KİRA İLİŞKİLERİNDE ZORUNLU ARABULUCULUK UYGULAMASI

’Konut Kirasına İlişkin Güncel Sorunlar’’ başlıklı yazımızda belirttiğimiz üzere bu çalışmamızda, kira ilişkilerinde zorunlu arabuluculuk uygulaması ele alınacaktır. Hukuki alanda yapılan yenilikler neticesinde tarafların direkt olarak uzun bir yargılama sürecine dâhil olmadan haklarından haberdar olabilmeleri ve çözüm odaklı yaklaşım sergileyip anlaşmaları amacıyla kira ilişkilerinde zorunlu arabuluculuk uygulaması, 1 Eylül 2023 itibari ile yürürlüğe girmiştir.

Kiracı ile ev sahibi arasındaki ilişkiye yönelik hükümleri de içeren “İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, TBMM Genel Kurulunca 05.04.2023 tarihinde kabul edildi. Bu Kanuna göre, kiralanan taşınmazların İcra İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler hariç olmak üzere kira ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıklar (İcra İflas Kanununa göre kiracı, kira parasını ödemedi, kiraya veren İcra İflas Kanunu’na göre ilamsız icra yolu ile kira parasını almak ve kiracıyı kiralanandan tahliye etmek amacıyla tahliye yoluna başvurdu ise bu uyuşmazlık için arabulucuya gitmeye gerek bulunmamaktadır.), taşınır ve taşınmazların paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin uyuşmazlıklar, Kat Mülkiyeti Kanunu’ndan kaynaklanan uyuşmazlıklar, komşu hakkından kaynaklanan uyuşmazlıklarda dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması şartı aranacaktır. Söz konusu uygulama 1 Eylül 2023 tarihi itibariyle yürürlüğe gireceğinden bu tarih evvelinde açılacak tüm dava ve oluşacak uyuşmazlıklar için arabulucu zorunluluğu vuku bulmayacaktır ancak 1 Eylül’den itibaren bir mal sahibi veya kiracı, dava açmak istediği takdirde arabuluculuk sürecini geçmeden doğrudan dava açamayacak ve dava açsa bile davası usul yönünden reddedilecektir.

Kira uyuşmazlığının arabuluculuk yöntemiyle çözümü mahkeme yargısına göre birtakım avantajlara sahiptir. Günümüzde mahkeme yargısı uzun yıllar sürmekte, dava masrafları söz konusu olmaktadır. Bununla birlikte, yargılama süreci boyunca taraflar arasındaki ilişkinin devamı ve geleceği zarar görmektedir. Hak temelli bir yargılama olan mahkeme yargılaması sonucunda kanunlar çerçevesinde verilen karar taraflar için bağlayıcı olmaktadır. Arabuluculuk yöntemi ile uyuşmazlığın çözümü kısa zaman içerisinde sağlanabilmektedir. Bununla birlikte en önemlisi taraflar arasındaki ikili ilişkinin korunması sağlanmaktadır. Arabuluculuk menfaat temelli bir uyuşmazlık çözüm yöntemi olduğundan taraflar anlaşacakları konuları serbestçe belirleyebilmektedir. Arabuluculuk, kira uyuşmazlıklarının çözümünde hızlı ve etkin bir çözüm yöntemi olarak uygulanabilecektir.

Bulunduğumuz çağda en sık karşılaşılan kira uyuşmazlıkları içerisinde; Kira Bedeli ve Zam Talepleri, Depozito İadesi, Bakım ve Onarım Sorumluluğu, Sözleşmenin Feshi, Konutun Durumu ve Eksiklikleri, Haksız Fesih ve Tahliye Davaları bulunmaktadır. Bu uyuşmazlıkların çözümü, mahkemelerde açılacak dava ile sağlanmaya çalışılsa da bu süreç hayli uzun bir vaziyet almaktadır. Zorunlu arabuluculuk uygulaması ile beraber ilk çözüm, arabuluculuk yoluyla sağlanacaktır. Kira uyuşmazlıkları da tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebildikleri bir konuya ilişkin olduğundan arabuluculuk yöntemiyle çözüme kavuşturulması mümkündür. Arabuluculuk görüşmeleri üç hafta içerisinde tamamlanacak ve zorunlu durumlarda arabulucu tarafından bu süre, en fazla bir hafta daha uzatılabilecektir. 

Arabuluculuk sürecini kimin başlatacağı hususuna değinecek olursak talepte bulunacak kişi yani arabuluculuğun olumsuz sonuçlanması akabinde dava açacak olan kişi, süreci başlatır. Arabuluculuk sürecinde önce genellikle bir ön görüşme toplantısı yapılır. Bu ön görüşmede arabulucu; arabuluculuk sürecini, faydalarını ve diğer çözüm yöntemleri ile mukayesesini taraflara açıklayarak gizlilik ilkesinden ve varacakları sonucun her iki tarafı da bağlayıcı olacağından bahseder.  Bu görüşmede genel esasları belirleyen bir tutanak imzalanarak her iki taraf için uygun olan bir oturum tarihi belirlenir. Kararlaştırılan tarihteki oturumda, taraflardan iddialarını ve çözülmesini istedikleri konuları belirten kısa bir sunuş yapılması istenir. Arabulucu her iki tarafa eşit söz hakkı vererek konuların açık ve net bir şekilde anlaşılması ve çözüm için nelere ihtiyaçları olduğu konusunda yardım eder. Tarafların birbirleriyle iletişim kurmaları, birbirlerinin ortak yönlerini daha iyi anlamaları, hukuki durumlardaki güçlü ve zayıf noktalarını düşünerek çözüme ulaşılmaması halinde ortaya çıkacak sonuçları görmeleri, böylece uyuşmazlığı sona erdirecek çözümler üretmeleri amaçlanır. Arabuluculuk sürecinin sonunda uyuşmazlık konularının bir kısmında ya da tümünde anlaşma sağlanabileceği gibi uyuşmazlık devam da edebilir.  Arabuluculuk sonucunda anlaşma sağlanmazsa mahkemelerde dava açmak ve yasal süreçlere başvurmak makul bir yol haline gelecektir. Normal şartlarda toplantıya bahsettiğimiz gibi taraflar veya vekiller katılır ancak bu zorunlu bir durum değildir. Toplantıya gidilmez ise arabulucu, anlaşmama yönünde bir tutanak düzenler ve dava yolundan devam edilir.

Sonuç olarak fahiş bir biçimde artan kira bedelleri sebebiyle kiracı ve kiraya veren arasında meydana gelen çatışma ve uyuşmazlıklar artış göstermektedir. Bu duruma binaen açılan dava sayısı da haliyle artmaktadır. Artan dava sayıları, oluşabilecek iş yüklerini de beraberinde getirmekte ve taraflar adına mağduriyet nüksetmektedir. Kira ilişkilerinde zorunlu arabuluculuk uygulaması ile dava öncesinde çözüm ihtimali artacak ve taraflar ciddi bir yargılama masrafından kurtulmuş olacaktır.

Av. Elvan ÖNAL

 

7456 SAYILI “6/2/2023 TARİHİNDE MEYDANA GELEN DEPREMLERİN YOL AÇTIĞI EKONOMİK KAYIPLARIN TELAFİSİ İÇİN EK MOTORLU TAŞITLAR VERGİSİ İHDASI İLE BAZI KANUNLARDA VE 375 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMEDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUNUN GETİRDİĞİ YENİLİKLER

7456 SAYILI  “6/2/2023 TARİHİNDE MEYDANA GELEN DEPREMLERİN YOL AÇTIĞI EKONOMİK KAYIPLARIN TELAFİSİ İÇİN EK MOTORLU TAŞITLAR VERGİSİ İHDASI İLE BAZI KANUNLARDA VE 375 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMEDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUNUN GETİRDİĞİ YENİLİKLER

Kanun, 15.07.2023 Tarih ve 32249 Sayılı Resmî Gazetede yayımlanmıştır.

Yapılan düzenlemeler ile bazı vergi kanunlarında değişiklikler yapılmıştır. Yapılan düzenlemelere istinaden konulan yeni vergiler özetle;

  •    Ek motorlu taşıtlar vergisi konulması,
  •    GEKAP oran ve miktarlarının artırılması için Cumhurbaşkanına yeni yetki verilmesi,
  •    Taşınmaz satış kazançlarında uygulanan kurumlar vergisi ve katma değer vergisi istisnasının kaldırılması,
  •    Kurumlar vergisi oranının 5 puan artırılması
  •    İhracattan elde edilen kazançlara uygulanan 1 puanlık indirimin 5 puana çıkartılması,
  •    Taşınmazların kısmi bölünmeye konu edilmesine son verilmesi,
  • Özel tüketim vergisi tutarlarının belirlenmesinde Cumhurbaşkanı yetkilerinin yeniden düzenlenmesi,
  •    Konut kira artışlarında uygulanan %25 oranı 01/07/2024 tarihine kadar uzatılması,

şeklindedir.

GETİRİLEN YENİ VERGİLERİN DETAYLARI AŞAĞIDAKİ GİBİDİR.

1)- EK MOTORLU TAŞITLAR VERGİSİ GETİRİLMİŞTİR.

7456 Sayılı Kanun 1. Maddesi ile Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanununun 5’inci, 6’ncı ve geçici 8’inci maddelerinde yer alan;

(I)    ve (I/A) sayılı tarifelerde yazılı otomobil, arazi taşıtı, kaptıkaçtı ve benzerleri ile motosikletler,

(II)    sayılı tarifede yazılı motorlu kara taşıtları (Minibüs, Panelvan, Otobüs, Kamyonet gibi),

(IV) sayılı tarifede bulunan Uçak ve helikopterler,

Kanunun yayımlandığı tarihte kayıt ve tescilli olan taşıtlar ile 31/12/2023 tarihine kadar ilk defa kayıt ve tescil edilecek olan taşıtlardan, bir defaya mahsus olmak üzere, 2023 yılında tahakkuk ettirilen motorlu taşıtlar vergisi tutarı kadar ek motorlu taşıtlar vergisi alınacaktır.

Ek motorlu taşıtlar vergisi, birinci taksiti bu Kanunun yayımlandığı ayı izleyen ayın sonuna 31.08.2023 kadar, ikinci taksiti 2023 yılının Kasım ayı sonuna kadar olmak üzere iki eşit taksitte ödenecektir.

Ek motorlu taşıtlar vergisinin, bu Kanunun yayımı tarihi ( 15/07/2023) itibarıyla 197 sayılı Kanun kapsamında motorlu taşıtlar vergisi mükellefi olan gerçek ve tüzel kişiler adına bu Kanunun yayımı tarihinde; bu Kanunun yayımı tarihinden 31/12/2023 tarihine kadar ilgili sicillere ilk defa kayıt ve tescil edilen taşıtların sahibi olan gerçek ve tüzel kişiler için ise kayıt ve tescilin yapıldığı tarihte tahakkuk ettirileceği ve tebliğ edilmiş sayılacaktır.

Ek motorlu taşıtlar vergisinden istisna olanlar;

06/02/2023 tarihinde meydana gelen depremler nedeniyle Hazine ve Maliye Bakanlığınca mücbir sebep ilan edilen yerlerde;

-Deprem tarihi itibarıyla kayıt ve tescilli olan taşıtlar,

-Deprem nedeniyle yıkılan veya ağır ya da orta hasarlı hale gelen binaların maliklerine ait taşıtlar,

-Depremlerde ağır hasar görerek kullanılamaz duruma gelen taşıtlar ile deprem nedeniyle eşi veya birinci derece kan hısımlarından birini kaybeden mükelleflere ait taşıtlar da ek motorlu taşıtlar vergisinden istisna edilmektedir.

 

2) CUMHURBAŞKANINA, (GEKAP) GERİ KAZANIM KATILIM PAYI TUTARLARININ 2 KATINA ÇIKARILABİLMESİNE İLİŞKİN YETKİ VERİLMİŞTİR.

2872 sayılı Kanuna ekli (1) sayılı listede yer alan Geri kazanım katılım payları (Poşet ve diğerleri) tutarlarının iki katına kadar artırılması veya yarısına kadar indirilmesi konusunda Cumhurbaşkanına yetki verilmiştir.

3)- KURUMLARIN AKTİFLERİNDE BULUNAN GAYRİMENKULLERİN SATIŞINDA UYGULANAN KDV İSTİSNASI KALDIRILMIŞTIR

Kurumların aktifinde yer alan ve en az iki tam yıl süreyle elde bulundurulan taşınmazların satışı suretiyle gerçekleşen devir ve teslimlerde KDVK’nun 17/4-r maddesinde bulunan KDV istisnası kaldırılmıştır.

15/07/2023 DEN ÖNCE AKTİF DE BULUNAN GAYRİMENKULLERİN SATIŞI İÇİN İSTİSNA DEVAM ETMEKTEDİR

Bu düzenlemeye ilaveten, yine bu Kanunun 8. Maddesi ile KDVK’na eklenen Geçici 43. Madde ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce (15/07/2023 den önce) kurumların aktifinde yer alan ve en az iki tam yıl süreyle elde bulundurulan taşınmazların satışı suretiyle gerçekleşen devir ve teslimlerde KDV istisnası uygulanmaya devam edilecektir.

4)- KAMU KURUMU NİTELİĞİNDEKİ MESLEK KURULUŞLARININ DEPREM BÖLGESİNEDEKİ KİŞİLERE BAĞIŞLAYACAKLARI KONUTLARIN İNŞASI İÇİN YAPILAN TESLİMLER İÇİN KDV İSTİSNASI UYGULANACAKTIR.

KDVK’na eklenen Geçici 44. Madde ile Afet bölgesi olarak kabul edilen yerlerde, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı ile imzalanan protokol kapsamında afetzedelere bağışlanacak konutların inşası dolayısıyla kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına yapılan teslim ve hizmetler, 31/12/2024 tarihine kadar katma değer vergisinden istisna edilmiştir.

Bu kapsamda yapılan teslim ve hizmetler nedeniyle yüklenilen vergiler, vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan vergiden indirilir. İndirim yoluyla telafi edilemeyen vergiler bu Kanunun 32’nci maddesi hükmü uyarınca istisna kapsamında işlem yapan mükellefin talebi üzerine iade edilir.

5) ÖTV KANUNUNA EKLİ (I) SAYILI LİSTEDE YER ALAN MALLARIN MAKTU VERGİ TUTARLARININ ARTIRIMINA İLİŞKİN CUMHURBAŞKANI’NIN YETKİLERİ ARTIRILMIŞTIR.

Özel Tüketim Vergisi Kanununa ekli (I) sayılı listede yer alan malların (AKARYAKIT ÜRÜNLERİ) vergi tutarlarını artırımına ilişkin Cumhurbaşkanına verilen yetki değiştirilmektedir.

Buna göre, Cumhurbaşkanı (I) sayılı listede yer alan maktu vergi tutarlarını, her bir mal itibarıyla söz konusu listede yer alan veya yeniden belirlenmiş sayılan en yüksek vergi tutarının beş katma kadar artırmaya, sıfıra kadar indirmeye, bu sınırlar içinde mal cinsleri, özellikleri, kullanım yerleri veya ithalatın şekline göre farklı tutarlar tespit etmeye yetkili kılınmaktadır.

6)- KURUMLARIN GAYRİMENKUL SATIŞINDAN ELDE ETTİKLERİ KAZANÇLARA YÖNELİK %50 ORANLI KURUMLAR VERGİSİ İSTİSNASI KALDIRILMIŞTIR

Kurumlar Vergisi Kanununun 5/1-(e) bendi uyarınca, kurumların en az iki tam yıl süreyle aktiflerinde yer alan yer alan taşınmazların satışından doğan kazançların %50’lik kısmı kurumlar vergisinden istisna uygulanmıştır.

Kurumların aktifinde en az iki tam yıl süreyle bulunan taşınmazların satışı suretiyle gerçekleşen devir ve teslimlerine yönelik istisna uygulaması kaldırılmaktadır.

Yine bu Kanun 22’inci maddesi ile Kurumlar Vergisi Kanuna eklenen Geçici 16. Maddesi ile söz konusu düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten önce (15/07/2023 önce) kurumların aktifinde yer alan taşınmazlar için bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren satışlarında, 5520 sayılı Kanunun 5/1-(e) bendinde yer alan %50 istisna oranı %25 olarak uygulanacaktır.

7) -KURUMLARIN AKTİFLERİNDE YER ALAN TAŞINMAZLARIN DEVRİ KISMİ BÖLÜNME KAPSAMINDAN ÇIKARILMIŞTIR.

Taşınmazlar 1 Ocak 2024 tarihinden itibaren KVK’nun 19. maddesinin 3. fıkrası (b) bendi uyarınca yapılacak kısmi bölünme işlemleri kapsamından çıkarılmıştır.

Getirilen değişiklikle 1 Ocak 2024 tarihinden itibaren sadece iştirak hisseleri ile hizmet işletmeleri KVK’nunda öngörülen koşullar kapsamında kısmi bölünmeye konu edilebilecektir.

Düzenlemenin yürürlük tarihi 1 Ocak 2024 olarak belirlendiğinden, taşınmazların 1 Ocak 2024 tarihine kadar değişiklik öncesi KVK hükümlerine göre kısmi bölünmeye konu edilmeleri mümkündür.

Kurumların Diğer Yatırım Fonlarından Elde Ettikleri Gelirlere Yönelik Sağlanan İstisna Kaldırıldı.

Yapılan bir diğer değişiklik ise kurumların, girişim sermayesi yatırım fonu katılma payları ile girişim sermayesi yatırım ortaklıklarının hisse senetlerinden elde edilen gelirlere sağlanan istisna hariç olmak üzere diğer yatırım fonlarından elde ettikleri gelirlere yönelik sağlanan istisna kaldırıldı.

Bu düzenleme, 15.07.2023 tarihten itibaren iktisap edilen yatırım fonu katılma payları için uygulanmak üzere yürürlüğe girmiştir.

8) – KURUMLAR VERGİSİ ORANI ARTIRILDI.

Kurumlar Vergisi oranı %25 olarak uygulanacaktır. Söz konusu oranın; bankalar, 21/11/2012 tarihli ve 6361 sayılı Finansal Kiralama, Faktöring, Finansman ve Tasarruf Finansman Şirketleri Kanunu kapsamındaki şirketler, elektronik ödeme ve para kuruluşları, yetkili döviz müesseseleri, varlık yönetim şirketleri, sermaye piyasası kurumlan ile sigorta ve reasürans şirketleri ve emeklilik şirketlerinin kurum kazançları için %30 şeklinde uygulanacaktır.

Diğer taraftan, ihracat yapan kurumların münhasıran ihracattan elde ettikleri kazançlarına 1 puan indirimli olarak uygulanmakta olan kurumlar vergisi oranı, 5 puan indirimli olarak uygulanacaktır.

Bu düzenleme, 01/10/2023 tarihinden itibaren verilmesi gereken beyannamelerden başlamak üzere; kurumların 2023 yılı ve izleyen vergilendirme dönemlerinde elde edilen kazançlarına, özel hesap dönemine tabi olan kurumların ise 2023 takvim yılında başlayan özel hesap dönemi ve izleyen vergilendirme dönemlerinde elde edilen kazançlarına uygulanacaktır.

2023/2. Dönem Kurum Geçici vergi beyannamesinde uygulanacak Kurumlar Vergisi %20’dir. Ayrıca; 2023/2. Dönem için mükelleflerin, ihracattan elde ettikleri kazançları için 1 puan indirim uygulanacaktır. %5 indirim 2023/3. dönem den itibaren uygulanacaktır.

Diğer taraftan imalatçılar için uygulanan 1 puanlık indirim değişmemiştir.

9) – KONUT KİRALARINDA KİRA ARTIŞ ORANI %25 OLARAK UYGULANMAYA DEVAM EDİLECEKTİR.

Konut kiralarının artış oranı %25 ile sınırlandırılması kuralı 01.07.2024 tarihine kadar uzatılmıştır. 01.07.2024 tarihine kadar konut kiralarına en fazla %25 oranında zam yapılabilecektir.

Hüseyin CANPOLAT

Vergi Uzmanı

ENFLASYON KARŞISINDA PARA ALACAKLARININ KORUNMASI

Enflasyon denilince akla ilk gelen şey günlük hayatta çokça kullandığımız mal ve hizmetlerin fiyatlarının artmasıdır. Ancak mal ve hizmetlerin fiyatları zaman içinde artabilir veya azalabilir. Enflasyon sadece belli bir malın veya hizmetin fiyatının tek başına artması değil, fiyatların genel düzeyinin sürekli bir artış göstermesidir.  Fiyatların genel düzeyde artış göstermesi enflasyon oranlarının artmasına sebep olmaktadır. Bu artışın kaçınılmaz bir sonucu ise para alacakları yönünden ortaya çıkmaktadır. Enflasyon oranlarının yüksek olduğu ülkelerde para alacakları enflasyon karşısında süreli olarak değer kaybeder. Günümüz Türkiye’sinde artan enflasyon oranları karşında temerrüt faiz oranları para alacaklılarının haklarını korumaya yetmemektedir. Bu yazımızda enflasyon karşısında değer kaybeden para alacakları için ne tür hukuki yollara başvurulabileceği emsal Anayasa Mahkemesi Kararı ışığında anlatılacaktır.

Anayasa Mahkemesi 21.12.2017 tarihli ve R.G. Tarih ve Sayı: 25.1.2018-30312 kararını inceleyerek borcun temerrüdü kavramını, munzam zarar kavramını ve Türk Yargı Sisteminin bu kavramlara yaklaşımını derleyerek anlatacağız. Bahsi geçen başvuru, mahkemece hükmedilen alacağın değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Uyuşmazlığın arka planını Başvurucu Şirket ile Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü arasında 9.5.1977 tarihinde “Karacaören Barajı ve Hidroelektrik Santral (HES) Tesisleri” inşaatı için imzalanan inşaat sözleşmesi oluşturmaktadır. Bu sözleşme kapsamında başvurucu şirket sözleşmeye konu barajın inşaat yapımına başlamıştır. İnşaatın devamı sırasında ek bir sözleşme daha akdedilmiş ancak başvurucunun talebi ve idarenin de uygun görmesi üzerine inşaat işi tasfiye edilerek sonlandırılmıştır. İşin sonlandırılması üzerine idare tarafından yapılan işlerin masrafları için kesin hesap çıkarılmış, başvurucu Şirket ise 24.10.1989 tarihinde bu kesin hesaba itiraz etmiştir. Başvurucu, tasfiye ile sonuçlanan inşaat yapım işi çerçevesinde yapılan işlerinin hak edişi olarak 500 TL (Eski TL ile 500.000.000 TL olup bundan böyle tutarlar yalnızca yeni TL ile gösterilecektir) tutarındaki alacağın tahsili istemiyle 10.10.1990 tarihinde Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucuya Mahkeme ilamı doğrultusunda 23.9.2002 tarihinde 62.968,69 TL asıl alacak ve 348.027,70 TL faiz olmak üzere toplam 410.996,39 TL tutarında ödeme yapılmıştır. Başvurucu 04.12.2002 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, açmış olduğu alacak davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca, uzayan hukuki süreç sonunda sözleşmedeki tutarın ödenmesinin geciktiğini ve bu tutarın düşük bir faiz oranıyla ödenmesi nedeniyle mali yönden kayba uğradığını belirterek mülkiyet hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. AİHM, 06.10.2009 tarihinde ise başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Başvuruya konu munzam zararın tazmini nedeniyle başvurucu tarafından iki ayrı dava açılmış ve birleştirilen dava neticesinde toplam 1.010.000,00 TL tutarında tazminat isteminde bulunmuştur. Yapılan bilirkişi incelemeleri sonucunda başvurucunun ortalama munzam zararının 16.917.638,00 TL olduğuna kanaat getirilmiştir ancak akabinde yerel mahkemelerce tekrar reddine karar verilmiş ve başvurucu 20.02.2014’te söz konusu başvuruyu yapmıştır. Tüm bu durumlar neticesinde Anayasa Mahkemesinin verdiği karar ile başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine, vekalet ve yargılama giderlerinin başvurucuya ödenmesine, başvurucu tarafından talep edilen maddi tazminatın ödenmesine ilişkin yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesine hükmedilmiştir.

                     Öncelikle munzam zararın hukuki tanımı ve kapsamı üzerinde durulmasında yarar vardır. Munzam zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının malvarlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır. Bu bağlamda munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır. 20.10.1898 tarih ve K: 3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda durum izahatı şu şekilde yapılmıştır: ‘‘Para, her zaman kullanılması mümkün ve temettü getiren bir meta olduğundan geç ödenmesi halinde zararın vücudu muhakkaktır.’’Ekonomilerde bir değişim vasıtası olan para; çeşitli ticari, sınai, zirai vs. faaliyetlerde kullanılmakla sahibine kazanç, kira, nema gibi yararlar sağlayan ekonomik bir değerdir. Paranın sahibi dışındaki kişi ve kuruluşlarca kullanılması, sahibinin bu ekonomik değerden mahrum bırakılması sonucunu doğurması yanında enflasyon etkisinde olan ekonomilerde değerini yani alım gücünü enflasyon oranına bağlı olarak yitirmesine neden olur.

                     Başvuruya konu olay çerçevesinde değerlendirdiğimizde; borçlunun temerrüde düştüğü tarihten ödemenin yapıldığı güne kadar geçen süre içerisinde, her yıl itibari ile gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, bu oranın eşya fiyatlarına yansıma durumu, mevduat ve devlet tahvillerine verilen faiz oranları, TL karşısında döviz kurlarına ilişkin değişiklik tabloları, bu alanda uzman bilirkişi görüşünden de yararlanılarak değinilen zaman dilimi içerisindeki para değerinin düşmesi, alım gücünün azalması nedeniyle alacaklının uğradığı zararın açıklanan ölçütlere göre hesaplanacak unsurlar toplanıp ortalamaları bulunduktan sonra ortaya çıkacak rakam bağlamında munzam zararının hüküm altına alınması gerekmektedir ki başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağandışı bir külfet yüklendiği kanaatine varılmıştır. Bu tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamunun yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu Anayasa Mahkemesince değerlendirilmiştir.

                     AİHM, istikrarlı olarak kamu makamlarınca yapılacak ödemelerin gecikmesini faiz ödemeleriyle ilişkilendirmektedir. Mülkiyet hakkı kapsamında faiz ödemesini, esasen devletin borçlu olduğu tutar ile alacaklı tarafından nihai olarak alınan tutar arasındaki enflasyon nedeniyle oluşan değer kayıplarını gidermek yükümlülüğüyle bağdaştırmaktadır. Enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru, mevduat faizi, Hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranlarının sabit yasal ve temerrüt faiz oranlarının çok üstünde gerçekleşmesi; borçlunun yararlanması, alacaklının ise zarara uğraması sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle borçlu borcunu süresinde ödememekte, yargı yoluna başvurulduğunda da yargı süresini uzatma gayreti göstermekte; böylece yargı mercilerindeki dava ve takipler çoğalmakta, yargıya güven azalmakta, kendiliğinden hak almak düşüncesi yaygınlaşarak kamu düzeni bozulmakta, kişi ve toplum güvenliği sarsılmaktadır.(AYM, E.1997/34, K.1998/79, 15/12/1998) Anayasa Mahkemesi de kanun koyucunun bir hak olarak öngördüğü veya kamu borcu hâline gelmiş ödemelerin geç yapılması nedeniyle mağdur olunduğu iddiasıyla yapılan başvurularda, alacakta veya hakka konu bedelde meydana gelen değer aşınmalarının başvurucular üzerinde orantısız bir yük oluşturması hâlinde mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir.

                     Açıklanan durumlar baz alındığında anlaşılacaktır ki meşru bir beklenti ile doğmuş para alacağının değerinin korunması için bazı tedbirler alınmıştır. Para borcunun temerrüdü durumunda, alacağın değeri temerrüt faizi ile korunmaya çalışılmıştır ancak bazı durumlarda temerrüt faizi, piyasa etkenleri sebebi ile paranın değer kaybını korumaya yetmemektedir. Yazımızda yer alan Anayasa Mahkemesi kararında da detaylıca açıklandığı üzere meşru kanallarla doğmuş ve vadesi gelmiş alacaklar mülk olarak kabul edilmektedir. Anayasanın 5. ve 35. maddelerinin gereği olarak devletin, mülkiyet hakkına müdahale etmeme ve pozitif yükümlülüklerini yerine getirme zorunluluğu bulunmaktadır. Anayasa mahkemesi tarafından mülk kabul edilen bir hakkın ihlali, alacaklıya aradaki değer kaybının tazminat olarak ödenmesi gerektiği sonucuna bizleri ulaştırmaktadır. Bir sonraki yazımızda munzam zararın tespitine ilişkin davaları ve ek tazminat davalarının açılış hususunu inceleyeceğiz.

Av. Sultan Aslı EK- Stj. Av. Elvan ÖNAL

AİLENİN KORUNMASI KANUNU KAPSAMINDA VERİLEN KARAR DOLAYISI İLE GEREKÇELİ KARAR HAKKI VE MASUMİYET KARİNESİNİN İHLALİ

Anayasa Mahkemesi 29.3.2023 tarihinde verdiği iki karardada (Ali İhsan Özge, B. No: 2021/59151, 29/3/2023, Gökhan Sarkurt, B. No: 2021/21332, 29/3/2023), 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz merci tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, başvurucu hakkında “şiddet uygulayan” ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlali iddialarını incelemiştir.

Her iki olayda da başvurucuların eşleri tarafında farklı zamanlarda 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında başvurucular aleyhine uzaklaştırma kararı talep edilmiştir. Verilen uzaklaştırma kararına karşı başvurucular itiraz etmiştir. İtiraz makamı tarafında bu başvurular esastan değerlendirilmemiş sadece matbu olarak reddedilmiştir.

Anayasa Mahkemesi yaptığı değerlendirmede, başvurucuların itiraz dilekçelerinde belirttiği görüşlerinin itiraz kararında değerlendirilmemesini mahkeme hakkı kapsamında incelemiştir. Anayasa’da güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı gereği itiraz merciince başvurucunun beyan ve delillerinin etkili bir şekilde incelenmesi ve karşılanması gerektiğini vurgulamıştır. Anayasa Mahkemesi, daha önce benzer konuda verdiği Salih Söylemezoğlu (B. No: 2013/3758, 6/1/2016) ve Erdal Türkmen (B. No: 2016/2100, 4/4/2019) kararlarına atıf ile söz konusu yükümlülüğün yerine getirilmemesi sebebi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Ali İhsan Özge, B. No: 2021/59151 başvurusunda ayrıca tedbir kararında “şiddet uygulayan” ifadesi geçmiştir. Başvurucu bu ifadenin masumiyet karinesini ihlal ettiğini savunmuştur.

Anayasa Mahkemesi, S.M. ([GK] (B. No: 2016/6038, 20/6/2019) kararına atıfta bulunmuştur. Buna göre Anayasa Mahkemesi, başvurucu hakkında şiddet uygulayan ifadesinin kullanılmasının başvurucunun tedbire konu eylemleri işlediği veya suçlu olduğu izlenimini doğurduğunu değerlendirerek masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun özelikle kadınların ve çocukların aile içi şiddete karşı korunması anlamında önemli koruma mekanizmaları içermektedir. Fakat uygulamada kadın eşlerin uzaklaştırma ve şiddet kullanımına ilişkin ifadeleri doğru kabul edilerek işlem yapılmakta ve bu konuda yapılan itirazlar matbu olarak reddedilmektedir.

Anayasa Mahkemesi kararında isabetli olarak vurgulandığı üzere eşin yaptığı itirazın usulüne uygun şekilde değerlendirilmesi gerekir. Ayrıca kararlarda sıkça yapıldığı şekilde tek taraflı beyana dayanarak eşin şiddet kullanıldığının kabul edilmesi masumiyet karinesini ihlal etmektedir.

ANDİS HUKUK ANAYASA HUKUKU BİRİMİ

GÜVENCE HESABI NEDİR?

Karayolu üzerinde işletilme halindeki aracın yaptığı kazadan dolayı zarar gören üçüncü şahıslara karşı araç sahibi ve KTK‘nunda sayılan kişiler işleten sıfatı ile sorumludurlar. KTK’nun 91. Maddesine göre ‘’İşletenlerin, bu Kanunun 85 inci maddesinin birinci fıkrasına göre olan sorumluluklarının karşılanmasını sağlamak üzere mali sorumluluk sigortası yaptırmaları zorunludur.”

Dolayısıyla kazada zarar gören kişiler zararlarının tazmini için araç işletenlerine başvurabilecekleri gibi aracın ZMSS ile sigortalandığı sigorta şirketine de başvurabilirler. Bazı durumlarda zarar görenlerin işletene ve sigorta şirketine başvurması mümkün olmayabilir. İşte bu durumlar için üçüncü kişilerin cismani zararlarının tazminini sağlamak amacıyla GÜVENCE HESABI kurulmuştur.

5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 14. Maddesine göre;

“Bu Kanunun 13 üncü maddesi, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu ile ihdas edilen zorunlu sorumluluk sigortaları ile bu Kanunla mülga 21/12/1959 tarihli ve 7397 sayılı Sigorta Murakabe Kanunu çerçevesinde ihdas edilmiş olan zorunlu sigortalara ilişkin olarak aşağıdaki koşulların oluşması halinde ortaya çıkan zararların bu sigortalarla saptanan geçerli teminat miktarlarına kadar karşılanması amacıyla Türkiye Sigorta, Reasürans ve Emeklilik Şirketleri Birliği nezdinde Güvence Hesabı oluşturulur. 

Hesaba;

  1. a) Sigortalının tespit edilememesi durumunda kişiye gelen bedensel zararlar için,
  2. b) Rizikonun meydana geldiği tarihte geçerli olan teminat tutarları dâhilinde sigortasını yaptırmamış olanların neden olduğu bedensel zararlar için,
  3. c) Sigorta şirketinin malî bünye zaafiyeti nedeniyle sürekli olarak bütün branşlarda ruhsatlarının iptal edilmesi ya da iflası halinde ödemekle yükümlü olduğu maddî ve bedensel zararlar için,

ç) Çalınmış veya gasp edilmiş bir aracın karıştığı kazada, Karayolları Trafik Kanunu uyarınca işletenin sorumlu tutulmadığı hallerde, kişiye gelen bedensel zararlar için,

  1. d) Yeşil Kart Sigortası uygulamaları için faaliyet gösteren Türkiye Motorlu Taşıt Bürosunca yapılacak ödemeler için, başvurulabilir. ”

Güvence Hesabına Başvurulabilecek Haller

 Güvence Hesabına başvurulabilecek haller, 5684 sayılı Sigortacılık Kanununu 14/2 maddesi ve Güvence Hesabı Yön. m.9/1’de düzenlenmiştir. Buna göre;

  1. Sigortalının Tespit Edilememesi: Sigortalının (kazaya neden olan aracın) tespit edilememesi durumunda, Güvence Hesabının, yalnızca zarar görenlerin bedensel zararları (ölüm ve yaralanma) için sorumluluğu doğmakta olup, eşyaya ilişkin zararlardan sorumlu tutulamaz. Birden çok motorlu aracın katıldığı trafik kazalarında, motorlu araçlardan (sigortalılardan) sadece birisinin tespit edilememesi halinde dahi zarar görenin zararına karşı müştereken ve müteselsilen sorumluluk gereğince Güvence Hesabının da sorumluluğu doğar.
  2. Rizikonun Meydana Geldiği Tarihte Geçerli Olan Teminat Tutarları Dâhilinde Zorunlu Sorumluluk Sigortasının Yaptırılmamış Olması: Zorunlu sorumluluk sigortası yaptırılmaksızın trafiğe katılan aracın neden olduğu kazada zarar görenler, uğramış oldukları bedeni zararların tazminini Güvence Hesabından talep edebilir. Birden çok motorlu aracın katıldığı trafik kazalarında, motorlu araçlardan sadece birisinin zorunlu sorumluluk sigortasının bulunmaması halinde dahi zarara uğrayan kimse doğrudan doğruya Güvence Hesabına müracaat edebilir. Aracının sigortasını yaptırmamış bulunan işletenin ve diğer zarar sorumlularının zarar görene karşı sorumluluğu Güvence Hesabı ile birlikte devam eder. Zarar gören isterse işletene ve diğer zarar sorumlularına karşı talepte bulunabileceği gibi isterse doğrudan doğruya Güvence Hesabına başvurarak zararının karşılanmasını isteyebilir.

Başlangıçta sigortalı olup da sonradan sigorta poliçesi feshedilen veya zorunlu sorumluluk sigortası poliçe süresi sona erip de yenilenmeyen araçlar hakkında da bu hükmün uygulanması gerekir.

  1. Sigorta Şirketinin Malî Bünye Zaafiyeti Nedeniyle Sürekli Olarak Bütün Branşlarda Ruhsatlarının İptal Edilmesi veya İflası: Zorunlu sorumluluk sigortacısının malî bünye zaafiyeti nedeniyle sürekli olarak bütün branşlarda ruhsatlarının iptal edilmesi veya iflası halinde, trafik kazasında zarar görenler, diğer hallerden farklı olarak burada, hem bedeni hem de eşyaya (araç ve diğer eşya hasarları) ilişkin zararlarının karşılanmasını Güvence Hesabından isteyebilir. Zorunlu sorumluluk sigortacısının kazadan önce veya sonra (zamanaşımı süresi içinde) iflas etmiş olması arasında fark yoktur.

Birden fazla motorlu aracın katıldığı trafik kazalarında, kazaya katılan araçlardan birinin sigortacısının iflas etmiş olması halinde dahi zarara uğrayan kimse doğrudan doğruya Güvence Hesabına müracaat edebilir. Kazaya katılan araçlardan birinin sigortacısının iflas etmiş olması halinde işletenin ve diğer zarar sorumlularının zarar görene karşı sorumluluğu Güvence Hesabı ile birlikte devam eder. Zarar gören isterse işletene ve diğer zarar sorumlularına karşı talepte bulunabileceği gibi isterse doğrudan doğruya Güvence Hesabına başvurarak zararının karşılanmasını isteyebilir.

ç. Çalınmış veya Gasp Edilmiş Bir Aracın Karıştığı Kazada, KTK Uyarınca İşletenin Sorumlu Tutulamaması: KTK 107 maddesine göre “Bir motorlu aracı çalan veya gasbeden kimse işleten gibi sorumlu tutulur. Aracın çalınmış veya gasbedilmiş olduğunu bilen veya gereken özen gösterildiği takdirde öğrenebilecek durumda olan aracın sürücüsü de onunla birlikte müteselsilen sorumludur. İşleten, kendisinin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerden birinin, aracın çalınmasında veya gasbedilmesinde kusurlu olmadığını ispat ederse, sorumlu tutulamaz. İşleten, sorumlu olduğu durumlarda diğer sorumlulara rücu edebilir. Aracın çalındığını veya gasbedildiğini bilerek binen yolculara karşı sorumluluk, genel hükümlere tabidir.”

Yasada belirtildiği üzere işleten çalınma veya gasp edilmede kusurunun olmadığını ispatlamak zorundadır. Aynı durum işletenin sorumluluğunu teminat altına alan sigortacı için de geçerlidir.

Yukarıda belirtilen koşullar gerçekleşmişse zarara uğrayan üçüncü kişi bedeni zararlarının tazmini için Güvence Hesabına başvurabilirler. Zarar gören, hırsız veya gasp edenden talepte bulunabileceği gibi bunlar hakkında bir dava veya icra takibi yapmadan doğrudan doğruya Güvence Hesabına müracaat edebilir.

  1. Yeşil Kart Sigortası Uygulamaları İçin Faaliyet Gösteren Türkiye Motorlu Taşıt Bürosunca Yapılacak Ödemeler: Yeşil Kart Sigortası (Green Card) kapsamında Türkiye sınırları içinde meydana gelen zararlardan dolayı Motorlu Taşıt Bürosunca tekemmül ettirilen hasar dosyalarının tazminat ödemesi için Büro tarafından da Güvence Hesabına başvurulabilir.

Yabancı plakalı aracın, kaza tarihini kapsayan trafik sigorta poliçesinin veya trafik sigorta poliçesi yerine geçen yeşil kart sigorta poliçesinin olmaması durumunda kazadan dolayı zarar gören 3. şahıs Güvence Hesabından zararının tazminini isteyebilir.

Güvence Hesabına yalnızca bedensel zararlar için başvuru yapılabilmektedir. Bu durumun istisnasını sigorta şirketinin malî bünye zaafiyeti nedeniyle sürekli olarak bütün branşlarda ruhsatlarının iptal edilmesi ya da iflası hali oluşturmaktadır.

Yeşil Kart Sigortası

Yeşil Kart, Yeşil Kart Sistemine üye ülkelerde geçerli olmak üzere düzenlenen, Uluslararası Motorlu Taşıt Sigorta Kartıdır. Trafik sigortasının eki niteliğinde olan Yeşil Kart, kazanın meydana geldiği ülkede yapılması zorunlu olan Motorlu Taşıt Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortasına(Trafik Sigortası) eşdeğer bir belgedir. Yeşil Kart sigortası yıllık olarak düzenlenir ve yenilemelerde yıllık olarak yapılır.

Son olarak, 5684 sayılı SK m.14 f.2’de bir düzenleme yer almamasına karşın, eski yönetmelikte sigorta süresi zarfında ilgili Bakanlıkça Tarife’de değişikliğe gidilerek zorunlu sorumluluk sigorta limitinin yükseltilmesi halinde, sigortalının yükseltilen limit için zeyilname (ek poliçe) yaptırmamış ve ek prim ödememiş olması durumunda, trafik kazası mağdurunun uğramış olduğu bedeni zararlar Güvence Hesabı teminatı şemsiyesi altına alındığını belirtelim.

MADDE 24 – (1) Bu Yönetmelik ile belirlenen teminat tutarları yürürlükteki bütün sigorta sözleşmelerine herhangi bir ek prim alınmaksızın uygulanır.

 (2) Sigorta şirketleri, düzenledikleri poliçelerin ön yüzüne “Sözleşme süresi içinde (Değişik ibare:RG-16/6/2021-31513)(13) Kurul tarafından teminat tutarları artırıldığı takdirde, bu poliçede yazılı teminat tutarları, herhangi bir işleme gerek kalmaksızın ve ek prim alınmaksızın yeni teminat tutarları üzerinden geçerli olur.” ibaresini yazmak zorundadır.

Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortasında Tarife Uygulama Esasları Hakkında Yönetmeliğin 24. maddesine istinaden yeni teminat tutarları, yürürlükte bulunan bütün trafik sigorta poliçeleri için herhangi bir işleme gerek kalmaksızın ve ek prim alınmaksızın geçerli olacaktır.

 

Av. Mehmet Salih YILDIRIM