TAM YARGI DAVASINDA MANEVİ ZARARIN ISLAHI

Giriş

İdari Yargı kamu idarelerinin yapmış olduğu işlem ve eylemlerin hukuka uygun olup olmadığının denetimini gerçekleştiren mahkemelerden oluşmaktadır.

Islah müessesesi ise 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda düzenlenmiştir. Islah, davanın taraflarının yaptığı usul işleminin kısmen veya tamamen değiştirilmesidir. İlgili Kanun’un 176. Maddesi “Taraflardan her biri yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir” şeklinde düzenlenmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere ıslah tek taraflı irade beyanıyla yapılabilmektedir.” şeklindedir. Nitekim ıslah yoluyla karşı tarafın veya mahkemenin muvafakati aranmaksızın ıslah eden taraf yapmış olduğu usul işlemlerini değiştirebilecektir. 6100 sayılı HMK’de ıslahın tahkikatın sonuna kadar her aşamada yapılabileceği belirtilmiştir.

Hukuk yargılamasında ıslah önceden beri var olmakla birlikte manevi zarar için ıslah kabul edilmemektedir. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi E:12722 K:2308 T: 28/02/2019 kararında “Dava trafik kazasından kaynaklanan cismani zarar nedeni ile maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Öğretide ve Yargıtay Kararlarında manevi tazminat davasının kısmi dava olarak açılamayacağı, ıslah yoluyla da talebin artırılamayacağı benimsenmektedir. Manevi tazminat bir bütündür. Duyulan acı ve üzüntünün karşılığı dava yolu ile belirlenip karşı tarafa bildirildikten sonra arttırılması veya yeni bir dava açılarak istenmesi mümkün değildir.” denilmek suretiyle manevi zararın ıslah edilemeyeceği hususu açıklanmıştır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin E:2012/1678, K:2012/21498 ve T:17.9.2012 kararında ise bu durum “Manevi tazminat isteği niteliği itibarıyla tektir ve bölünemez, fazlaya ilişkin talep saklı tutulmak suretiyle bölümler halinde de istenemez. Sonradan gelişen bir olgunun varlığı iddia edilip kanıtlanmadığı sürece başlangıçta talep edilen manevi tazminat miktarı ıslahla da olsa artırılamaz.” şeklinde ifade edilmiştir.

Bu yazımızda öncelikle genel olarak ıslah müessesesini sonrasında manevi zararın ıslahını son olarak da dava dilekçesinde manevi zarar talep edilmememmişse ıslah yolu ile talep edilip edilemeyeceğini inceleyeceğiz.

1.İdari Yargıda Islah

Islah iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağının istisnası niteliğindedir. Kanunda açıkça bir hüküm bulunmadıkça ıslah yapılması mümkün değildir. 2013 yılında İdari Yargılama Usul Kanunda düzenleme yapılana kadar ıslahla ilgili açık bir düzenleme bulunmamaktaydı.

İdari Yargılama Usul Kanunun 31. Maddesinde bazı durumlarda HUMK hükümlerine atıfta bulunulmuştur. Fakat ıslah söz konusu hükümler arasında yer almadığından kanun değişikliği öncesinde ıslah mümkün olmamıştır. Bunun sonucunda önemli hak kayıpları meydana gelmiştir.

Hadin Okçu’nun yaptığı başvuruda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu durumun adil yargılanama, mülkiyet hakkı ve etkin başvuru hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir. Başvurucu 1980 yılında bekçilik görevini yerine getirirken yaralanmış ve kısmı felç olmuştur. Başvurucu 1991 yılında idareye maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuş ve talebin idare tarafında reddi sonrası idari yargıda tam yargı davası açmıştır. Karar defalarca bozulma sonrası ancak 2007 yılında kesinleşmiştir. İdari yargıda ıslah mümkün olmadığından dava açılmasından sonra geçen 16 yılda davacının talep ettiği maddi ve manevi tazminat enflasyon karşısında erimiştir. İdari yargıda hükmedilen yasal faiz ise bu zararı karşılamaktan çok uzaktır. Bu gerekçe ile başvurucu AİHM’de dava açmıştır.

AİHM, Yukarıdaki bilgileri göz önüne alan AİHM, tazminat tutarının davanın açıldığı tarihteki değeri ile talep edilebileceği tarihteki değeri arasındaki büyük farkın yargılamanın yavaş islemesinden ve gecikme faizlerinin yetersizliğinden kaynaklandığı kanaatine varmaktadır. AİHM, iç hukukta bu ihtilaflı durumun üstesinden gelebilecek etkili bir itiraz yolunun yokluğu ile ikiye katlanan bu tutarsızlığın başvuranı aşırı bir yük altına soktuğuna ve kamu yararı gereksinimleri ile başvuranın temel haklarının korunma zorunlulukları arasında olması gereken adil dengeyi bozduğuna hükmetmektedir. (Okçu/Türkiye, Başvuru no: 39515/03, 21.7.2009,p.60) şeklinde karar vermiştir.

Okçu/Türkiye kararı sonrasında yapılan kanun değişikliği ile ıslah müessesi idari yargıda da kabul edilmiştir. İdari Yargılama Usulü Kanununun 16. maddesinin 4. Fıkrasında düzenlenmiştir. İlgili maddede; “Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” denilmektedir. Buna göre idari yargıda ıslah yapılabilmesi için öncelikle dava ıslaha uygun bir dava olmalıdır. İdari dava türlerinden biri olan iptal davasında ıslah yolu kullanılamamaktadır. İdari Yargıda ıslah yolunun uygulanabilmesi için bir diğer şart söz konusu tam yargı davasında ancak davacı tarafından ıslah isteminde bulunulabileceği şartıdır. İdari Yargılama usulünde davalı ıslah isteminde bulunamaz. Bu bakımdan İdari Yargıda ıslah yolu, hukuk yargılamasındaki ıslah yolundan farklılık teşkil etmektedir.

Islah, İdari Yargılama Usulü Kanununun 16. Maddesinde yapılan 11.04.2013 tarihli değişiklik ile idari yargılamada tam yargı davalarına mahsus olmak üzere uygulanmaya başlamıştır. İlgili düzenlemeden önce idari yargıda ıslah müessesi olmadığından fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması veya dava konusunun arttırılması mümkün olmamaktaydı. Bu bakımdan gerçek zararın dava devam ederken tespit edilebileceği davalarda ciddi hak kayıpları meydana gelmekteydi. Ancak getirilen ıslah düzenlemesi ile bu durumun önüne geçilmiştir. Süre bakımından ıslah zamanı ise görülen davada nihai karar verilinceye kadardır. Yani idari yargıda davacı dava sonuçlanıp nihai karar verilinceye kadar ıslah yoluna başvurabilecektir.

2.İdarı Yargıda Manevi Zararın Islahı

2013 yılına kadar idari yargıda davacı dava dilekçesinde talep ettiği tazminat miktarı ile bağlı iken 11.04.2013 tarihindeki mevzuat değişikliği ile maddi ya da manevi ayrımı yapılmaksızın tazminat miktarı ıslah edilebilmektedir. HMK’da açıkça belirtildiği üzere hukuk davalarında manevi tazminat talebi dava açıldıktan sonra artırılamamaktadır. Bu bakımdan idari yargıda ıslah hususu farklılar göstermektedir.

İdari yargıda ıslah müessesesi, meydana gelen zararın gerçek miktarının dava görülürken belirlenmesi durumunda maddi tazminat için uygulanabileceği gibi, zararı doğuran olayın muhteviyatında tespit edilen yeni bulgular ışığında kişilerin manevi yönden daha fazla etkilendiği sonucuna ulaşıldığı takdirde manevi tazminat için de uygulanabilmektedir. Bu durum istisnai bir durum olmakla beraber ancak ve ancak manevi zararın sonradan gerçekten artmış olduğunun tespiti halinde uygulanabilecektir.

T.C. Danıştay 15. Daire E. 2013/3669 K. 2014/760 T. 17.2.2014

“…2577 sayılı Yasa’da yer almamasına karşılık, Danıştay içtihatları ile istemle bağlı olma kuralı uygulanarak, tam yargı davalarında dilekçede gösterilen uyuşmazlık konusu miktarın artırılamayacağı kabul edilmiştir. Tam yargı davalarında istemle bağlı olma kuralına ilişkin Danıştay’ın bu içtihatının, hak arama özgürlüğünün kullanımına ve adil yargılama hakkına engel oluşturduğu ileri sürülerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulmuş ve adı geçen Mahkemece ülkemiz aleyhine ihlal kararları verilmiştir.

Tam yargı davalarında istemle bağlı olma kuralının sebep olduğu hak kayıplarının giderilmesi amacıyla 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesinin 4. fıkrasına, 30.4.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanunun 4. maddesi ile ”Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir” cümlesi, aynı Kanun’un 5. maddesi ile de 2577 sayılı Kanun’a Geçici 7. madde olarak ”Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır. ”

Nitekim, 6459 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ( Tasarının 3. maddesi ) gerekçesinde, ”AİHM, devletin sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında, davacıların yargılamanın yavaş işlemesinden doğan zararlarını ortadan kaldıracak yeterli bir çözüm bulunmadığı yönünde ülkemiz aleyhinde ihlal kararları vermektedir. Düzenlemeyle, idarî yargıda açılan tam yargı davalarında talep edilen tazminatın daha yüksek olduğunun dava devam ederken anlaşılması durumunda, davacıya talep edilen miktarı arttırma hakkı verilmemesinin adil yargılama hakkının ihlali olarak kabul edilmesi sebebiyle, nihai karar verilinceye kadar ıslah suretiyle talep edilen tazminat miktarını arttırma hakkı tanınmaktadır.” ifadesine yer verilmiştir.

İdare Mahkemesi’nce, davacıların E:2006/1474 sayılı dosyalarındaki idari başvuru dilekçesi, dava dilekçesi, cevaba cevap dilekçesi ve 25.12.2009 tarihli ara karara verdikleri cevap incelendiğinde davacıların sözkonusu davayı açtıkları esnada çocuklarında kalıcı sakatlık meydana geldiğini bildikleri, buna göre tazminat isteminde bulunduklarının anlaşıldığı, buna göre 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde düzenlenen süreler geçirildikten sonra 10.06.2011 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, davacılar tarafından bilirkişi tarafından hesaplanan ancak Malatya İdare Mahkemesi’nin 13/05/2011 tarih ve E:2006/1474; K:2011/1204 sayılı kararı ile istemle bağlı kalınarak hükmedilmeyen 286.950,50-TL maddi tazminatın ödenmesine karar verilmesinin istenildiği, bu yönüyle ikinci başvurunun reddi üzerine 10.06.2011 tarihinde açılan davanın 09.02.005 tarihinde açılan davanın devamı niteliğinde olduğu, yukarıda belirtildiği üzere ıslah talebi olarak değerlendirilerek ve ıslaha ilişkin hükümler uygulanarak bir karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır…”

Danıştay 10. Dairesi E: 2009/9938E., K: 2014/1117sayılı ve T: 25.02.2014 tarihli kararında;

“2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda, 6459 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktarın, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin artırılmasına olanak tanınmıştır. Görüldüğü üzere, Yasanın “tam yargı davalarında, dava dilekçesinde belirtilen miktarın artırılabileceği” ifadesine yer verdiği; tazminat tutarının maddi veya manevi zararların karşılanmasına yönelik olup olmamasına ilişkin olarak bir ayrımdan söz etmediği anlaşılmaktadır. Bu itibarla, söz konusu artırım olanağının maddi tazminat tutarının yanında manevi tazminat tutarı içinde uygulanabileceği sonucuna varılmaktadır. Bir başka ifade ile davacıların artırılan miktara isabet eden harcı ödemek suretiyle kararı veren Mahkemeye verecekleri dilekçe ile bir defaya mahsus olmak üzere dava dilekçesinde gösterilen maddi ve manevi tazminat miktarını artırmaları mümkündür.” denilmektedir.

Danıştay 10. Dairesi E: 2019/10269, K: 2021/530 ve T:16.02.2021 kararı da benzer yöndedir.

Yukarda alıntıladığımız kararlardan görüleceği üzere Danıştay manevi tazminatın ıslahı konusunda Yargıtay’dan farklı düşünmektedir.

  1. Manevi Tazminatın Islahı

Tam yargı davasında manevi tazminatın ıslah edilebileceği hususu açıklanmıştır. Fakat davacı tarafın tam yargı davasında, dava dilekçesinde manevi tazminatı talep etmemiş ise sonradan ıslah yolu ile manevi tazminat talep edip edilemeyeceği ayrıca incelenmesi gereken bir konudur.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E. 2014/1193, K. 2016/800 ve T. 15.6.2016 sayılı kararında bu durumuhaksız fiil nedenine dayalı tazminat istemli davada, davanın konusunu sadece maddi tazminat oluşturmaktadır. Dava konusu edilmeyen manevi tazminat talebi ayrı bir müddeabihtir. Bu nedenle de ıslahın konusu olamayacakları; eş söyleyişle eldeki davada başlangıçta dava edilmeyip, ıslahla davaya katılmak istenen manevi tazminat ayrı bir müddeabih olmakla, ayrı bir davanın konusunu teşkil edecekleri, kanaatına oyçokluğu ile varılmıştır. Nitekim benzer ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 29.06.2011gün ve 2011/1-364-453 E. / K. sayılı kararında da kabul edilmiştir.” şeklinde ifade etmiştir.

İdari Yargılama Usulü Kanununun 16. maddesinin 4. Fıkrasındaki düzenlemede ise; “Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” denilmektedir.

Görüleceği üzere kanun maddesinde sadece talep miktarının arttırılabileceği açıkça belirtilmiştir. Bu sebeple idari yargıda dava dilekçesi ile talep edilmeyen manevi tazminatın ıslah yolu ile talep edilmesi mümkün değildir.

Sonuç

Danıştay idare hukukunda manevi tazminat talebi ile ilgili verdiği hükümlerde, manevi tazminatın maddi anlamda meydana gelen bir zararın telafisi olmadığını, kişinin başına gelen olay sebebi ile ruhen yaşadığı olumsuzlukların telafi edilmesi için hükmedilen bir bedel olduğunu belirtmektedir. Nitekim yaşanan olay nedeniyle kişinin uğradığı manevi zarar miktarının net rakamlarla belirlenmesi her zaman mümkün olamamaktadır. Hal böyle olunca dava süreci devam ederken kişinin uğradığı zararın dava dilekçesinde belirttiği miktardan fazla olacağı durumlarda manevi zararın ıslahı kabul edilmektedir. Fakat dava dilekçesinde belirtilmeyen manevi zararların ıslah yolu ile talep edilmesi mümkün değildir.

Av. Hale DEMİR

Türk Hukukunda Mülteci Ve Sığınmacıların Etkili Başvuru Hakkı 1

Devletler hukuk devleti oldukları konusunda bir takım ölçütler belirliyorsa bunun bir neticesi olarak belirledikleri hukuki ölçütlerin kendilerine karşı da işletilebilmesi yolunu açık tutmaları gerekmektedir. Nitekim vatandaş hak arama özgürlüğünü kullanırken uyruğunda yaşadığı devlet tarafından hak ihlaline uğramış olabilir. Bu sebeple etkili başvuru hakkının daha etkin şekilde kullanılabilmesi açısından devletlerin kendilerini bu tür yargısal yollara açık tutmaları gerekir. Anayasamızca da düzenlenen başvuru hakkı 36. Maddede şöyle tanımlanmaktadır; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. (1)Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.  Söz konusu maddeyle güvence altına alınan hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkı kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanında, diğer temel hak ve hürriyetlerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunlardan korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir.

İdari makamlara başvuru hakkı kapsamında anayasamızı inceleyecek olursak 40. madde şöyle ifade edilmektedir; “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.” Temel hak ve özgürlükler ana başlık dilekçe hakkı alt başlıklı 74. maddede ise şöyle ifade edilmektedir; “Vatandaşlar ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar kendileriyle ve kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yazı ile başvurma hakkına sahiptir.” 

Şimdi Türk Hukuku’nda etkili başvuru yolları; idari başvuru yolu, yargısal başvuru yolu ve bireysel başvuru yolu şeklinde düzenlenen alternatif başvuru yolları incelenecektir.

 

  1. İdari Başvuru Yolu

İdari başvuru yolunu inceleyebilmek için öncelikle idari başvuru kavramını irdelemek gerekir. İdari başvuru kavramından anlayacağımız, idari makamların yaptıkları işlerin bireyler tarafından değiştirilmesinin, iptalinin veya geri alınmasının yine yasalarca belirlenmiş idari makamlardan istenmesini ifade etmektedir. Türk hukukunda kural, ilgililerin haklarında hukuki sonuç doğuran işlemlere karşı herhangi bir idari itirazda bulunmak zorunda olmaksızın doğrudan dava açabildikleri için, zorunlu idari itiraz istisnai niteliktedir, mevzuatta öngörüldüğü takdirde uygulanmaktadır.

 

  1. Yargısal Başvuru Yolu

Yargı sistemimiz ele alındığında teşkilat; ilk dereceli mahkemeleri, bölge mahkemeleri ve yüksek mahkemeler şeklindedir. Çalışmamın içeriği bakımından burada bir ayrıma gidilecek olup ele alacağımız yargı mercileri Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri ve İdare Mahkemelerinden oluşacaktır.Yönetim üzerinde uygulanan ve yönetimin dışında yer alan en etkili denetim yolu yargısal denetimdir.

 İdare mahkemesi; idarenin hukuka aykırı işlem ve eylemlerine karşı açılan idari davalara bakmakla görevli temel mahkemelerden biridir (İdari Yargılama Usulü Kanunu m.1). İdare mahkemesi, idari yargıda genel görevli ilk derece mahkemesidir.  İdare mahkemelerince verilen kararlara karşı bir üst derece mahkeme olan Bölge İdare Mahkemelerine gidilir.  İstinaf mercii olarak da bilinen Bölge İdare Mahkemelerinin  kararlarına karşı ise bir üst mercii olan Danıştay’a gidilir.               Mahkeme kararlarının bu türden mercilerde denetimi şu şekildedir; Bölge İdare Mahkemelerinde denetim hukuka uygunluk ve maddi yönden oluşmuşken , Danıştay’da  yalnızca hukuka uygunluk denetimi yapılır. Yani İstinaf kanun yolunda detaylı bir inceleme olanağı bulunurken bu Danıştay’da daha sınırlıdır. İYUK m.45/1’e göre “İdare ve vergi mahkemelerinin kararlarına karşı, başka kanunlarda farklı bir kanun yolu öngörülmüş olsa dahi, mahkemenin bulunduğu yargı çevresindeki BİM’e , kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde istinaf yoluna başvurulabilir.”

Ancak bu yollara başvurabilmenin ön şartı kararların üst mercii yoluna açık olmasıdır. İstinaf kanun yolunda konusu beş bin TL’yi geçmeyen vergi davaları, tam yargı davaları ve idari işlemler için istinaf kanun yoluna başvurulamaz.

 

  1. Bireysel Başvuru Yolu

Bireysel başvuru, ülke içinde etkin olan hukuki ve idari tüm yolların tüketildikten sonra hala hak ihlali konusunda tatmin edici bir sonuca ulaşamamış bireyler için bir üst mercii veya ikincil nitelikte bir yargı yoludur kamu gücü tarafından anayasada belirtilen temel hak ve özgürlükleri ihlal eden bireysel başvuru 7.5.2010 tarih ve 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile hayata geçmiştir.

  “ Herkes, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır. Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz. Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir”. 

Yukarıda belirtilen Anayasanın ilgili hükmünü yorumladığımızda bireysel başvuru yolunun kabul edilmesinin amacı aslında Türkiye’nin uluslararası alanda standartlarını ileriye taşımak ve AHİM önüne taşınan davaların en aza indirgenmesini sağlamaktır.

Bireysel başvuruda temel şartlar şöyledir; başvurucunun güncel yararı ihlal edilmiş olmalı, dava açmakta hukuki yarar bulunmalı ve iç hukuk yolları tamamen tüketilmiş olmalıdır. Bireysel başvuru yolu ile ilgili kanun maddelerine baktığımızda 6216 sayılıyı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesine göre “ kamu tüzel kişileri bireysel başvuru yapamaz.” Aynı kanunun 46. maddesinin son fıkrasına göre “ Yalnızca Türk vatandaşlarına tanınan haklarla ilgili olarak yabancılar bireysel başvuru yapamaz.” Anayasa’da herkes ya da hiç kimse ibareleri ile düzenlenmiş olan haklar hariç olmak üzere, sadece vatandaş ibaresi ile düzenlenmiş haklar bakımından yabancılar Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapamayacaklardır.

Av. Zeynep PAŞAHAN