Hukuk & Danışmanlık Hizmetleri
Yerel ve uluslararası alanda bilgili ve
tecrübeli ekibimizle hizmet sunmaktayız.

AKARYAKIT İSTASYONLARIN MÜHÜRLENMESİ-KAPATILMASINA NEDEN OLAN VERGİ DENETİM RAPORLARININ İHLAL ETTİĞİ ANAYASAL HAKLAR

Ana sayfa AKARYAKIT İSTASYONLARIN MÜHÜRLENMESİ-KAPATILMASINA NEDEN OLAN VERGİ DENETİM RAPORLARININ İHLAL ETTİĞİ ANAYASAL HAKLAR

A. GİRİŞ

5015 Sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nda 29.04.2021 tarih ve 7318 Sayılı Kanun ile bir kısım değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerden biri de 5015 sayılı Kanunun 20/2-g maddesidir. İlgili kanun maddesi aşağıdaki gibidir.

İdarî yaptırımlar

Madde 20- (Değişik:14/2/2019-7164/33 md.)

g) (Ek:29/4/2021-7318/10 md.) Bu Kanuna göre lisansa tabi faaliyetler ile ilgili olarak, 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 359 uncu maddesinin (a) ve (b) fıkraları kapsamında; muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenleme veya bu belgeleri kullanma, belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleme veya bu belgeleri kullanma suçları ile aynı maddenin (ç) fıkrasında yazılı suçların işlendiğinin anılan Kanunun 367 nci maddesi uyarınca Cumhuriyet başsavcılığına bildirilmesi ile birlikte durum, Kuruma da iletilir ve Kurum tarafından her türlü tesiste (rafineri hariç) lisansa tabi tüm faaliyetler kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veya mahkeme kararı kesinleşinceye kadar geçici olarak durdurulur ve bu süre içinde söz konusu tesis için başka bir gerçek veya tüzel kişiye de lisans verilmez. Kesinleşmiş mahkeme kararına göre lisans sahiplerinin lisansı iptal edilir. Bu bent kapsamında kalan fiillere ilişkin olarak verilen idari para cezaları ödenmediği müddetçe lisansa konu tesis için lisans verilmez. Bu bent kapsamındaki suçlara ilişkin vergi incelemesi sonuçlanıncaya kadar söz konusu tesis için başka bir gerçek veya tüzel kişiye de lisans verilmez.

İlgili kanun maddesi gereğince maddede sayılan fiillerin gerçekleştirildiğine ilişkin Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan ve Kuruma iletilen bildirim ile tesisin lisansa tabi tüm faaliyetlerinin kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veya mahkeme kararı kesinleşinceye kadar geçici olarak durdurulur. Buna göre faaliyetlerin durdurulması için suçun işlendiğinin ispatı değil, fakat faaliyetin devam etmesi için suçun işlenmediğinin ispatını gerektirir bir düzenleme söz konusudur.

İşbu makaleye temel Petrol Piyasası Kanunu 20/2-g maddesinin uygulamasında akaryakıt şirketleri ve akaryakıt dağıtım şirketleri hakkında düzenlenen vergi suçu raporlarına istinaden, EPDK tarafından 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanununun 20. maddesinin g bendinde yer alan, “213 sayılı VUK’ nun 359. maddesinin a ve b fıkraları kapsamında muhteviyatı itibari ile yanıltıcı belge düzenleme veya bu belgeleri kullanma suçları ile aynı maddenin ç fıkrasında yazılı suçların işlendiğinin anılan kanunun 367. maddesi uyarınca Cumhuriyet Savcılığına bildirilmesi ile birlikte durum kuruma da iletilir ve kurum tarafından her türlü tesiste lisansa tabi tüm faaliyetler kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veya mahkeme kararı kesinleşinceye kadar geçici olarak durdurulur” düzenlemesi gereğince işyeri faaliyetinin durdurulması ve mühürleme işlemleri tesis edilmektedir.

Bu kanun maddesinin uygulaması kapsamında tartışılması gereken husus, EPDK ‘nın işyerinin faaliyetini geçici süre ile kapatmasının kanuni ve yasal dayanağının olup olmamasından ibarettir.

Konunun sağlıklı şekilde anlaşılması için, yasal dayanak mahiyetindeki işlemlere ait birtakım terimlerin tanımlarına yer verilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Zira EPDK tarafından 5015 sayılı kanunun 20. maddesinin g fıkrasındaki kanun hükmünün icrasına dayanak olan, ve vergi kanunlarında geçen terimlerin vergi kanunları açısından ne ifade ettiği ile bu ifadenin olayı ne şekilde yönlendirdiğinin bilinmesi açısından önemlidir.

A. TANIM VE UNSURLAR

i- Vergi Tekniği Raporu; Vergi Denetim Kurulu yönetmeliğinin Vergi İnceleme Raporları başlıklı 53. maddesinin 3. fıkrasında, -yürütülmekte olan vergi incelemelerinde birden fazla mükellefi veya vergi türünü yada mükellefin birden fazla vergilendirme dönemini kapsayan eleştiri konusu yapılabilecek hususların tespit edilmesi halinde, konunun tek bir raporda ifade edilebilmesi amacıyla vergi raporu düzenlenebileceği belirtilmiştir. Bu raporlar sonrasında düzenlenecek vergi inceleme raporlarının ekini oluşturur.

ii- Vergi Suçu Raporu; Vergi Denetim Kurulu yönetmeliğinin Vergi Suçu Raporu başlıklı 54. maddesinde, 213 sayılı kanunun 359. maddesi kapsamındaki fiillerin tespiti durumunda, aynı kanunun 367. Maddesi uyarınca yeterli sayıda vergi suçu raporu düzenleneceği belirtilmiştir.

iii- Vergi İnceleme Raporu; Vergi İnceleme raporunun kanunlarda herhangi bir tanımı olmamakla birlikte, Vergi Usul Kanunun 134. maddesinde, vergi İncelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak tespit etmek ve sağlamaktır, şeklindeki hükmün tanımı gereğince yapılan araştırma ve çalışmaların derlendiği bir araya getirildiği ve inceleme elemanının vergi kanunları doğrultusundaki önerilerine yer verilen çalışma bütünüdür. Vergi inceleme raporlarındaki tespitler, vergi dairesi tarafından uygulamaya konulur, diğer bir ifade ile vergi inceleme raporu, vergi dairesine görüş ve öneri mahiyetinde olmakla birlikte uygulamaya dayanak olarak vergi dairesi tarafından kullanılır.

iv- Sahte Belge; Sahte belge tanımına Vergi Usul Kanununun 359. maddesinde yer verildiği üzere, gerçek bir muamele veya durum olmadığı halde bunlar varmış gibi düzenlenen belge, sahte belgedir. Gerçek bir muameleye dayanmakla birlikte bu muamele veya durumu mahiyet veya miktar itibariyle gerçeğe aykırı şekilde yansıtan belge ise, muhteviyatı itibari ile yanıltıcı belgedir.

v- Bilerek Sahte Belge Kullanma; Bilerek sahte belge kullanma tabiri VUK nun 359. maddesinin 2/c maddesinde yer verilmiş olup anılan düzenlemede, Maliye Bakanlığı ile anlaşması bulunan kişilerin basabileceği belgeleri, Bakanlık ile anlaşması olmadığı halde basanlar veya bilerek kullananlar iki yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır, şeklinde açıklanmıştır.

5015 sayılı kanunun 20. maddesinin g fıkrasında, vergi kanunlarına atfen yapılan düzenlemede, Vergi Usul Kanununun 359. maddesindeki fiilleri işleyenler hakkında, aynı kanunun 367. maddesine istinaden haklarında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulması, anılan kanunun uygulamasına yani işyerinin faaliyetinin kapatılması ile sonuçlanan işlemi başlatan bir husustur.

Bu durumda vergi kanunlarında yer alan uygulamaların ne şekilde tekamül ettiğinin bilinmesi ile EPDK uygulamasının yasal dayanağının bulunup bulunmadığını irdelemek gerekir.

İşlemleri vergi inceleme elemanı tarafından incelenen bir mükellef hakkında, öncelikle vergi inceleme raporlarına esas ve ek teşkil etmek üzere vergi tekniği raporu düzenlenir. Genel anlamda vergi konulu raporlar öneri ve inceleme elemanın değerlendirme ve kanaatlerine yer veren raporlar olup, raporlarda yer alan değerlendirmeler, kesin hüküm ifade eden hususlar değildir. Özellikle de vergi tekniği raporları kesinlik arz edemez, çünkü vergi tekniği raporlarındaki değerlendirmeler ayrıca araştırma ve incelemeyi gerektirmekte olup, vergi tekniği raporları gereğince yapılacak diğer incelemelerde somut verilerle ortaya konulmak zorundadır.

Ayrıca vergi tekniği raporlarındaki kesin olmayan/kesinliği ispatlanmamış değerlendirmeler, sonrasında düzenlenecek raporlarda somutlaştırılmak üzere hazırlanan raporlar olması sebebiyle, başkaları nezdinde ve başka konularda veya farklı vergi yönünden yapılacak incelemelere esas teşkil etmeyecek olup sadece yön gösterici mahiyettedir.

Uygulamada sık sık akaryakıt tesisi işleten şirket hakkında şirketin akaryakıt satın aldığı dağıtım şirketleri hakkında düzenlenen vergi tekniği raporundaki değerlendirmelerin, akaryakıt tesisi işleten şirket hakkında yapılan incelemede kesin yargı mahiyetinde bilgi olarak kullanıldığı, akaryakıt tesisi işleten şirketin faaliyetinin fiili olarak tespiti yönünde araştırma ve belge ortaya konulmadan şirket sahte belge kullanıcısı olarak telakki edildiği ve devamında sahte belgenin bilerek kullanıldığı yönünde yapılan değerlendirme üzerine olayın vergi suçuna konu edilmesine rastlanmaktadır.

B. UYGULAMADA KARŞILAŞILAN PROBLEMLERE BİR BAKIŞ

Konunun uygulamasının teknik ve hukuki yönlerden ayrıntılı şekilde incelenmesi için akaryakıt tesisi işleten şirketler ve dağıtıcı şirketler hakkında yapılan incelemelerin irdelenmesi gerekir.
a. Akaryakıt Tesisi İşleten Şirketler Hakkında Yapılan İncelemelerde;

i- Akaryakıt dağıtım şirketleri hakkında düzenlenen vergi tekniği raporlarının akaryakıt şirketleri hakkında da kesin yargı oluşturacak şekilde kullanıldığı durumlarda, akaryakıt tesisi işleten şirketlerin satın aldığı akaryakıtın hangi dağıtıcı şirketlerden alındığı tam olarak ortaya konmadan rapor düzenlenmektedir. Örneğin; sadece iki satıcı akaryakıt firmasının sahte belge düzenlediği bilgisi üzerine akaryakıt tesisi işleten şirketin satın aldığı akaryakıtın sahte belge ile belgelendirildiği iddia edildiği uygulamada sık görülmektedir. Bu durumda şirketin, kimden veya hangi firmalardan akaryakıt aldığının ortaya konulması gerekmektedir. Çünkü böylesi bir durumda vergi kayıp kaçağı belgesiz mal satışı yapan kimseler tarafından mevcut olup, vergi kayıp ve kaçağının belgesiz satıcılar yönünden incelenmesi veya bu yönde ortaya irade konulması gerekir. Ancak uygulamada hazırlanan raporlarda, sadece dağıtıcı şirketler hakkındaki ispatsız ve yargı nezdinde dava konusu yapılıp yapılmadığı belli olmayan iddialar esas alınarak akaryakıt tesisi işleten şirketler hakkında kanaate dayalı rapor düzenlenmektedir. Kesin yargı içeren değerlendirmelerin somut bilgi ve belgeye dayanması hukuksal açıdan esastır. Ancak buna rağmen kesinleşmemiş iddialar üzerinden üçüncü kimseler hakkında yaptırıma dayalı hüküm tesis edilmektedir.

ii- Yine akaryakıt tesisi işleten şirketlerin, dağıtıcı şirketlerden aldığı yakıtlar mukabili yaptığı ödemelerin de gerçek olmadığının somut olarak ortaya konulması gerekmektedir. Yani yapılan ödemelerin şirketlere geri dönüşlerinin de ortaya çıkarılması gerekir. Kaldı ki, yapılan ödemeler şirkete

geri gelmediyse bu ödemelerin akıbeti ve gereğinin de somut olarak ortaya konulmasında zorunluluk bulunmaktadır. Ne var ki uygulamada düzenlenen raporlarda bu yönde araştırma yoluna gidilmediği gibi bu hususta aksi yönde bir tespitte de bulunulmamaktadır. Yapılan incelemelerde salt başka şirket nezdinde yapılan soyut değerlendirme esas alarak kıyas yoluyla değerlendirme yoluna gidilmektedir.

iii- Yine uygulamada akaryakıt tesisi işleten şirketler; alışlarının nakliye belgelerini, irsaliyelerini, nakliyeye ait bilgi ve belgeleri ibraz ettiği halde bu bilgi ve belgelerin gerçek dışılığı ortaya konulmadan rapor tanzim edildiği görülmektedir. Nakliye araçlarının otoyol geçişleri, her nakliye başına ayrı ayrı karayolları geçiş otomasyon bilgileri ile ortaya konulmasına rağmen dikkate alınmadan ve aksi ispat yönüne gidilmeden yapılan vergi inceleme işlemi, hazırlanan raporun tarafsızlığı konusunda tarafları şüpheye düşürmekte, vergi incelemelerine duyulan güveni zedelemektedir.

iv- Akaryakıt tesisi işleten şirketlerin akaryakıt alışlarının, lisans hakkı sahibi dağıtıcı şirketlerden EPDK’ nın izni gereğince yapılmış olması ve alışların da fiili olarak yapıldığının ispatlandığı bir ortamda, sadece dağıtıcı şirketlerin bir takım vergisel ödevlerini eksik yerine getirmiş olmasından ötürü sorumlu tutulmaları hukuk ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Dağıtıcı şirketlerin düzenlediği belgelerin sahte olması, bu şirketlerden akaryakıtı fiilen satın alan, alışlarına mukabil bankadan ödemelerini yapan, akaryakıtı belli araçlarla nakil eden, nakil araçlarının karayolu geçiş otomasyon bilgileri bulunan, geçiş bilgileri ile fatura ve irsaliyeleri birbiriyle uyumlu olan açısından sahte belge değerlendirmesi yasal anlamda mümkün değildir.

v- Akaryakıt tesisi işleten şirketler fiilen akaryakıtı dağıtıcı şirketlerden aldığı halde, dağıtıcı şirketlerin sahte belge ile satışı belgelendirmesi, akaryakıt tesisi işleten şirket açısından bağlayıcı değildir. Akaryakıt tesisi işleten şirketin sahte belge kullanıcısı olabilmesi için şirketin başkasından akaryakıt aldığı halde dağıtıcı şirketlerden belge almış olması gerekmektedir ki bu yönde hiçbir somut tespit söz konusu olmadan akaryakıt tesisi işleten şirketler hakkında vergi suçundan işlem tesis edilmektedir. Sadece dağıtıcı şirketler hakkındaki vergi tekniği raporu dayanak olarak alınarak ve başkaca bir araştırma ve inceleme verisi ortaya konulmadan akaryakıt tesisi işleten şirketlere haksız ithamlarda bulunulmaktadır.

vi- Yukarıda yer verdiğimiz vergi tekniği raporu tanımında, vergi tekniği raporunun, başka vergi inceleme raporuna ek yapılacağı belirtilmiş olmasına rağmen, uygulamada sık karşılaşılan bir problem olarak şirketler hakkında düzenlenen vergi inceleme raporlarında sadece atıfta bulunulmakla yetinilmesi ve rapora ek yapılmamasıdır. Bundan dolayı şirketler, haklarında yapılan işlemin dayanağından haberdar olamamaktadır. Bu durum akaryakıt şirketlerinin savunma hakkını kısıtlamaktadır.

b. Dağıtıcı Şirketler Hakkında Yapılan İncelemelerde;

Dağıtım şirketleri hakkında düzenlenen vergi tekniği raporlarının esas alınarak diğer şirketler hakkında rapor hazırlanmasına ilişkin en sık rastlanan durum, dağıtım şirketleri hakkında düzenlenen vergi tekniği raporlarının her iki şirket tarafından dava konusu yapılıp yapılmadığı, yani kesin hüküm ifade edecek mahiyette olup olmadığı belli olmadan işlem tesis edilmesidir. Yargı nezdinde kesinleşmemiş ve iddia hükmünde olan vergi inceleme raporları esas alınarak başkası nezdinde yapılan değerlendirmelere ve hüküm ifade eden yaptırımlara konu edilmektedir.

Dağıtıcı şirketler hakkında düzenlenmiş vergi tekniği raporu ve rapor doğrultusunda yapılan savcılık nezdindeki suç duyuruları ile vergi dairesince tarh edilen cezalı vergi tarhiyatlarının yargı nezdinde dava konusu yapılıp yapılmadığı tespit edilmeden işlem tesis edildiği gibi birçok kez konuyla ilgili akaryakıt tesisi işleten şirkete bir vergi cezası yahut vergi ihbarı tebliğ edilmemektedir. Akaryakıt tesisi işleten şirketler ilgili vergi inceleme, vergi suçu raporları, savcılık ihbarları EPDK tarafından akaryakıt istasyonunun mühürlenmesi ile öğrenmektedir. Dolayısıyla şirketin ne ile suçlandığı, hangi belgeler dayanak gösterilerek işlem tesis edildiği bilinmeden istasyonun faaliyetinin durdurulması yaptırımı ile yüzleşmesi söz konusu olmaktadır. Çoğu zaman tüm bilgi ve belgeler hakkında bilgi sahibi olunmadan davalar açılmakta, belgelerin çoğuna davalı idarenin savunma dilekçesi ve ekleri ile ulaşılmaktadır.

Yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere, düzenlenen vergi inceleme raporları veya diğer vergi konulu raporlar, gerek hukuksal anlamda gerekse vergi kanunları kapsamında kesin yargı ifade etmeyen raporlardır. Yargıya taşınmış veya taşınacak bir olayda, kesin hüküm ifade etmeyen ve iddia hükmündeki değerlendirmelerin esas alınarak EPDK’nın ticari faaliyeti tümüyle engelleyici kapatma işlemi uygulaması adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi, hukuk devleti ilkesi yönünden Anayasal hak ihlali teşkil etmektedir.

D. MASUMİYET KARİNESİNİN İHLAL EDİLMESİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRME

İlgili iş ve işlemler Anayasa ve Uluslararası Sözleşmeler kapsamında koruma altına alınan masumiyet karinesi ilkelerine aykırıdır.

Anayasanın Suç ve cezalara ilişkin esaslar başlıklı 38.maddesi şöyledir;

C. Suç ve cezalara ilişkin esaslar

”MADDE 38- Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Suç ve ceza zamanaşımı ile ceza mahkûmiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır.
Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur. Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.

Ceza sorumluluğu şahsîdir…”

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1 No’lu Ek Protokolü’nün adil yargılanma hakkı başlıklı 6. maddesi şöyledir;

MADDE 6

”Adil yargılanma hakkı

1. Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir. Ancak, demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veyahut, aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonu tüm dava süresince veya kısmen basına ve dinleyicilere kapatılabilir.

2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;

b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;

d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek…”
Masumiyet karinesi kapsamında yapılacak incelemede öncelikle Petrol Piyasası Kanunu 20/2-g maddesi gereğince uygulanan tesisin süresi olarak kapatılması işleminin idari yaptırım mı yoksa geçici nitelikte bir idari tedbir mi olduğu hususunun irdelenmesi gerekir.

Bazı hâllerde ve kanunların açıkça yetki verdiği veya yasaklamadığı durumlarda, araya yargısal bir karar girmeden idarenin doğrudan doğruya bir işlemi ile ve idare hukukuna özgü usûllerle vermiş olduğu cezalar “idarî yaptırım” olarak adlandırılmaktadır (ÖZAY İl Han, İdari Yaptırımlar (Kuramsal Bir Deneme), 1985, İstanbul, s. 35).

Hukukî müeyyideler nitelikleri bakımından caydırıcı (tedip edici, bastırıcı, cezalandırıcı) müeyyideler ve telafi edici (giderici, onarıcı, engelleyici) müeyyideler olmak üzere iki ana gruba ayrılabilir. Caydırıcı müeyyidelerin cezalandırma amacı ağır basar. Telafi edici müeyyidelerde ise temel amaç cezalandırma değil, bir hukuk normunun ihlâli nedeniyle ortaya çıkan bir hak kaybının veya kişiler ya da toplum (kamu) aleyhine oluşan olumsuz etki veya sonucun zorla giderilmesi (bertaraf edilmesi), telafi edilmesi veya engellenmesidir. İdare hukukundaki yaptırımlar içerik yönünden her iki grup yaptırımı da içerir. İdari cezalarda caydırma, bastırma yani cezalandırma amacı ön planda olduğundan, bunlar “caydırıcı yaptırımlar” grubuna girerler. Buna karşın idari tedbirler, “telafi edici yaptırımlar” sınıfına dâhil

olur. Danıştay kararlarında, hizmetin düzgün işlemesini olumsuz etkileyebilecek ihlâller için engelleyici ve durdurucu nitelik taşıyan yaptırımlar idari tedbir; tedbir boyutunu aşıp tedip etme ve cezalandırma boyutuna varan yaptırımlar ise idari ceza olarak görülmüştür (ULUSOY Ali, İdari Yaptırımlar, 2013, İstanbul, s. 8, 17, 21).

Buna göre kişilere ait tesislerin belirli bir fiil veya davranış neticesinde süresiz olarak kapatılmasına ilişkin işlemler -kural olarak- tedbir boyutunu aşan cezalandırma, caydırma veya tedip etme amacı taşımakla, bu davalarda çekirdek ceza hukuku güvencelerinin uygulanması gerektiği kabul edilmelidir. Bu itibarla, idarî yaptırım (ceza) niteliği taşıyan söz konusu işlemlerin idarece tesisinde ve bu işlemlerin mahkemelerce hukuka uygunluk denetiminde “masumiyet karinesi” ilkesinin sağladığı güvencelerin uygulanması gerekir.

Anayasa’nın 38. maddesinde idarî suç ve cezalar ile adlî suç ve cezalar arasında bir ayrım yapılmadığından her ikisi de bu maddede öngörülen ilkelere tâbidir. Adlî ve idarî suçlarda davranış normlarına aykırı ve haksızlık teşkil eden bir fiille kanun koyucunun koruma altına aldığı bir hukuki değerin ihlali söz konusu olup adlî ve idarî cezaların her ikisi de cebir içermektedir (AYM, E.2018/73, K.2019/65, 24/07/2019, §180). Bu bağlamda, “masumiyet karinesi” ceza hukukunda olduğu gibi idarî yaptırımlarda (cezalarda) da uygulanması zorunlu olan bir ilkedir. Nitekim, başta Anayasa’nın 38. maddesinde yer alanlar olmak üzere, temel ceza hukuku ilkelerinin cezalandırıcı nitelikteki idarî yaptırımlara da uygulanması gerektiği Anayasa Mahkemesi ve Danıştay tarafından kabul edilmektedir.

Konuya ilişkin yargı mensupları arasında da fikir birliği bulunmayıp söz konusu hükmün Anayasanın 38.maddesinde yer alan masumiyet karinesi ilkesi ile tam tersi işletildiği, bir kişinin suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar masum sayılacağına ilişkin Anayasal bir ilke olan masumiyet karinesi ilkesi yerine, kişinin söz konusu suçu işlemediğini yargı organları nezdinde ispatlayana kadar tesisin kapatılacağı şeklinde bir düzenleme getirilerek, isnat edilen suçu işlediği ön varsayımıyla hareket edildiği değerlendirmesi ile karşı oy gerekçesi hazırlanmıştır.

Uygulamada akaryakıt tesisi işleten şirket hakkında kaçakçılık suçunu işlediği isnadı ile Vergi Suçu Raporunun tanzim edildiği ve bu rapora istinaden şirketin yetkilisi hakkında suç duyurusunda bulunmasına karar verildiği, akabinde bu hususun, 5015 sayılı Kanunun 20/2-g maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere idareye bildirilmesi üzerine de akaryakıt şirketine ait akaryakıt istasyonunun piyasa faaliyetinin 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun 20. maddesinin 2. fıkrasının (g) bendi uyarınca geçici olarak durdurulmasına karar verildiği görülmektedir.

Bu durumda, yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alındığında, akaryakıt tesisi işleten şirket hakkında henüz kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü bulunmamasına rağmen, tesisin süresiz bir şekilde kapatılmasına karar verilmesinin, idari tedbirin ötesinde olduğu anlaşılan bir idari yaptırım olarak uygulandığı ve bu yaptırımın Anayasanın 38. maddesinde yer alan masumiyet karinesi ilkesine aykırı olduğu açıktır.

E. HAK ARAMA HÜRRİYETİNİN İHLAL EDİLMESİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRME

Anayasa’nın ilgili maddesi şu şekildedir;

A. Hak arama hürriyeti

MADDE 36- Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.

Yine yukarıda da değinildiği üzere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1 No’lu Ek Protokolü’nün adil yargılanma hakkı başlıklı 6. maddesi “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir.” düzenlemesini haizdir.

Masumiyet karinesi doğrudan ihlal edilerek tesis edilen idari işlem hak arama hürriyetini de ihlal etmektedir. Anayasa Mahkemesinin sıkça vurguladığı gibi, temel hakları sınırlayan kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olması gerekir. Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvence altına alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir.

Hukuk devletinde kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyulabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154).

Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. (AYM B. No: 2012/791,7/11/2013, § 52).

Dağıtıcı şirketler hakkında düzenlenen vergi tekniği raporu ve rapor doğrultusunda yapılan savcılık nezdindeki suç duyuruları ile vergi dairesince tarh edilen cezalı vergi tarhiyatlarının yargı nezdinde dava konusu yapılıp yapılmadığı tespit edilmeden akaryakıt tesisi işleten şirketler hakkında mühürleme işlemi tesis edildiği yukarıda izah edilmiştir. İş bu durumda akaryakıt şirketine bir vergi cezası yahut vergi ihbarı tebliğ edilmemekte; ilgili vergi inceleme, vergi suçu raporları, savcılık ihbarları EPDK tarafından akaryakıt istasyonunun mühürlenmesi ile öğrenilmektedir. Yani başka bir deyişle şirketin ne ile suçlandığı, hangi belgeler dayanak gösterilerek işlem tesis edildiği bilinmeden istasyonun faaliyetinin durdurulduğu öğrenilmektedir. Tüm bilgi ve belgeler hakkında bilgi sahibi olunmadan şirket nezdinde davalar açılmak zorunda kalınmaktadır. Gereken belgelerin çoğu davalı idarenin savunma dilekçesi ve ekleri ile öğrenilmektedir.

Bu noktada şirketlerin hak arama hürriyetinin bir başka deyişle mahkemeye erişim hakkının idare tarafından fiilen kısıtlandığı görülmektedir. Şirketlerin iddia ve savunmalarını mahkeme önünde sunması için gereken evrakların tebliği sağlanmamaktadır. Yine herhangi bir yargılama süreci olmadan salt olarak vergi raporlarına dayanılarak şirket hakkında tesis edilen mühürleme işlemi mahkeme kararını anlamsız hale getiren, önemli ölçüde sınırlamalar içeren niteliktedir. Zira şirketin suçsuzluğunun ispatının ardından mühürleme tutanakları iptal edilse dahi geri dönüşü olmayan zararlar meydana gelecektir. Ticari hayattaki itibar kaybının tamiri mümkün olmadığından oluşacak zararlar, yargılama sonrasında alınacak mahkeme kararını anlamsız hale getirir niteliktedir. Tüm bu nedenlerle Petrol piyasası kanunu 20/2-g maddesinin uygulamada hak arama hürriyetinin ihlaline neden olduğu görülmektedir.

F. MÜLKİYET HAKKININ İHLAL EDİLMESİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRME

İdare tarafından tesis edilen mühürleme işlemi şirketin mülkiyet hakkının özüne açıkça müdahaledir.
Anayasa’nın Mülkiyet Hakkı kenar başlıklı 35. Maddesi şöyledir; ”MADDE 35- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
Anayasa Mahkemesi kararlarında Anayasa’nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkını, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsadığını ifade etmektedir (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Mühürleme işlemine konu akaryakıt istasyonun şirketlere ait bir mülk olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır.
Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında; malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması, mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği ifade edilmektedir (AYM, Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Öyle ki Anayasa Mahkemesi bir kararında suç isnadına bağlı olarak uygulanan elkoyma tedbirinin, mülkten geçici süreyle de olsa yoksun bırakma sonucuna yol açtığından mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiştir (AYM, Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 52).

Dağıtıcı şirketler hakkında düzenlenen vergi raporlarının kıyas yoluyla akaryakıt şirketleri hakkında da uygulanması neticesinde tesis edilen benzin ve motorin pompaları ile bu pompaların bağlı olduğu benzin ve motorin tankları mühürlenerek akaryakıt satış faaliyeti durdurulması işlemi mülkiyet hakkını Anayasaya aykırı şekilde kısıtlamaktadır. Hâlbuki temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması ile ilgili Anayasa’nın düzenlemesi karşısında sınırlamalarının nasıl yapılacağı 13. maddede düzenlenmiştir.

Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın

sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
İdarenin mülkiyet hakkına müdahalede bulunurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin göz önünde bulundurması gerekmektedir. Anayasa Mahkemesinin bir kararına göre; ”mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).”

Anayasa Mahkemesi kararlarına göre; mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

Her ne kadar şirketlerin akaryakıt istasyonu faaliyetinin durdurulmasında Petrol Piyasası Kanunu’nun 20/2-g maddesine dayanılsa da bu madde Anayasa’nın 90. maddesi ile en üst norm haline getirilmiş Türkiye’nin tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırılık teşkil etmektedir.

Anayasa’nın Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma başlıklı 90. Maddesi şöyledir;

”MADDE 90- Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.
Ekonomik, ticarî veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur.

Milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticarî, teknik veya idarî andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticarî veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.
Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır.

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin

milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1 No’lu Ek Protokolü’nün Mülkiyet Hakkı başlıklı maddesi şöyledir;

MADDE 1 Mülkiyetin Korunması

”Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.”
İdare tarafından uygulanan işlem Anayasa’nın yukarıda bahsedilen düzenlemelerine ve milletlerarası antlaşmalardaki düzenlemelere başka bir deyişle normlar hiyerarşisi ilkelerine açıkça aykırı olduğundan kanunilik ilkesinden söz edilememektedir.

Her ne kadar Anayasa ve Uluslararası Sözleşmeler mülkiyet hakkının kamu yararı amacı ile sınırlandırılabileceği belirtilmiş ise de işbu sınırlamanın hakkın özüne, ölçülülük ilkesine, Anayasa’nın ruhuna, özüne ve demokratik toplum gereklerine aykırı olmaması gerekmektedir. Hâlbuki somut olayımızda davalı idarenin müdahalesi Anayasa’nın ruhuna, özüne ve demokratik toplum gereklerine uymadığı gibi hakkın özüne de dokunmuş ve ölçülülük ilkesi zedelenmiştir.

Akaryakıt tesisi işleten şirketlere yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı açıktır. Anayasa Mahkemesi kararlarına göre Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

Şirketlerin mülkiyet hakkı ve çalışma hakkının özüne orantısız ve ölçüsüz bir şekilde az önce yukarıda belirtilen Anayasa ve Uluslararası Sözleşmeler ‘deki demokratik toplum gereklerine aykırı bir şekilde müdahale gerçekleştirildiği tartışmasızdır. Öyle ki hiçbir tedbir ve müdahale bir hakkın varlığını ortadan kaldırma, askıya alma şeklinde uygulanamaz. Bu şekildeki bir müdahalenin kamu düzeni, hukuk devleti, çalışma barışı, bireylerin ekonomik hak ve özgürlüklerini kullanmak suretiyle huzur ve refahını sağlamayı amaç edinen sosyal devlet ilkesinin de zedelendiği anlaşılacağı dava konusu işlemde kamu yararından da bahsedilemeyecektir.

Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Anayasa Mahkemesi; müdahalenin orantılılığını değerlendirirken bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını göz önünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. AYM Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

Anayasa Mahkemesi kararlarına göre; mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında bağlantı olduğunu gösterir makul bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda el koyma ve müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 31-80; Hanife Ensaroğlu, § 66; Hamdi Akın İpek, § 115).

Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için bu tedbirin öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması ve bu tedbirin uygulanması dışında aynı amacı gerçekleştirmeye yarar daha elverişli başka bir aracın da bulunmaması gerekmektedir. Suçla mücadele alanında hangi tedbirlerin gerekli olduğunun değerlendirilmesi öncelikli olarak ilgili kamu makamlarının yetkisindedir. Bu alanda ne gibi tedbirlerin alınması gerektiği hakkında sorumlu ve yetkili merciler daha isabetli karar verebilecek konumdadır. Bu nedenle hangi tedbirin uygulanacağının belirlenmesi hususunda idarelerin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki seçilen aracın gerekliliğine ilişkin olarak idarelerin sahip olduğu takdir yetkisi sınırsız değildir. Tercih edilen aracın müdahaleyi ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda Anayasa Mahkemesince müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması mümkündür. Ancak Anayasa Mahkemesinin bu kapsamda yapacağı denetim, seçilen aracın isabet derecesine yönelik olmayıp hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu müdahalenin ağırlığına dönüktür (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. AYM Hamdi Akın İpek, B. No: 2015/17763, 4/5/2018, § 108; Hanife Ensaroğlu, § 67).

Anayasa Mahkemesi kararlarına göre; ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817,
19/12/2013, § 38).

İdarenin dağıtım şirketlerini gereği gibi denetlenmemiş olmasında kaynaklı oluşan neticeden akaryakıt tesisi işleten şirketlerin sorumlu tutularak akaryakıt istasyonunun kapatılması yaptırımının uygulanmasıyla akaryakıt şirketlerine ağır ve aşırı bir külfet yükletilmektedir. İdare tarafından uygulanan mühürleme işlemi tedbir adı altında olsa dahi şirketlerin mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaktadır. İlgili müdahale kanuna dayandırılmış olmasına rağmen Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği güvenceleri de sağlamadan uygulanmaktadır.

Mülkiyet hakkı ile müdahalenin dayandığı kamu yararı arasında olması gereken adil denge akaryakıt şirketleri aleyhine bozulmuş olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

G. TİCARİ TEŞEBBÜS HAKKININ İHLAL EDİLMESİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRME

Anayasa’nın Çalışma ve sözleşme hürriyeti başlıklı 48.maddesinde; IV,. Çalışma ve sözleşme hürriyeti
Madde 48- Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerini sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.
Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.
Akaryakıt şirketlerinin akaryakıt istasyonunun mühürlenerek ticaretten men edilmesi mülkiyet hakkını ortadan kaldırdığı gibi Anayasada güvence altına alınmış teşebbüs hakkını da ihlal ettiği izahtan varestedir.

Akaryakıt şirketlerinin ticari işletmelerinin esas sözleşmesine konu faaliyetleri akaryakıt faaliyetidir. Tüzel kişiliğe vücut veren ve şirket esas sözleşmesinde de faaliyet konusu olarak yer alan tek faaliyet alanı konusunda mühürleme işlemi nedeniyle şirketin faaliyet gösterememesi tüzel kişiliğin hukuki ve ekonomik varlığını tehdit etmektedir. Hukuka aykırı olarak tesis edilen idari işlemler neticesinde şirketin tüzel kişilik olarak varlığı tehlikeye düşürülmüştür. Gerçekleştirilen hak ihlalleri tüzel kişilik için adeta yaşam hakkı ihlali seviyesindedir.

Tesis edilen idari işlem şirketlerin tüzel kişilik olarak maddi varlığı tehlikede olduğu gibi akaryakıt istasyonlarının uzun süre kapalı kalması akaryakıt şirketleri ile iş yapan müşteri ve ticari çevrenin gözünde onarılmaz itibar kayıplarına neden olmaktadır. Akaryakıt şirketleri işletmelerinin mühürlenmesi nedeniyle müşteri çevresini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Akaryakıt şirketleri bu durumdan hem maddi, hem de ticari itibar kaybı olarak manevi şekilde etkilenmektedir.

Anayasa ile devlete, özel teşebbüslerin güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alma yükümlülüğü yüklenmiştir. Ancak hakkında kesin bir mahkeme hükmü olmamasına rağmen işletmesi mühürlenen şirketin güvenlik ve kararlılık içinde çalışması için gereken şartların sağlandığından bahsedilemez. Şirket hakkında tesis edilen idari işlem iş bu yönüyle de anayasal hak ihlali teşkil etmektedir.

Uygulamada Petrol piyasası kanunu 20/2-g maddesinden kaynaklanan yüzlerce uyuşmazlık bulunmaktadır. Yüzlerce akaryakıt istasyonu bu süreçlerden ciddi mağduriyet yaşamaktadır. Tarafımızca da takip edilen çok sayıda uyuşmazlıkta bu mağduriyetler bizzat gözlemlenmiştir. Öyle ki, tespit edilen mağduriyet ve hak ihlallerine ilişkin Anayasa Mahkemesi nezdinde gerekli başvurular yapılmış olup konu Anayasa Mahkemesinin de incelemesindedir. İdari tasarruflarda bulunan yetkili birimlerin ilgisi ile Petrol piyasası kanunu 20/2-g maddesinin bahse konu sektör firmalarına uygulanması neticesinde yol açtığı anayasal hak ihlallerine dikkat çekilmesi hedeflenmiştir.

Andis Hukuk Ve Danışmanlık Enerji Hukuku Birimi Adına

 Av. İbrahim TOPCU & Av. Emrullah BEYTAR