2023, § …)

Başvurucunun 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nda düzenlenen suçlar kapsamında tutuklu olarak yargılandığı davada ağır ceza mahkemesi (mahkeme), tutukluluk durumunu önce farklı iki tarihte dosya üzerinden ardından da 6/3/2020 tarihinde duruşma açmak suretiyle incelemiş ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Anılan duruşmanın ardından mahkeme, bir sonraki duruşma gününü beklemeksizin salgın hastalık nedeniyle alınan tedbirler kapsamında duruşmaların bir süre ertelenmesi hususunda karar vermek üzere resen duruşma açmış, başvurucunun ve müdafiinin yokluğunda yapılan duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. 

Somut olayda, başvurucu en son duruşmalı incelemenin yapıldığı 6/3/2020 tarihinden 2 ay 26 gün sonra hâkim önüne çıkmış, buna göre başvurucunun tutukluluk durumunun kanunda belirlenen doksan gün içinde duruşma açılmak suretiyle incelendiği anlaşılmıştır. Bu itibarla kanuna açıkça aykırı bir durum söz konusu değildir. Ancak Anayasa Mahkemesi somut olaydaki müdahalenin dayanağı olan kuralın iptal talebine ilişkin olarak norm denetimi kapsamında yaptığı incelemede de söz konusu kuralın tutukluluğa ilişkin iddia ve savunmaların makul bir sürede mahkeme önünde dile getirilmesi güvencesiyle bağdaşmadığı ve müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varmış, kuralın Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptaline karar vermiştir.

Sonuç olarak başvurucunun şikâyete konu süreçte tutukluluğuna yönelik itirazlarını, tutuklanmasına dayanak olan delillerin içeriğine veya nitelendirilmesine yönelik iddialarını, lehine ve aleyhine olan görüş ve değerlendirmelere karşı beyanlarını, tahliye taleplerini hâkim/mahkeme önünde sözlü olarak dile getirmesi mümkün olmamıştır. Dolayısıyla başvurucunun tutukluluk durumunun 2 ayı aşan bir süre (2 ay 26 gün) boyunca duruşmasız olarak incelenmesinin olağan dönemde silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ile bağdaşmadığı kanaatine varılmıştır.

YÜKSEKÖĞRETİM KANUNU’NA EKLENEN BAZI KURALLARA İLİŞKİN KARAR

Anayasa Mahkemesi 28/12/2023 tarihinde E.2020/55 esas numaralı dosyada, 7243 sayılı Kanunun 7. Maddesiyle 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 53. Maddesinin (b) fıkrasının (2) numaralı bendine eklenen (r) alt bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin reddine, (t) alt bendinin; 13. Maddesiyle 2547 sayılı Kanun’un ek 11. maddesine eklenen on birinci ve on dördüncü fıkraların da aykırı olduğuna karar verilmiştir.

  1. Öğretim Elemanlarına Kınama Cezası Verilmesini Düzenleyen Kuralların İncelenmesi

1.Amirine Sözle Saygısızlık Eden Öğretim Elemanına Kınama Cezası Verilmesini Düzenleyen Kural

Dava konusu kuralla görevi sırasında amirine sözle saygısızlık eden öğretim elemanına disiplin cezası verilmesi düzenlemiştir.

İfade özgürlüğünün kamu düzeni doğrultusunda sınırlanabilmektedir. Kural, asgari nezaket ve saygı ortamının sağlanması amacı ile kınama cezası öngörmüştür. Aynı fiilin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu uyarınca aylıktan kesme disiplin cezasıyla ile cezalandırılmaktadır. Verilen disiplin cezasının yargı denetimine açık olduğu da dikkate alındığında kuralın orantısız değildir.

  1. Genel Ahlak ve Edep Dışı Tutum ve Davranışlarda Bulunan Öğretim Elemanına Kınama Cezası Verilmesini Düzenleyen Kural

Dava konusu diğer kuralda taşıdığı sıfatın gerektirdiği özen yükümlülüğüne aykırı, genel ahlak ve edep dışı tutum ve davranışlarda bulunmak öğretim elemanının kınama cezasıyla cezalandırılmasını düzenlemiştir.

Kural, öğretim elemanının görevi dışında, mesleki hayatına ilişkin olmayan veya kamu hizmetinin iyi ve düzenli şekilde sunulmasına herhangi bir etkisi olmayan mahremiyet alanı kapsamındaki özel yaşamına konu tutum ve davranışlarının da disiplin cezasına neden olması özel hayata saygı hakkına ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Vakıf Üniversitelerinin Faaliyet İzninin Geçici Olarak Durdurulmasını ve Faaliyet İzninin Kaldırılmasını Düzenleyen Kurallar

Dava konusu kuralda vakıf yükseköğretim kurumunun muaccel ve kısa vadeli borçlarının, toplam yıllık eğitim ve öğretim gelirleriyle veya mevcut mal varlığıyla ödeme imkanının bulunmadığının tespit edilmesi halinde faaliyet izninin geçici olarak durdurulması öngörülmüştür.

Vakıf yükseköğretim kurumları hakkında doğrudan faaliyet izninin geçici olarak durdurulması tedbiri, bu kurumların eğitim öğretim faaliyetlerinin geleceğini tehlikeye düşürmesi nedeniyle oldukça ağır bir tedbirdir.

Dava konusu diğer bir kuralda ise faaliyet izni geçici durdurulan vakıf yükseköğretim kurumunun, eğitim öğretim faaliyetleri için mülkiyetinde yeterli taşınmazı bulunmadığının veya mevcut mal varlığıyla eğitim öğretim faaliyetlerini sürdüremeyeceğinin tespiti halinde faaliyet izninin kaldırılacağı öngörülmüştür.

Faaliyet izninin kaldırılması geri alınması mümkün olmayan bir idari işlem niteliğinde olup vakıf yükseköğretim kurumunun tekrar başlaması mümkün değildir. Söz konusu düzenlemeler Anayasaya aykırıdır.

HUKUKİ YARARI BULUNANLARA DAVANIN İHBAR EDİLMEMESİ NEDENİYLE MAHKEMEYE ERİŞİM HAKKININ İHLAL EDİLMESİ

(Ayşe Durucan Saygı ve diğerleri [GK], B. No: 2020/17478, 29/11/2023)

Başvurucular, Millî Savunma Bakanlığı (İdare) tarafından millî savunma uzmanlığına kurum içinden geçiş için yapılan yazılı sınavda başarılı olarak sözlü sınava katılmaya hak kazanmış; ardından sözlü sınavda da başarılı olarak millî savunma uzmanı kadrosuna atanmıştır. İdare mahkemesi, Büro Memurları Sendikasının (Sendika) anılan sözlü sınavın tamamının iptali talebiyle açtığı davayı reddetmiştir. Bu ret kararına karşı Sendikanın istinaf kanun yoluna başvurması üzerine bölge idare mahkemesi, kararı kaldırarak dava konusu işlemin iptaline kesin olarak hükmetmiştir. Danıştay, davalı İdarenin temyiz talebini bölge idare mahkemesi kararının kesin olduğu gerekçesiyle incelemeksizin reddetmiştir.

Sözlü sınavın bölge idare mahkemesi kararı ile iptal edilmesi üzerine, millî savunma uzmanı olarak atanan personelin tamamının görevine İdarece son verilmiştir. Başvurucular, görevlerine son verilmesine ilişkin yazının -yazıldığı gün- tebliğ edilmesi sonucu nihai karardan haberdar olduklarını belirtmiştir.

Öte yandan başvurucuların haklarını doğrudan etkileyen söz konusu davadan haberdar edilmelerindeki bireysel yararın usul ekonomisinin gözetilmesindeki kamusal yarara göre baskın bir nitelik taşıdığı görülmüştür. Bu bağlamda davanın ihbar edilmemesinin kamu yararı ile bireysel yarar arasında gözetilmesi gereken dengeyi başvurucular aleyhine ciddi bir şekilde zedelediği anlaşılmış, mahkeme huzurunda iddia ve delillerini öne sürme imkânından yoksun bırakılmalarının başvuruculara aşırı ve orantısız bir külfet yüklediği değerlendirilmiştir. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

CEZA İNFAZ KURUMLARINDA BULUNAN BAZI KİŞİLERE GELEN KİTAPLARIN TESLİM EDİLMEMESİ NEDENİYLE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İHLAL EDİLMESİ

(Serdar Güzelçay ve diğerleri [GK], B. No: 2022/66987, 21/12/2023)

Farklı ceza infaz kurumlarında tutuklu ya da hükümlü olarak bulunan başvuruculara posta yoluyla gelen bazı kitaplar, infaz kurumu eğitim kurullarının aldığı kararlar uyarınca kendilerine teslim edilmemiştir. Başvuruculara teslim edilmeyen muhtelif kitaplar hakkında başvuru tarihleri itibarıyla mahkemelerce verilmiş bir satış yasağı, toplatma ya da elkoyma kararı bulunduğu ileri sürülmemiştir. Bunun üzerine başvurucular, derece mahkemelerine başvurmuş; derece mahkemeleri ise söz konusu kitapların başvuruculara verilmemesine karar vermiştir. 

Başvurulara konu idari kararlar ile derece mahkemelerinin kararlarına bir bütün olarak bakıldığında kararların konu ile ilgili ve yeterli bir gerekçe içermediği görülmektedir. Somut olay bağlamında bir değerlendirme yapıldığında süresiz yayınların ceza infaz kurumlarındaki tutuklu ve hükümlülere teslim edilip edilmemesinde keyfîliği engelleyecek, aynı hukuki durumda bulunanlara aynı uygulamanın yapılmasını sağlayacak, açık, yol gösterici ve istikrarlı idari uygulamaları garanti edecek bir mekanizmanın bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak mahpuslara süresiz yayınların verilmesi meselesine ilişkin idari ve hukuki tedbirler alınarak bu alanda yayınların yeknesak, hakkaniyete uygun ve Anayasa Mahkemesinin öngördüğü kriterleri karşılayan bir yöntemle mahpuslara tesliminin sağlanması yönünden etkin bir düzen kurulması gerekmektedir. Aksi takdirde söz konusu yapısal sorun devam edecek ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı bu durum Anayasa’nın 26. maddesinde korunan ifade özgürlüğünün sürekli olarak veya yineleyen biçimde ihlaline neden olacaktır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

TAM YARGI DAVASINDA MANEVİ ZARARIN ISLAHI

Giriş

İdari Yargı kamu idarelerinin yapmış olduğu işlem ve eylemlerin hukuka uygun olup olmadığının denetimini gerçekleştiren mahkemelerden oluşmaktadır.

Islah müessesesi ise 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda düzenlenmiştir. Islah, davanın taraflarının yaptığı usul işleminin kısmen veya tamamen değiştirilmesidir. İlgili Kanun’un 176. Maddesi “Taraflardan her biri yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir” şeklinde düzenlenmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere ıslah tek taraflı irade beyanıyla yapılabilmektedir.” şeklindedir. Nitekim ıslah yoluyla karşı tarafın veya mahkemenin muvafakati aranmaksızın ıslah eden taraf yapmış olduğu usul işlemlerini değiştirebilecektir. 6100 sayılı HMK’de ıslahın tahkikatın sonuna kadar her aşamada yapılabileceği belirtilmiştir.

Hukuk yargılamasında ıslah önceden beri var olmakla birlikte manevi zarar için ıslah kabul edilmemektedir. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi E:12722 K:2308 T: 28/02/2019 kararında “Dava trafik kazasından kaynaklanan cismani zarar nedeni ile maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Öğretide ve Yargıtay Kararlarında manevi tazminat davasının kısmi dava olarak açılamayacağı, ıslah yoluyla da talebin artırılamayacağı benimsenmektedir. Manevi tazminat bir bütündür. Duyulan acı ve üzüntünün karşılığı dava yolu ile belirlenip karşı tarafa bildirildikten sonra arttırılması veya yeni bir dava açılarak istenmesi mümkün değildir.” denilmek suretiyle manevi zararın ıslah edilemeyeceği hususu açıklanmıştır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin E:2012/1678, K:2012/21498 ve T:17.9.2012 kararında ise bu durum “Manevi tazminat isteği niteliği itibarıyla tektir ve bölünemez, fazlaya ilişkin talep saklı tutulmak suretiyle bölümler halinde de istenemez. Sonradan gelişen bir olgunun varlığı iddia edilip kanıtlanmadığı sürece başlangıçta talep edilen manevi tazminat miktarı ıslahla da olsa artırılamaz.” şeklinde ifade edilmiştir.

Bu yazımızda öncelikle genel olarak ıslah müessesesini sonrasında manevi zararın ıslahını son olarak da dava dilekçesinde manevi zarar talep edilmememmişse ıslah yolu ile talep edilip edilemeyeceğini inceleyeceğiz.

1.İdari Yargıda Islah

Islah iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağının istisnası niteliğindedir. Kanunda açıkça bir hüküm bulunmadıkça ıslah yapılması mümkün değildir. 2013 yılında İdari Yargılama Usul Kanunda düzenleme yapılana kadar ıslahla ilgili açık bir düzenleme bulunmamaktaydı.

İdari Yargılama Usul Kanunun 31. Maddesinde bazı durumlarda HUMK hükümlerine atıfta bulunulmuştur. Fakat ıslah söz konusu hükümler arasında yer almadığından kanun değişikliği öncesinde ıslah mümkün olmamıştır. Bunun sonucunda önemli hak kayıpları meydana gelmiştir.

Hadin Okçu’nun yaptığı başvuruda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu durumun adil yargılanama, mülkiyet hakkı ve etkin başvuru hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir. Başvurucu 1980 yılında bekçilik görevini yerine getirirken yaralanmış ve kısmı felç olmuştur. Başvurucu 1991 yılında idareye maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuş ve talebin idare tarafında reddi sonrası idari yargıda tam yargı davası açmıştır. Karar defalarca bozulma sonrası ancak 2007 yılında kesinleşmiştir. İdari yargıda ıslah mümkün olmadığından dava açılmasından sonra geçen 16 yılda davacının talep ettiği maddi ve manevi tazminat enflasyon karşısında erimiştir. İdari yargıda hükmedilen yasal faiz ise bu zararı karşılamaktan çok uzaktır. Bu gerekçe ile başvurucu AİHM’de dava açmıştır.

AİHM, Yukarıdaki bilgileri göz önüne alan AİHM, tazminat tutarının davanın açıldığı tarihteki değeri ile talep edilebileceği tarihteki değeri arasındaki büyük farkın yargılamanın yavaş islemesinden ve gecikme faizlerinin yetersizliğinden kaynaklandığı kanaatine varmaktadır. AİHM, iç hukukta bu ihtilaflı durumun üstesinden gelebilecek etkili bir itiraz yolunun yokluğu ile ikiye katlanan bu tutarsızlığın başvuranı aşırı bir yük altına soktuğuna ve kamu yararı gereksinimleri ile başvuranın temel haklarının korunma zorunlulukları arasında olması gereken adil dengeyi bozduğuna hükmetmektedir. (Okçu/Türkiye, Başvuru no: 39515/03, 21.7.2009,p.60) şeklinde karar vermiştir.

Okçu/Türkiye kararı sonrasında yapılan kanun değişikliği ile ıslah müessesi idari yargıda da kabul edilmiştir. İdari Yargılama Usulü Kanununun 16. maddesinin 4. Fıkrasında düzenlenmiştir. İlgili maddede; “Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” denilmektedir. Buna göre idari yargıda ıslah yapılabilmesi için öncelikle dava ıslaha uygun bir dava olmalıdır. İdari dava türlerinden biri olan iptal davasında ıslah yolu kullanılamamaktadır. İdari Yargıda ıslah yolunun uygulanabilmesi için bir diğer şart söz konusu tam yargı davasında ancak davacı tarafından ıslah isteminde bulunulabileceği şartıdır. İdari Yargılama usulünde davalı ıslah isteminde bulunamaz. Bu bakımdan İdari Yargıda ıslah yolu, hukuk yargılamasındaki ıslah yolundan farklılık teşkil etmektedir.

Islah, İdari Yargılama Usulü Kanununun 16. Maddesinde yapılan 11.04.2013 tarihli değişiklik ile idari yargılamada tam yargı davalarına mahsus olmak üzere uygulanmaya başlamıştır. İlgili düzenlemeden önce idari yargıda ıslah müessesi olmadığından fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması veya dava konusunun arttırılması mümkün olmamaktaydı. Bu bakımdan gerçek zararın dava devam ederken tespit edilebileceği davalarda ciddi hak kayıpları meydana gelmekteydi. Ancak getirilen ıslah düzenlemesi ile bu durumun önüne geçilmiştir. Süre bakımından ıslah zamanı ise görülen davada nihai karar verilinceye kadardır. Yani idari yargıda davacı dava sonuçlanıp nihai karar verilinceye kadar ıslah yoluna başvurabilecektir.

2.İdarı Yargıda Manevi Zararın Islahı

2013 yılına kadar idari yargıda davacı dava dilekçesinde talep ettiği tazminat miktarı ile bağlı iken 11.04.2013 tarihindeki mevzuat değişikliği ile maddi ya da manevi ayrımı yapılmaksızın tazminat miktarı ıslah edilebilmektedir. HMK’da açıkça belirtildiği üzere hukuk davalarında manevi tazminat talebi dava açıldıktan sonra artırılamamaktadır. Bu bakımdan idari yargıda ıslah hususu farklılar göstermektedir.

İdari yargıda ıslah müessesesi, meydana gelen zararın gerçek miktarının dava görülürken belirlenmesi durumunda maddi tazminat için uygulanabileceği gibi, zararı doğuran olayın muhteviyatında tespit edilen yeni bulgular ışığında kişilerin manevi yönden daha fazla etkilendiği sonucuna ulaşıldığı takdirde manevi tazminat için de uygulanabilmektedir. Bu durum istisnai bir durum olmakla beraber ancak ve ancak manevi zararın sonradan gerçekten artmış olduğunun tespiti halinde uygulanabilecektir.

T.C. Danıştay 15. Daire E. 2013/3669 K. 2014/760 T. 17.2.2014

“…2577 sayılı Yasa’da yer almamasına karşılık, Danıştay içtihatları ile istemle bağlı olma kuralı uygulanarak, tam yargı davalarında dilekçede gösterilen uyuşmazlık konusu miktarın artırılamayacağı kabul edilmiştir. Tam yargı davalarında istemle bağlı olma kuralına ilişkin Danıştay’ın bu içtihatının, hak arama özgürlüğünün kullanımına ve adil yargılama hakkına engel oluşturduğu ileri sürülerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulmuş ve adı geçen Mahkemece ülkemiz aleyhine ihlal kararları verilmiştir.

Tam yargı davalarında istemle bağlı olma kuralının sebep olduğu hak kayıplarının giderilmesi amacıyla 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesinin 4. fıkrasına, 30.4.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanunun 4. maddesi ile ”Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir” cümlesi, aynı Kanun’un 5. maddesi ile de 2577 sayılı Kanun’a Geçici 7. madde olarak ”Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır. ”

Nitekim, 6459 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ( Tasarının 3. maddesi ) gerekçesinde, ”AİHM, devletin sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında, davacıların yargılamanın yavaş işlemesinden doğan zararlarını ortadan kaldıracak yeterli bir çözüm bulunmadığı yönünde ülkemiz aleyhinde ihlal kararları vermektedir. Düzenlemeyle, idarî yargıda açılan tam yargı davalarında talep edilen tazminatın daha yüksek olduğunun dava devam ederken anlaşılması durumunda, davacıya talep edilen miktarı arttırma hakkı verilmemesinin adil yargılama hakkının ihlali olarak kabul edilmesi sebebiyle, nihai karar verilinceye kadar ıslah suretiyle talep edilen tazminat miktarını arttırma hakkı tanınmaktadır.” ifadesine yer verilmiştir.

İdare Mahkemesi’nce, davacıların E:2006/1474 sayılı dosyalarındaki idari başvuru dilekçesi, dava dilekçesi, cevaba cevap dilekçesi ve 25.12.2009 tarihli ara karara verdikleri cevap incelendiğinde davacıların sözkonusu davayı açtıkları esnada çocuklarında kalıcı sakatlık meydana geldiğini bildikleri, buna göre tazminat isteminde bulunduklarının anlaşıldığı, buna göre 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde düzenlenen süreler geçirildikten sonra 10.06.2011 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, davacılar tarafından bilirkişi tarafından hesaplanan ancak Malatya İdare Mahkemesi’nin 13/05/2011 tarih ve E:2006/1474; K:2011/1204 sayılı kararı ile istemle bağlı kalınarak hükmedilmeyen 286.950,50-TL maddi tazminatın ödenmesine karar verilmesinin istenildiği, bu yönüyle ikinci başvurunun reddi üzerine 10.06.2011 tarihinde açılan davanın 09.02.005 tarihinde açılan davanın devamı niteliğinde olduğu, yukarıda belirtildiği üzere ıslah talebi olarak değerlendirilerek ve ıslaha ilişkin hükümler uygulanarak bir karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır…”

Danıştay 10. Dairesi E: 2009/9938E., K: 2014/1117sayılı ve T: 25.02.2014 tarihli kararında;

“2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda, 6459 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktarın, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin artırılmasına olanak tanınmıştır. Görüldüğü üzere, Yasanın “tam yargı davalarında, dava dilekçesinde belirtilen miktarın artırılabileceği” ifadesine yer verdiği; tazminat tutarının maddi veya manevi zararların karşılanmasına yönelik olup olmamasına ilişkin olarak bir ayrımdan söz etmediği anlaşılmaktadır. Bu itibarla, söz konusu artırım olanağının maddi tazminat tutarının yanında manevi tazminat tutarı içinde uygulanabileceği sonucuna varılmaktadır. Bir başka ifade ile davacıların artırılan miktara isabet eden harcı ödemek suretiyle kararı veren Mahkemeye verecekleri dilekçe ile bir defaya mahsus olmak üzere dava dilekçesinde gösterilen maddi ve manevi tazminat miktarını artırmaları mümkündür.” denilmektedir.

Danıştay 10. Dairesi E: 2019/10269, K: 2021/530 ve T:16.02.2021 kararı da benzer yöndedir.

Yukarda alıntıladığımız kararlardan görüleceği üzere Danıştay manevi tazminatın ıslahı konusunda Yargıtay’dan farklı düşünmektedir.

  1. Manevi Tazminatın Islahı

Tam yargı davasında manevi tazminatın ıslah edilebileceği hususu açıklanmıştır. Fakat davacı tarafın tam yargı davasında, dava dilekçesinde manevi tazminatı talep etmemiş ise sonradan ıslah yolu ile manevi tazminat talep edip edilemeyeceği ayrıca incelenmesi gereken bir konudur.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E. 2014/1193, K. 2016/800 ve T. 15.6.2016 sayılı kararında bu durumuhaksız fiil nedenine dayalı tazminat istemli davada, davanın konusunu sadece maddi tazminat oluşturmaktadır. Dava konusu edilmeyen manevi tazminat talebi ayrı bir müddeabihtir. Bu nedenle de ıslahın konusu olamayacakları; eş söyleyişle eldeki davada başlangıçta dava edilmeyip, ıslahla davaya katılmak istenen manevi tazminat ayrı bir müddeabih olmakla, ayrı bir davanın konusunu teşkil edecekleri, kanaatına oyçokluğu ile varılmıştır. Nitekim benzer ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 29.06.2011gün ve 2011/1-364-453 E. / K. sayılı kararında da kabul edilmiştir.” şeklinde ifade etmiştir.

İdari Yargılama Usulü Kanununun 16. maddesinin 4. Fıkrasındaki düzenlemede ise; “Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” denilmektedir.

Görüleceği üzere kanun maddesinde sadece talep miktarının arttırılabileceği açıkça belirtilmiştir. Bu sebeple idari yargıda dava dilekçesi ile talep edilmeyen manevi tazminatın ıslah yolu ile talep edilmesi mümkün değildir.

Sonuç

Danıştay idare hukukunda manevi tazminat talebi ile ilgili verdiği hükümlerde, manevi tazminatın maddi anlamda meydana gelen bir zararın telafisi olmadığını, kişinin başına gelen olay sebebi ile ruhen yaşadığı olumsuzlukların telafi edilmesi için hükmedilen bir bedel olduğunu belirtmektedir. Nitekim yaşanan olay nedeniyle kişinin uğradığı manevi zarar miktarının net rakamlarla belirlenmesi her zaman mümkün olamamaktadır. Hal böyle olunca dava süreci devam ederken kişinin uğradığı zararın dava dilekçesinde belirttiği miktardan fazla olacağı durumlarda manevi zararın ıslahı kabul edilmektedir. Fakat dava dilekçesinde belirtilmeyen manevi zararların ıslah yolu ile talep edilmesi mümkün değildir.

Av. Hale DEMİR

KİRA GELİRLERİ İÇİN VERGİ BEYANI

Kira gelirlerinin vergilendirilmesi hususu 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 70. maddesinde düzenlenmiştir. İlgili düzenlemeye göre, mal ve hakların kiraya verilmesi sonucunda elde edilen gelirlerin, “gayrimenkul sermaye iradı (GMSİ)” olarak adlandırılmakta ve bu gelirlerin belirli koşullar altında gelir vergisine tabi olduğunu belirtmektedir.

 Gelir Vergisi Kanunu’nun 70. maddesinde;

 

Aşağıda yazılı mal ve hakların sahipleri, mutasarrıfları, zilyetleri, irtifak ve intifa hakkı sahipleri veya kiracıları tarafından kiraya verilmesinden elde edilen iratlar gayrimenkul sermaye iradıdır: 

  1. Arazi, bina (Döşeli olarak kiraya verilenlerde döşeme için alınan kira bedelleri dahildir), maden suları, menba suları, madenler, taş ocakları, kum ve çakıl istihsal yerleri, tuğla ve kiremit harmanları, tuzlalar ve bunların mütemmim cüzileri ve teferruatı; 
  1. Voli mahalleri ve dalyanlar; 
  1. Gayrimenkullerin, ayrı olarak kiraya verilen mütemmim cüzileri ve teferruatı ile bilumum tesisatı demirbaş eşyası ve döşemeleri; 
  1. Gayrimenkul olarak tescil edilen haklar; 
  1. (3239 sayılı Kanunun 55’inci maddesiyle değişen bent) Arama, işletme ve imtiyaz hakları ve ruhsatları, ihtira beratı (İhtira beratının mucitleri veya kanunî mirasçıları tarafından kiralanmasından doğan kazançlar, serbest meslek kazancıdır.), alameti farika, marka, ticaret unvanı, her türlü teknik resim, desen, model, plan ile sinema ve televizyon filmleri, ses ve görüntü bantları, sanayi ve ticaret ve bilim alanlarında elde edilmiş bir tecrübeye ait bilgilerle gizli bir formül veya bir imalat usulü üzerindeki kullanma hakkı veya kullanma imtiyazı gibi haklar (Bu hakların kullanılması için gerekli malzeme ve teçhizat bedelleri de gayrimenkul sermaye iradı sayılır.); 
  1. (202 sayılı Kanunun 35’inci maddesiyle değişen bent) Telif hakları (bu hakların, müellifleri veya bunların kanuni mirasçıları tarafından kiralanmasından doğan kazançlar, serbest meslek kazancıdır); 
  1. (202 sayılı Kanunun 35’inci maddesiyle değişen bent) Gemi ve gemi payları (Motorlu olup olmadıklarına ve tonilatolarına bakılmaz) ile bilumum motorlu tahmil ve tahliye vasıtaları; 
  1. (3239 sayılı Kanunun 55’inci maddesiyle değişen bent) Motorlu nakil ve cer vasıtaları, her türlü motorlu araç, makine ve tesisat ile bunların eklentileri. düzenlemesi yer almaktadır.

Bu hüküm ve kira geliriyle ilgili olarak Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yayınlanan Tebliğ hükümleri göre;

 

SADECE MESKEN KİRA GELİRİ ELDE EDENLER

 

-2023 yılı içerisinde tahsil etmiş olduğu toplam mesken kira geliri 21.000-TL’ nin üzerinde olanlar gelir vergisi beyannamesi vermek zorundadırlar. Burada kira bedelinin tahsil edilerek kiralayanın uhdesine geçmesi gerekmekte olup tahsil edilmeyen kira bedelleri beyan edilmeyecektir.

 

-Birden fazla yıla ilişkin kira bedellerinin 2023 yılında tahsil edilmesi halinde; tahsil edilen kira bedelleri ileriye dönük kira yıllarının peşin ödemesi ise sadece 2023 yılına ilişkin olanı beyan edilecektir. Ancak tahsil edilen kira bedelleri 2023 ve önceki yıllara ait ise kira gelirinin  tamamının 2023 yılında elde edilerek beyan edilecektir.  

 

-2023 yılı için 21.000-TL istisna uygulanacaktır. Bu istisnadan sadece mesken kira geliri elde edenler faydalanabilecektir.

 

-Bu istisna sadece tek mesken için uygulanacak olup birden fazla mesken kirası elde edenler için istisna kira gelirleri toplamına bir defa uygulanacaktır.

 

-Bir konuta birden fazla kişinin ortak olması halinde ise bu konuttan elde edilen kira geliri için her bir ortak söz konusu istisnadan ayrı ayrı yararlanabilir.

 

-Sadece mesken kira geliri elde etse bile ticari, zirai veya mesleki kazancından dolayı vergi mükellefiyeti bulunanlar istisnadan faydalanamayacaklardır.

 

-Mesken kirası elde edenler götürü veya gerçek gider yöntemini seçebilirler. Fakat götürü gider yöntemini seçen mükellefler 2 yıl geçmedikçe gerçek gider yöntemine geçemezler.

 

-Götürü gider yöntemini seçenlerin mesken kira gelirinden 21.000-TL istisna düşüldükten sonra %15 oranında indirim uygulanır.

 

-Gerçek gider yöntemini seçenler sahibi bulunduğu konutu kiraya verip, kendisi de kirada oturuyorsa 2023 yılı içinde ödediği kira tutarını gider olarak yazabileceklerdir.

 

-Gerçek gider yöntemini seçenler kiraya verdikleri mesken için yapılan borç ödemelerinin sadece faiz kısmını gider olarak yazabilirler.

 

-Gerçek gider yöntemini seçenler sadece mesken olarak kiraya verilen gayrimenkulleri için elde ediliş tarihinden itibaren 5 yıl boyunca iktisap bedelinin %5’i tutarında gider olarak gösterebilirler.

 

-Gerçek gider yöntemini seçen mükellefler yaptıkları giderlerle ilgili belgeleri 5 yıl boyunca saklamak ve istendiğinde ibraz etmek zorundadırlar.

 

-Mükellefler 01/01/2023-31/12/2023 dönemine ait beyana tabi kira gelirini 2024 yılı mart ayının başından son günü akşamına kadar beyan etmek zorundadırlar.

 

-Mesken kirası elde edip beyan vermeyen veya eksik beyan edenler 21.000-TL tutarlı istisnadan yararlanamazlar.

 

-2023 yılı içerisinde 21.000-TL üzeri mesken kira geliri yanında, beyanı gerekip gerekmediğine bakılmaksızın ayrı ayrı veya birlikte elde edilen ücret, menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve iratların gayri safi tutarları toplamının 550.000-TL’yi geçmesi halinde 21.000-TL’lik mesken istisnasından yararlanılamaz.

 

SADECE İŞYERİ KİRA GELİRİ ELDE EDENLER

 -2023 yılı içerisinde tahsil etmiş olduğu toplam işyeri kira geliri 150.000-TL üzeri olanlar beyanname vermek zorundadırlar.

 

-Sadece işyeri kirası elde etse bile ticari, zirai veya mesleki kazancından dolayı mükellefiyeti bulunanlar bu sistemden yararlanamazlar.

 

-Bir işyerine birden fazla kişinin ortak olması halinde ise bu işyerinden elde edilen kira gelirden her bir ortağın hissesine düşen kira gelirinin 150.000-TL tutarı aşması halinde ayrı ayrı beyanname vermek zorundadırlar.

 

-İşyeri kirası elde edenler götürü veya gerçek gider yöntemini seçebilirler fakat götürü gider yöntemini seçen mükellefler 2 yıl geçmedikçe gerçek gider yöntemine geçemezler.

 

-Götürü gider yöntemini seçenlerin işyeri kira gelirinden %15 oranında indirim uygulanır.

 

-Kiraya verilen gayrimenkul elde ediliş tarihinden itibaren 5 yıl boyunca iktisap bedelinin %5’i tutarında indirim sadece mesken olarak kiraya verilen gayrimenkul için geçerli olup işyeri olarak kiraya verilen gayrimenkuller bu indirimden yararlanamayacaktır.

 

-Gerçek gider yöntemini seçen mükellefler yaptıkları giderlerle ilgili belgeleri 5 yıl boyunca saklamak ve istendiğinde ibraz etmek zorundadırlar.

 

-Mükellefler 01/01/2023-31/12/2023 dönemine ait beyana tabi kira gelirini 2024 yılı mart ayının başından son günü akşamına kadar beyan etmek zorundadırlar.

 

-İşyerlerini Basit Usul’e tabi mükelleflere kiraya verenlerin 01/01/2023-31/12/2023 tarihleri arasında elde ettikleri kira gelirleri 8.400-TL’yi geçiyorsa GMSİ-Kira Beyannamesi vermeleri gerekmektedir.

 

HEM MESKEN HEM İŞYERİ KİRA GELİRİ ELDE EDENLER

 

-Mesken kira gelirinin 21.000-TL istisna düşüldükten sonraki kalan tutar ile işyeri kira gelirlerinin toplamı 2023 yıl için 150.000 TL’yi aşması halinde mesken ve işyeri için beyanname verilmesi gerekmektedir.

 

-Mesken kira gelirinin 21.000-TL istisna düşüldükten sonraki kalan tutar ile işyeri kira gelirlerinin toplamı 2023 yıl için 150.000-TL’yi aşmaması halinde ise işyeri kira geliri beyan edilmeyip sadece mesken kira geliri beyan edilecektir.

 

-Eğer mesken kira geliri 21.000-TL istisna tutarının altında ise mesken kira geliri toplama dahil edilmeyecektir.

 

-İşyeri kirası elde edenler götürü veya gerçek gider yöntemini seçebilirler fakat götürü gider yöntemini seçen mükellefler 2 yıl geçmedikçe gerçek gider yöntemine geçemezler.

 

-Götürü gider yönteminin seçilmesi halinde 21.000-TL mesken istisna tutarı düşüldükten sonra kalan tutar üzerinden %15 oranında indirim uygulanır.

 

-Kiraya verilen gayrimenkul elde ediliş tarihinden itibaren 5 yıl boyunca iktisap bedelinin %5’i tutarında indirim sadece mesken olarak kiraya verilen gayrimenkul için geçerli olup işyeri olarak kiraya verilen gayrimenkuller bu indirimden yararlanamayacaktır.

 

-Gerçek gider yöntemini seçen mükellefler yaptıkları giderlerle ilgili belgeleri 5 yıl boyunca saklamak ve istendiğinde ibraz etmek zorundadırlar.

 

-Mükellefler 01/01/2023-31/12/2023 dönemine ait beyana tabi kira gelirlerini 2024 yılı mart ayının başından son günü akşamına kadar beyan etmek zorundadırlar.

 

-İşyerlerini Basit Usul’e tabi mükelleflere kiraya verenlerin 01/01/2023-31/12/2023 tarihleri arasında elde ettikleri kira gelirleri 8.400-TL’yi geçiyorsa GMSİ-Kira Beyannamesi vermeleri gerekmektedir.

 

 KİRA GELİR VERGİSİ BEYANNAMESİ NASIL VE NEREYE VERİLECEK

 Vergi hukukunda “Gayrimenkul Sermaye İradı” (GMSİ) olarak adlandırılan kira gelirleri gerçek kişilerce mart ayının son gününe kadar beyan edilerek, bu gelir üzerinden hesaplanan gelir vergisi biri mart diğeri ise temmuz ayı olmak üzere iki eşit taksitte ödenebilmektedir.

 -Kira Gelir Vergisi Beyannamesi kağıt ortamında vergi dairesine verilebilir.

 -Dijital Vergi Dairesi (Hazır Beyan Sistemi) üzerinden, beyana tabi gelirleri sadece gayrimenkul sermaye iradı (kira geliri), menkul sermaye iradı, ücret ile diğer kazanç ve irat gelirlerini ayrı ayrı veya birlikte elde eden mükellefler beyannamelerini verebilirler.

 

-Kira geliri yönünden gelir vergisi mükellefiyeti bulunmayanlar da Dijital Vergi Dairesinden (Hazır Beyan Sistemi) yararlanabilmektedir. Buna göre; vergi dairesinde mükellefiyet kaydı bulunmadığında, Sistem üzerinden hazırlanan kira beyannamesi elektronik ortamda onaylandığı anda, şahıs adına vergi dairesinde mükellefiyet tesisi ve vergi tahakkuku işlemleri otomatik olarak gerçekleştirilmektedir.

 

-Hazır Beyan Sistemine ve detaylı bilgiye Gelir İdaresi Başkanlığının www.gib.govr.tr internet adresinden ulaşılabilir.

 

Hazır Beyan Sistemine;

 

  • Hazır Beyan (www.gib.gov.tr) adresinden (Kullanıcı Kodu ile Giriş, e-Devlet Yöntemi ile Giriş veya Yabancı Kimlik Numarası ile Giriş),
  • Dijital Vergi Dairesinden (Hazır Beyan Sistemi),

giriş yapılabilir.

 

Yurtdışında yaşayan ve Sistem üzerinden beyanname vermek isteyen T.C. vatandaşları, mavi kartlılar ve yabancı kimlik numarası sahibi yabancılar Dış Temsilciliklerinden e-Devlet şifresi alabilirler.

 

Ayrıca, beyanname Hazır Beyan mobil uygulaması aracılığıyla da cep telefonundan da gönderilebilir.

 

KİRA GELİR VERGİSİ NASIL VE NEREYE ÖDENECEKTİR

 

Mükellef, kira gelir vergisi ödemesini;

 

-İkametgahının bağlı olduğu vergi dairesine,

 

-Tahsilat yetkisine sahip banka şubelerine, İnternet bankacılığı ile mobil uygulama üzerinden banka aracılığı ile,

 

-Gelir İdaresi Başkanlığının İnteraktif Vergi Dairesi platformu vasıtası ile mobil bankacılık ile -Vergi N0/TC Kimlik N0 ve bağlı bulunduğu vergi dairesi bilgisi ile  herhangi bir vergi dairesine ödeme yapabilir.

 

KİRA GELİR VERGİSİ BEYANININ ZAMANINDA VERİLMEMESİ VE ÖDENMEMESİ

 

-Kira gelir vergisinin zamanında beyan edilmemesi halinde, Usulsüzlük cezası gerektirir.

 

-Süresinde verilmeyen GMSİ beyannamesi, Pişmanlık hükümlerine göre verilmesi ve pişmanlık hükümleri gereği 15 gün içinde ödenmesi halinde ayrıca vergi zıyaı ceza kesilmez, normal vade tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süre için gecikme faizi alınır. İstisnadan yararlanılır.

 

– Süresinde verilmeyen GMSİ beyannamesi, Pişmanlık hükümlerine göre verilmemesi halinde, tahakkuk eden verginin ½ oranında vergi zıyaı cezası kesilir ve normal vade tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süre için gecikme faizi alınır. İstisnadan yararlanılır.

 

-Vergi dairesi beyanname verilmediğini tespit edip beyanname verilmesi gerektiği mükellefe bildirilmesi üzerine verilen beyannamelerde Pişmanlık hükümleri uygulanmaz.

 

-Zamanında beyan edildiği halde vadesinde ödenmeyen Kira Gelir Vergisi (GMSİ) için, ödemenin yapıldığı tarihe kadar geçen süre için gecikme zammı uygulanır.

 

 KİRA GELİRLERİNİN ELDEN TAHSİL EDİLMESİ

 

-Mesken kira geliri elde edenler, kira tutarı 500-TL’yi aşması halinde kira bedellerini bankadan tahsil etmeleri gerekmektedir. Kira bedeli 500-TL’yi aştığı halde elden tahsil edilen kiralayanlara, her bir kira için 1.900-TL özel usulsüzlük cezası kesilir.

 

-İşyeri kira geliri elde edenler, kira bedeli ne olursa olsun kira gelirlerini her halükarda banka yolu ile tahsil etmek zorundadır. İşyeri kira gelirinin elden tahsil edilmesi hallerinde her bir tahsilat için 1.900,00 TL özel usulsüzlük cezası kesilir.

 

-İşyeri kira ödemesini yapan kiracılar ise, kiralarının elden ödemeleri hallerinde, her bir kira ödemesi için işletme hesabına göre defter tutanlar için 3.700-TL, serbest meslek erbapları ile birinci sınıf defter tutan mükellefler ve sermaye şirketlerine, 7.500-TL Özel Usulsüzlük cezası kesilir.

 

Hüseyin CANPOLAT

Vergi Uzmanı

SEÇME ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI

ANAYASA MAHKEMESİNİN İHLAL KARARININ UYGULANMAMASI NEDENİYLE BİREYSEL BAŞVURU HAKKININ İHLAL EDİLMESİ

(Şerafettin Can Atalay (3) [GK], B. No: 2023/99744, 21/12/2023)

Kamuoyunda Gezi Parkı Davası olarak bilinen ceza davasının sanıklarından olan başvurucu, milletvekili seçilmesi nedeniyle yasama dokunulmazlığına sahip olduğunu belirterek Yargıtaydan durma kararı verilmesini ve tahliye edilmesini talep etmiştir. Başvurucunun bu talebi, işin esası bilahare incelenmek üzere reddedilmiştir. Başvurucunun bireysel başvuruda bulunması üzerine Anayasa Mahkemesi, başvurucunun seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. İhlal kararı kendisine gönderilen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi (ilk derece mahkemesi), kararına ilişkin herhangi bir kanun yolu zikretmeyerek başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararının Yargıtayca onanmasını gerekçe göstermek suretiyle dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesine göndermiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Yargıtay 3. Ceza Dairesine başvurucunun yasama dokunulmazlığından faydalanamayacağı yolunda bir mütalaa vermiş; söz konusu mütalaa başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Yargıtay 3. Ceza Dairesi “Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamasına” şeklinde Türk hukukunda bulunmayan bir karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yönelik itirazını inceleyen ilgili daire ise karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir.

Anayasa Mahkemesi, Anayasa ve kanunlar Anayasa Mahkemesi kararını yerine getirme yükümlülüğü altında olan kamu makamlarına ve somut olayda ilk derece mahkemesine dosyayı farklı bir yargı merciine gönderme yetkisi vermediği gibi herhangi bir yargısal makamı da Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını tartışma konusunda yetkilendirmediğini vurgulamıştır.  kararda, Anayasa Mahkemesi kararının bağlayıcılığı, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenleri kapsadığı gibi ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak merciin belirlenmesini de kapsar. Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmasının reddedilmesi ve hukukun emrettiği yöntemler izlenerek ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmaması Anayasa’nın 153. maddesinin sözüyle açıkça çelişen, anayasa koyucunun iradesine aykırı bir yorum ve uygulama olmuşturduğu belirtilmiştir.

Sonuç olarak ilk derece mahkemesinin yetkisi dâhilindeki bir dosyayı Yargıtaya göndermesiyle başlayan, Yargıtayın da Anayasa hükümlerini gözardı ederek verdiği bir kararla şekillenen süreç Anayasa’nın sözüne açıkça aykırılık oluşturmuş ve neticede başvurucunun bireysel başvuru hakkı, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlaline edildiğine hükmedilmiştir.

MİLLETVEKİLİ ADAYI OLMAK İÇİN İSTİFA EDİLEN KADROYA TEKRAR ATANMAMA NEDENİYLE SEÇİLME HAKKININ İHLAL EDİLMESİ

(Mehmet Demircioğlu [GK], B. No: 2020/35797, 14/9/2023)

Sağlık Bakanlığı bünyesinde bir süre vekâleten bir süre de asaleten daire başkanlığı görevinde bulunan başvurucunun 2011 yılında yürürlüğe giren 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (663 sayılı KHK) uyarınca daire başkanlığı görevi sona ermiş ve başvurucu, şahsa bağlı bakanlık müşavirliği kadrosuna atanmıştır. Ancak başvurucunun özlük hakları bahsi geçen KHK uyarınca fark tazminatı ödenmek suretiyle korunmuştur. Başvurucu, bakanlık müşaviri ünvanı ile genel idare hizmetleri sınıfında görev yapmaktayken milletvekili adayı olabilmek için istifa etmiş, seçimde aday gösterilmemesi üzerine Sağlık Bakanlığına başvurarak eski görevine iadesini talep etmiş ancak mühendis kadrosuna atanmıştır. Başvurucunun göreve geri dönme talebinde bulunduğu tarihten birkaç gün sonra yürürlüğe giren 703 sayılı KHK ile de 663 sayılı KHK ile getirilmiş olan tüm şahsa bağlı müşavirlik kadroları kaldırılmış ancak 703 sayılı KHK hâlihazırda bu kadrolarda bulunanlara birtakım imkânlar tanımıştır. Başvurucunun anılan işlemin iptali ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı özlük haklarının iadesi talebiyle açtığı davada idare mahkemesi, dava konusu işlemi iptal etmiş ve davacının yoksun kaldığı mali ve özlük haklarının ödenmesi gerektiğine hükmetmiştir. İdarenin yaptığı istinaf  başvurusu üzerine bölge idare mahkemesi, söz konusu kararı kaldırmış ve davanın kesin olarak reddine karar vermiştir.

AYM’e göre seçilme hakkını kullanan bir kamu görevlisinin yeterli gerekçeler sunulmadan eski görevinin sağladığı imkânlardan faydalanamamasının seçilme hakkının kullanılmasında caydırıcı bir etki oluşturacağı açıktır. Anayasa Mahkmesi, söz konusu caydırıcı etki nedeniyle seçilme hakkına yapılan müdahalenin başvurucunun ve başvurucu ile benzer koşullarda olan kamu görevlilerinin ülkenin siyasal hayatına katılımını engelleyici bir etkisi olduğu değerlendirimiştir. Sonuç olarak bölge idare mahkemesinin hatalı yorumu nedeniyle kanunilik şartını karşılamayan söz konusu müdahalenin ayrıca demokratik toplumda zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık geldiğinin ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulamadığı ve başvurucunun istifa öncesindeki ve sonrasındaki statüsü kıyas edildiğinde orantılı da olmadığı kanaatine varılmıştır.  Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle seçilme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

1 MAYIS KUTLAMALARINA YAPILAN MÜDAHALELERİN İLGİLİ VE YETERLİ GEREKÇESİ OLMAMASI NEDENİYLE TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞÜ DÜZENLEME HAKKININ İHLAL EDİLMESİ

(Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Disk) ve diğerleri [GK], B. No: 2016/14517, 12/10/2023)

Başvurucular 2014 ve 2015 yıllarında -ayrı ayrı olmak üzere- 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü etkinlikleri kapsamında İstanbul Taksim Meydanı’nda kutlama yapmak istemiştir. Başvurucular, bu amaçla İstanbul Valiliğine (Valilik) hitaben yazdıkları dilekçeler ile Taksim Anıtı’na çelenk ve Kazancı Yokuşu başına karanfil bırakılarak saygı duruşunda bulunulacağı ve kutlama gerçekleştirileceği yönünde bildirimde bulunmuştur. Valilik 2014 ve 2015 yıllarının her ikisinde de kamu düzeni ve güvenliği gerekçesiyle kutlama yapılmasına ilişkin talebi uygun görmemiş, 2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatilleri Hakkında Kanun’un 2. maddesi uyarınca konfederasyonlar ve bağlı sendikalar, siyasi partiler, meslek odaları ile çeşitli sivil toplum kuruluşlarının bayram kutlaması amacıyla Taksim Meydanı’na çelenk bırakabileceğini, basın açıklaması düzenleyebileceğini ve anma etkinliğini sembolik katılımla yapabileceğini belirtmiştir. Başvurucular -kendi beyanlarına göre- 1 Mayıs 2014 ve 1 Mayıs 2015 tarihlerinde Emek ve Dayanışma Günü kutlamalarını İstanbul Taksim Meydanı’nda gerçekleştirmek üzere yürüyüşe geçmiştir. Ancak kortejin önü meydana çıkan yollara konuşlandırılan kolluk güçleri ve toplumsal olaylara müdahale araçlarıyla kesilmiştir. Başvurucular toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmak isteyen birçok kişinin gaz bombası, plastik mermi ve tazyikli su kullanımı nedeniyle yaralandıkları iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunmuştur. Başsavcılık, şikâyet edilen üst düzey kamu görevlileri hakkında 2014 ve 2015 yıllarındaki iki şikâyet için de kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararlara yapılan itirazlar sulh ceza hâkimlikleri tarafından reddedilmiştir.

Başvurulara konu olaylarda gösteri yürüyüşleri henüz başlamadan kolluk güçlerince müdahale edilmiştir. Düzenlenen tutanak ve belgelerde, etkinliklerin bazı faaliyetlerin aksamasına neden olduğu, kamu düzenini bozduğu veya alınan güvenlik önlemlerini zaafa uğrattığı yönünde herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Ayrıca başvuruya konu toplantıların içeriği, şekli, amacı, süresi, katılımcı sayısı, Taksim Meydanı’nda yapılacak bir toplantının gündelik yaşamı aşırı ve katlanılamaz düzeyde zorlaştırıp zorlaştırmayacağı, bu yerde etkinlik yapılmasını mümkün kılacak şekilde bir tedbir alınıp alınamayacağı, sunulacak alternatif mekânın toplanma hakkını etkisiz hâle getirip getirmeyeceği idare ve yargı mercii tarafından değerlendirilmemiştir. Bu doğrultuda mevcut olaylarda idarenin 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılmasını mutlak surette yasaklamasını gerektirecek gerçek bir tehlikenin varlığını açıklamadan ve katılımcıların anılan yerde etkinlik yapabilmeleri için mümkün olan önlemler bulunup bulunmadığını irdelemeden tercih edilen mekânda toplanmayı yasakladığı görülmüştür. Kolluk güçlerinin de yasaklama kararlarına dayanarak anılan hakkın kullanılabilmesine yönelik hiçbir tolerans göstermeden gruplara müdahale ettikleri anlaşılmıştır.

Sonuç olarak 2014 ve 2015 yıllarında 1 Mayıs’ı Taksim Meydanı’nda kutlamak isteyen başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik olarak zor kullanılmak suretiyle dağıtılması şeklindeki müdahalelerin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı ve demokratik bir toplumda gerekli olduğu ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulmamıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

KAMULAŞTIRMA İŞLEMİNİN İPTALİ DAVASININ REDDİ NEDENİYLE MÜLKİYET HAKKININ İHLAL EDİLMESİ

(Hakan Bilal Kutlualp [GK], B. No: 2019/19597, 14/9/2023)

Başvurucunun taşınmazının da içinde bulunduğu alan 1/5.000 ölçekli Hadımköy Sanayi Bölgesi, nâzım imar planında ve 1/1.000 ölçekli Hadımköy Sanayi Bölgesi 1. Etap uygulama imar planında yoğunluklu olarak sanayi alanında kalmaktadır. Anadolu Sanayicileri Toplu İşyeri Yapı Kooperatifinin (ASKOOP) Toplu Konut İdaresi Başkanlığına (TOKİ) yazdığı yazıda başvuru konusu taşınmazın da içinde bulunduğu alanın tüm harcamaları Kooperatif tarafından karşılanmak üzere kamulaştırılması talep edilmiştir. Bu talep üzerine başvuru konusu taşınmazı da kapsayan alanın 1164 sayılı Arsa Üretimi ve Değerlendirilmesi Hakkında Kanun’un 9. maddesine dayanılarak Avrupa Yakası’ndaki sanayi tesislerinin tek bir merkezde toplanmasını sağlamak amacıyla kamulaştırma kararı verilmiştir

ASKOOP’un talebi üzerine alınan kamulaştırma kararı sonrasında TOKİ ve ASKOOP arasında düzenlenen protokolde kamulaştırma işlemleri için ASKOOP’un TOKİ hesabına avans yatıracağı, kamulaştırma bedellerinden, tapu masraflarından, her türlü vergi ve harçlardan ASKOOP’un sorumlu olacağı kararlaştırılmıştır. Ayrıca davaların ASKOOP avukatları tarafından takip edileceği ve kamulaştırma sonrası TOKİ adına tapuya tescil edilen taşınmazların ASKOOP’a devredileceği konularında anlaşmaya varılmış ve başvuru konusu taşınmazı da kapsayan alanın TOKİ adına tescil edilmesinden sonra taşınmazlar ASKOOP’a satılarak devredilmiştir. Kamulaştırma kararı üzerine TOKİ, asliye hukuk mahkemesinde başvurucu aleyhine kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davası açmış; asliye hukuk mahkemesi 7.250.000 TL kamulaştırma bedeli tespit etmiş ve bu bedelin başvurucuya ödenmesi karşılığında taşınmazların TOKİ adına tesciline hükmetmiştir. Yargıtay bu kararı bedelin yüksek belirlendiği gerekçesiyle bozmuştur.

Başvurucunun kamulaştırma işleminin iptali talebiyle TOKİ aleyhine açtığı davada idare mahkemesi yetki yönünden ret kararı vermiştir. Bunun üzerine başvurucu, yetkili idare mahkemesinde kamulaştırma işleminin iptali talebiyle dava açmış; idare mahkemesi ise davanın reddine karar vermiştir.  İdare mahkemesi kararının Danıştay tarafından bozulması sonrası TOKİ karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Danıştay bozma kararını kaldırarak ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir.

Kamulaştırma mahiyeti itibarıyla Anayasa’nın 46. maddesi uyarınca devlet ve kamu tüzel kişilerince kamu yararının gerektirdiği hâllerde yapılabilir. Somut olayda olduğu gibi özel bir kişinin talebiyle ve bütünüyle özel bir kişi adına yürütüldüğü anlaşılan kamulaştırma işlemi mülkten yoksun bırakmayı mümkün kılan kamu yararının varlığını tartışılır hâle getirmektedir. Bu durum, bireylerin kendi taşınmazını imar kuralları çerçevesinde serbest piyasa ortamında dilediği gibi -taşınmazı devretmeme dâhil- tasarruf edebilmeleri imkânının ortadan kaldırılmasına yol açmaktadır. Üstelik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nda kamulaştırma işleminin devlet ve kamu tüzel kişilerince ancak özel kanunlarına dayanılarak gerçek ve özel hukuk tüzel kişileri adına kamulaştırma yapılabileceği belirtilmişken somut olayda ASKOOP lehine böyle bir kamulaştırma yapılabileceğine dair özel bir kanun hükmünün varlığı da ortaya konulamamıştır.

Sonuç olarak TOKİ tarafından kamulaştırma yapılmış gözükse de aslında ASKOOP için yapıldığı anlaşılan söz konusu kamulaştırma işleminin Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen devlet ve kamu tüzel kişilerince kamu yararının gerektirdiği hâllerde kanunla gösterilen esas ve usullere göre kamulaştırma yapılması güvencesine uygun düşmemektedir. Bu bağlamda başvuruya konu kamulaştırma işleminin mülkiyet hakkının korunması yönünden öngörülemez ve keyfî durumlara yol açtığı, müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunmadığı değerlendirilmiştir.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

KÖŞE YAZILARINDAKİ İFADELERLE İFTİRA SUÇUNUN İŞLENDİĞİNE İSTİNADEN HAPİS CEZASINA HÜKMEDİLMESİ NEDENİYLE İFADE VE BASIN ÖZGÜRLÜKLERİNİN İHLAL EDİLMESİ

(Özgür Boğatekin [GK], B. No: 2020/23730, 14/6/2023)

İnternet üzerinden yayın yapan bir gazetede muhabir olan başvurucu, çeşitli tarihlerde gazetede ilçe kaymakamı hakkında köşe yazıları yayımlamıştır. Söz konusu köşe yazıları nedeniyle kaymakam suç duyurusunda bulunmuş ve başvurucu hakkında iftira suçundan dava açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda asliye ceza mahkemesi başvurucunun anılan suçtan hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiş, kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay hükmü onamıştır.

Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen kanunilik ölçütüne ilişkin ilkeler dikkate alındığında kanunda öngörülen normun kapsamına girmediği anlaşılan bir fiilin işlenmesini normun ihlali olarak gören bir yargısal yorumun öngörülebilirlik şartını sağladığı söylenemez. Başvuruya konu yazılar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun dönemin ilçe kaymakamı hakkında idari veya adli bir soruşturma açılmasını hedeflediği ve bu kasıtla hareket ettiği sonucuna varmak aşırı bir yorum olacaktır. Dolayısıyla bir gazeteci olarak başvurucu, kaymakam hakkında bir soruşturma açılmasını değil onun birtakım işlem ve davranışlarının toplum nezdinde sorgulanmasını amaçlamaktadır. Dahası ilk derece mahkemesi; başvurucunun hukuka aykırı fiili işlemediğini bildiği hâlde müştekiye isnat ettiğini de kesin delillere dayalı olarak ve her türlü şüpheden uzak bir biçimde gösterememiştir. Bu bağlamda başvuru konusu müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen kanunilik şartını karşılamadığı sonucuna varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

İŞ SÖZLEŞMESİNİN FESHİ NEDENİYLE ÖZEL HAYATA SAYGI HAKKININ VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İHLAL EDİLMESİ

(Ayhan Deniz ve diğerleri [GK], B. No: 2019/10975, 14/6/2023)

Olayların meydana geldiği tarihte bir şirkette çalışmakta olan başvurucular hakkında sosyal medya paylaşımlarına istinaden inceleme raporları hazırlanmıştır. Bu inceleme raporları sonrasında anılan şirketin Disiplin Kurulunun kararları uyarınca başvurucuların iş sözleşmeleri feshedilmiştir. Başvurucular bu kararlara karşı ayrı ayrı işe iade istemli tespit davaları açmış, iş mahkemesi davaların iş akitlerinin feshinin haklı olduğu gerekçesiyle reddine karar vermiştir. Başvurucuların istinaf talebi üzerine bölge adliye mahkemesi yerel mahkemenin kararlarının-  haklı fesih değil geçerli nedenlere dayalı fesih söz konusu olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerektiğinden bahisle- ortadan kaldırılmasına ve yeniden hüküm kurulmasına karar vermiştir. Anılan kararların temyiz talebi de Yargıtay tarafından reddedilmiş ve hükümlerin onanmasına karar verilmiştir.

söz konusu paylaşımların mesai saatleri içinde ya da iş araçlarıyla yahut işyerinde yapıldığı ve başvurucuların bu sebeplerle iş sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluklarını yerine getiremediği ileri sürülmemiştir. Söz konusu paylaşımların başvurucuların işi, işyeri veya işvereni ile bir ilgisi olduğu da mahkemelerce kabul edilmiş değildir.

Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde başvurucuların söz konusu eylemlerinin 4857 sayılı İş Kanunu’nda yer alan işçinin davranışlarından kaynaklı geçerli sebepler kapsamında değerlendirilmesine yönelik olarak söz konusu mahkemelerin ihtilafa konu içeriklerin niteliklerini ve kullanıldıkları bağlamı, aynı zamanda söz konusu paylaşımların muhtemel etkilerini yeterli derecede ve detaylı bir şekilde incelemedikleri sonucuna varılmıştır. Güncel konularda ve sürmekte olan toplumsal tartışmaları ilgilendiren paylaşımların iş sözleşmesinin feshine gerekçe yapılması karşısında mahkemeler, başvurucular ile işveren arasındaki “güven ilişkisinin koptuğu” ve “paylaşımların iş yerinde olumsuzluğa yol açtığı” kabulüne dair ilgili ve yeterli gerekçeler sunamamıştır. Başvurucuların paylaşımlarının işveren ile aralarındaki güven ilişkisinin kopmasına neden olduğu yönündeki kabulün işverenin tek taraflı beyanına dayandığı ancak paylaşımların sonuçları itibarıyla iş sözleşmesinin sürdürülmesinin işverenden beklenemeyeceği hususunun işveren ve mahkemeler tarafından ortaya konulamadığı anlaşılmıştır.

Bununla birlikte uyuşmazlığı karara bağlayan derece mahkemelerince ifade özgürlüğüne ilişkin Anayasa’da belirtilen güvencelerin gözetildiği özenli bir yargılama yapılmadığı, anayasal güvencelerin korunması açısından devletin yükümlülüklerini yerine getirmediği anlaşılmış; 4857 sayılı Kanun’un 18. maddesinin aşırı bir yoruma tabi tutularak düşünce açıklamalarının ifade özgürlüğünün dolaylı sınırlandırılmasına dayanak yapıldığı sonucuna varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle özel hayata saygı hakkı ile ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

ERİŞİM ENGELLEME KARARININ KANUNİ DAYANAĞININ ANAYASAYA AYKIRI OLDUĞUNA DAİR KARAR

(Artı Media Gmbh [GK], B. No: 2019/40078, 14/9/2023)

Başvurucu, Türkiye’den ve dünyadan haberlerin ve köşe yazılarının yer aldığı Artı Gerçek isimli internet haber sitesinin sahibidir. Anılan sitede 15/10/2019 tarihinde yayımlanan habere istinaden İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna (BTK) başvurarak erişimin engellenmesi talebinde bulunmuştur. BTK, talebin usul ve yasaya uygun olduğunu değerlendirerek 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 8/A maddesi uyarınca erişimin engellenmesine yönelik idari tedbir kararı vermiş ve bu kararı sulh ceza hâkiminin onayına sunulmuştur. Sulh ceza hâkimliği erişimin engellenmesi kararını onaylamış, başvurucunun bu karara itirazı ise reddedilmiştir.

Anayasa Mahkemesi, 5651 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi Ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun”un  “Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi” başlıklı 8/A maddesinin mevcut hâliyle kamusal makamların takdir yetkisini daraltarak keyfî davranışların önüne geçebilecek, ifade özgürlüğü ile demokratik toplumun terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı kendisini korumaya ilişkin meşru hakkı arasında adil bir denge kurulmasını garanti edebilecek temel güvencelere sahip olmadığından ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği ve ihlalin doğrudan kanundan kaynaklandığı sonucuna varılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermiş ve TBMM’ye gerekli yasal düzenlemeleri yapması için bildirimde bulunulmasına karar vermiştir.