Makul sürede yargılanma hakkı, yargılamanın ve yargılanma işlemlerinin sürüncemede kalmasını önlemek, tarafların uyuşmazlık konusu hakka bir an önce ulaşabilmelerini ve davanın nasıl sonuçlanacağı konusunda endişe yaşamalarının önüne geçmek amacıyla düzenlenen bir haktır.
Günümüz hukuk düzeninde geciken adalet adaletsizlik olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle makul sürede yargılanma hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir parçası olarak düzenlenmiştir. Ayrıca Anayasamızın 141’inci maddesinin dördüncü fıkrasında “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” denilerek bu hak açıkça güvence altına alınmıştır. Bahse konu ulusal ve uluslararası düzenlemeler ile kişilerin haklarına bir an önce ulaşmalarının sağlanması ve uzun yargılamaların yol açacağı maddi ve manevi zararların önlenmesi amaçlamaktadır. Kısacası makul sürede yargılanma hakkı yönünden yapılan bireysel başvurularda, başvuruya konu yargılamanın neticesinden ziyade yargılamanın niteliği itibariyle uygun zamanda bir sonuca vardırılıp vardırılmadığı değerlendirilmektedir. Başvurucunun asıl davada haklı olup olmadığı hususu önem arz etmemektedir.
Ayrıca makul sürede yargılanma hakkı, davanın acele bir şekilde sonuçlandırılması gerektiği anlamını taşımamaktadır. Davanın niteliği göz önünde bulundurularak makul süre belirlenmelidir. Somut bir olay üzerinde değerlendirme yapmak gerekirse iş hukukundan kaynaklanan bir davada yargılamanın on yıl sürmesi makul süre olarak değerlendirilebilir mi? Bilindiği üzere iş hukuku uyuşmazlıklarında basit yargılama usulü uygulanmaktadır. Basit yargılama usulü basit ve çabuk işleyen, kısa ve kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür. Basit yargılama usulünün amacı kişilerin haklarına bir an önce kavuşmasını sağlamak iken konunun uzmanı mahkemelerce dosya kapsamında defalarca bilirkişi raporu alınması, celse aralarının uzun tutulması, izinli hâkim yerine gelen hâkimin sadece duruşma günü vermek ile yetinmesi gibi nedenler ile yargılamanın yıllarca uzaması makul görülebilir mi? İş davalarının özellikleri dikkate alındığında gerek bireylerin ekonomik geleceği gerek çalışma barışı açısından arz ettiği önem nazara alındığında iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi gerektiği aşikardır. Hakkına bir an önce kavuşmak isteyen taraflarca yargılamanın makul olmayan süre boyunca devam etmesi katlanılmaz bir hale dönüşebilmekte ve kişinin sürekli davanın aleyhe sonuçlanma riski altında yaşaması, hakkına ulaşabileceğine olan inancını zedelemektedir.
Yukarıda bahsedildiği üzere makul sürede yargılanma hakkı hem Anayasamızda hem de AİHS’de güvence altına alınmasına rağmen Türk hukuk sisteminde ihlale ilişkin başvurulabilecek olağan kanun yolları düzenlememiş sadece bireysel başvuru yolu öngörülmüştür. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvurular açısından, kanun yollarının tüketilmesi şartı da aranmamaktadır. Ayrıca devam eden yargılamalarda, makul sürenin aşıldığı iddiasında bulunulması her zaman mümkün olduğundan bireysel başvurularda aranan otuz günlük sürede başvurulması şartı da aranmamaktadır.
Makul Sürenin Saptanmasında Kullanılan Ölçütler
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesinde yargılamaya konu başvuruların büyük çoğunluğu makul sürede yargılanma hakkı ile ilgilidir. Bu sebeple hem AİHM hem de Anayasa Mahkemesi içtihatlarında makul sürenin tespitine ilişkin bazı ölçütler geliştirilmiştir. Davanın karmaşıklığı, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu, yargılamanın kaç dereceli olduğu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, AİHM tarafından bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde içtihat yoluyla geliştirilmiş olan kriterlerdir .(2)
Anayasa Mahkemesi dava konusunun niteliğini değerlendirirken, davanın hızlı bir şekilde sonuçlandırılmasının ilgililer bakımından önemini, olayın karmaşıklık derecesini göz önünde bulundurmaktadır.(3) Yargılamanın karmaşıklığını değerlendirirken davanın hem hukuki hem de maddi açıdan bütün yönlerini ele almakta; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, maddi olayların karmaşıklığı, sanıkların ya da isnat edilen suçların veya tanıkların sayısı, davanın uluslararası unsurları, bilirkişi deliline duyulan ihtiyaç, yazılı delillerin hacmi gibi birçok unsuru incelemektedir.
Diğer bir kıstas ise, başvurucunun tutumuyla alakalıdır. Bu açıdan başvurucunun gerek hukuk davalarında davacı ya da davalı gerekse ceza davalarında sanık olarak, yargılamadaki tutum ve davranışlarının davanın uzamasına sebep olup olmadığına bakılmaktadır.(4) Buna göre mahkeme, başvurucunun dava sürecindeki tutum ve davranışlarını özel olarak değerlendirmekte ve buna göre makul sürenin aşıldığına ilişkin başvuruyu kabul etmekte ya da reddetmektedir. Başvurucu vekilinin çok sayıda mazeret vermesi, bilirkişi raporu veya keşif için gerekli giderleri süresinde yatırmaması gibi haller başvurucudan kaynaklanan tipik kusurlardır. Ancak, başvurucunun kanunlardan kaynaklı haklarını kullanmasının bu kapsamda değerlendirilemeyeceği gözden kaçırılmamalıdır.
Yetkili makamların tutumuna ilişkin ölçütte devlet, kendi idari ve yargısal organlarına isnat edilebilecek gecikmeler nedeniyle sorumlu tutulmaktadır. Diğer bir söyleyişle, yapılan yargılamada, yetkili makamların hatalı davranışları nedeniyle davanın uzamış olması, makul sürede yargılanma hakkı ile bağdaşmamaktadır. Yetkili makamlar, bu konuya ilişkin olarak gerekli özeni göstermeli ve en hızlı şekilde hareket etme yükümlülüğü altında bulunmaktadır. Bu kapsamda sadece yargı makamlarının tutumu dikkate alınmayıp, Devletin kamu gücü kullanan tüm organlarına atfedilebilir bir gecikme olup olmadığı üzerinde durulmalıdır. Yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir. (Güher Ergun ve Diğerleri Başvurusu)
Yargılamanın Makul Süre İçerisinde Yapılmasının Tespitine İlişkin Sürenin Başlangıcı ve Bitimi
Yargılamanın makul sürede yapılıp yapılmadığını belirleyebilmek için sürenin başlangıcını ve sürenin bitişini tespit etmek gerekmektedir. AİHM ve Anayasa Mahkemesine göre hukuk ve idari yargı davalarında makul sürede yargılamanın başlangıç tarihi kural olarak davanın açıldığı tarihtir. Ceza davalarında ise bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi ya da arama, gözaltı gibi başvurucunun suçun isnadından ilk olarak etkilendiği tarih esas alınmaktadır. Hukuk ve idari yargı davalarında sürenin bitiş tarihi, icra aşamasını da kapsayacak şekilde belirlenmektedir. Ceza davalarında sürenin bitimi ise temyiz incelemesi de dâhil olmak üzere yargılamanın sona erdiği tarihtir. Yargılamanın devam ettiği davalar açısından ise makul sürenin hesaplanmasında esas alınacak son tarih, Anayasa Mahkemesinin başvuru hakkında kararını verdiği tarihtir. ( Özdemir, s. 5.)
Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlaline İlişkin Anayasa Mahkemesi ve AİHM Kararları
AİHM, Dildar v. Türkiye kararında davanın karmaşık olduğu ve bu bağlamda dört defa bilirkişi raporu temin edildiği bu nedenden ötürü yargılama faaliyetinin uzun sürdüğü savunmasını haklı bulmamış, dâvanın karmaşık olmasının kamulaştırma bedelinin artırımına ilişkin bir davanın yedi sene sürmesini gerektirmeyeceğini ifade etmiştir.
Anayasa Mahkemesi Nesrin Kılıç başvurusunda (2013/772, K.T. 07.11.2013) makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede önemli bir ölçüt olan başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriteri çerçevesinde, gerek bireylerin ekonomik geleceği gerek çalışma barışı açısından arz ettiği önem nazara alındığında, iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerektiğini vurgulamıştır
Anayasa Mahkemesi Taylan Kamış başvurusunda (AYM, Başvuru No: 2013/5709, K.T. 17.03.2016.) adil yargılanma hakkının devlete, uyuşmazlıkların makul süre içinde sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma ödevi yüklediğini, tüketici mahkemesinde açılan alacak davasında derhâl bir yargı kararı verilmesinde tüketici konumundaki başvurucunun önemli bir kişisel yararı bulunduğunu bu nedenle tüketici mahkemelerinde görülen uyuşmazlıkların ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerektiğini hüküm altına almıştır. AİHM değerlendirmeye esas alınan sürenin makul olup olmadığını saptarken, hukuki korumanın bir an önce gerçekleştirilmesinde tarafların özel bir menfaatinin bulunup bulunmadığını değerlendirmektedir
AİHM, Latif Fuat Öztürk Türkiye kararında hâkim tarafından bilinmeyen özel ve teknik bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişiye başvurulmasının, davanın karmaşık olduğu sonucuna götürmeyeceğini ifade etmiştir. İkinci bilirkişi heyetinin düzenleyeceği raporun, bilirkişi heyeti oluşturulamadığı için temin edilemediğini, bu yöndeki kararından yaklaşık iki sene sonra kabul etmesini, yargılama merciine atfedilebilecek bir kusur olarak nitelendirmiş ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmiş olduğuna karar vermiştir.
AİHM, Gabay v. Türkiye kararında, başvuruya konu davanın munzam zarara ilişkin olduğunu, yerel mahkemenin kararı verdiği tarih ile temyiz kanun yoluna başvurulması neticesinde Yargıtay’ın ilgili dairesinin vermiş olduğu onama kararının verildiği tarih arasında geçen iki yıl bir aylık sürenin makul olmadığına karar vermiştir.
AİHM vermiş olduğu SilvaPontes v. Portekiz kararında, trafik kazalarından ötürü talep edilen tazminata ilişkin uyuşmazlıkların bir an önce karara bağlanması ve hukuki korumanın gerçekleştirilmesi bakımından özel bir özenin gösterilmesi gerektiğine değinmiştir. AİHM tazminat davalarında ve özellikle trafik kazaları nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararın tazminini konu alan uyuşmazlıklar bakımından hukuki korumanın ivedilikle gerçekleştirilmesinde, zarar gören tarafın özel bir menfaatinin bulunduğuna işaret etmektedir.
Anayasa Mahkemesi Selahattin Akyıl başvurusunda (AYM, Başvuru No: 2012/1198 K.T. 7/11/2013) makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihini, başvurucu tarafından park alanına dönüştürülen ancak uzun süredir kamulaştırılmayan taşınmazların kamulaştırılarak bedelinin ödenmesi, bunun mümkün olmaması durumunda ise belediyeye ait başka taşınmazlarla takas edilmesi veya imara açılması hususlarını içeren taleplerini ilgili idarelere ilettiği 18/3/2002 tarihi olarak kabul etmiştir. Her ne kadar sürenin başlangıcı kural olarak davanın açıldığı tarih ise de bazı özel durumlarda dava konusunun niteliği itibariyle uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir
Anayasa Mahkemesi Bayram Keleş başvurusunda (AYM, Başvuru No:2013/6163 K.T. 1.12.2015) başvurucuya karşı yapılan haksız tutuklama nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat davasının, hukuki olayın çözümünde güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasındaki engeller, taraf sayısı gibi kıstaslar dikkate alınarak karmaşıklıktan uzak olduğu bu nedenle yaklaşık 5 yıl devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin söz konusu olduğunu tespit etmiştir.
Anayasa Mahkemesi Tevfik Yıldırım başvurusunda (AYM, Başvuru No:2013/4701 K.T. 23.1.2014) başvurucunun iş kazası nedeniyle yaralanması sonucu zarar görmesi ve bu nedenle açtığı tazminat davasıyla ilgili olduğunu yargılama aşamasındaki gecikmeler ayrı ayrı ele alındığında, ilk derece mahkemesi tarafından uzun aralıklarda duruşmalar yapıldığı ve temyiz aşamasıyla birlikte makul olmayan bir süre olan 7 yıl 6 ay 19 günlük bir sürede yargılamanın tamamlandığı görülmektedir. İş kazası nedeniyle tazminat davalarının niteliği, başvurucu bakımından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati dikkate alındığı zaman sürenin makul olmadığı açıkça görülmektedir
Anayasa Mahkemesi makul sürede yargılanma hakkına ilişkin kararlarında benzer durumlara ilişkin başvurularda sadece ölçütlerin somut olaya uyarlanması yoluna gitmemekte, benzer kararlara atıf yapmakta ve yaptığı değerlendirmede kendi bünyesinde yapılan incelemede geçen süreyi de göz önünde bulundurmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin Makul Sürenin İhlaline İlişkin Verdiği Kararların Tazminat Açısından İncelenmesi
Anayasa Mahkemesi makul sürede yargılanma hakkı ihlal edildiğinde, kişilerin uğradığı zararı gidermek için telafi niteliği taşıyan tazminata hükmetmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ikinci fıkrasındaki kurala göre; “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.” Yargılaması makul süreyi aşan davalarla ilgili olarak, mevcut problemi çözmek mümkün olmadığından uğranılan zararın tazminatla telafi edilmesi yoluna gidilmektedir. Öte yandan Anayasa Mahkemesi tarafından hükmedilen tazminat miktarları açısından istikrarlı bir uygulamadan da söz etmek güçtür. Anayasa Mahkemesinin özellikle sekiz seneyi bulan yargılama süresini makul sürede yargılanma hakkının ihlali olarak kabul ederken, her bir dava açısından farklı tazminat miktarlarına hükmetmesi dikkat çekicidir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, kararlarında sadece manevi tazminata hükmetmekte ve başvurucunun talebine rağmen maddi tazminata hükmetmemektedir. Anayasa Mahkemesi’nin tazminata hükmedip hükmetmeme konusunda verdiği kararları yeterince gerekçelendirmediği görülmektedir. Mahkeme başvurucuların tazminat talebinde bulunmayarak sadece bir hak ihlallerinin olup olmadığının tespitini istemeleri halinde maddi ya da manevi olarak tazminat hükmetmemektedir. Başvurucuların talepleri ile bağlı kalarak karar verdiği görülmektedir. Verilen ihlal kararları yargılamanın hızlanması için itici bir güç niteliği taşımamaktadır. Adaletin sağlanması için mahkemelerin yargılama sürecindeki tutumlarının değişmesi ve yapısal sorunların giderilmesi gereklidir.
Yazımızda adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biri olan makul sürede yargılanma hakkı mütalaa edilerek göze çarpan bazı hususlar vurgulanmaya çalışılmıştır. Temel hakların değişen koşullar çerçevesinde ihlal tehlikesi altında olduğu bir gerçektir. Bu noktada kişinin hakkının ihlal edildiği iddiası ile yapılan başvurularda iddialar etkin şekilde araştırılmalı ve herhangi bir ayrım gözetmeden gerçekçi ve adil bir karara varılmalıdır.
Av. Sibel Adıgüzel
Kaynakça
- Güher Ergun ve Diğerleri 2012/13 numaralı başvurusu (https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr)
- Özdemir Kenan, “Adil yargılanma Hakkı Ve Makul Süre”,
http://www.yayin.adalet. gov.tr/adaletdergisi/01.sayi/7kenan.pdf. - Dildar v. Türkiye kararı, Gabay v. Türkiye kararı, Latif Fuat Öztürk v. Türkiye kararı
- Nesrin Kılıç başvurunda (2013/772, K.T. 07.11.2013)
- Taylan Kamış başvurusunda (AYM, Başvuru No: 2013/5709, K.T. 17.03.2016.)
- Selahattin Akyıl başvurusu(AYM, Başvuru No: 2012/1198 K.T. 7/11/2013. )
- Bayram Keleş başvurusu (AYM, Başvuru No:2013/6163 K.T. 1.12.2015)
- Tevfik Yıldırım başvurusu(AYM, Başvuru No:2013/4701 K.T. 23.1.2014)