Hukuk & Danışmanlık Hizmetleri
Yerel ve uluslararası alanda bilgili ve
tecrübeli ekibimizle hizmet sunmaktayız.

Hukuki Yazılar

Ana sayfa Hukuki Yazılar

SİGORTA TAHKİM KOMİSYONU

Sigorta Tahkim Komisyonunun Kuruluşu:

 

Sigorta Tahkim Komisyonu 5684 Sigortacılık Kanununun “Sigorta ettiren veya sigorta sözleşmesinden menfaat sağlayan kişiler ile riski üstlenen taraf arasında sigorta sözleşmesinden doğan uyuşmazlıkların çözümü amacıyla Birlik nezdinde Sigorta Tahkim Komisyonu oluşturulur.” Şeklindeki düzenlemeyi havi 30. Maddeye dayanılarak Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği nezdinde 14.06.2007 tarihinde kurulmuştur.

 

Sigorta Tahkim Komisyonunun Amacı:

Sigorta Tahkim Komisyonunun amacı; sigorta ettiren veya sigorta sözleşmesinden menfaat sağlayan kişiler ile riski üstlenen taraf arasındaki sigorta sözleşmesinden doğan ihtilafları nihayete erdirmektir. Komisyonun bu amacının değerlendirilmesi ile de görüleceği üzere, komisyonun uyuşmazlığın tarafı olanlara karşı yaptırım uygulama gibi bir görevi ya da yetkisi bulunmamaktadır.

Hangi Kuruluşlara Karşı Tahkim Komisyonuna Başvuru Yapılabilir:

Zorunlu sigortalar hariç olmak üzere, Sigorta Tahkim Komisyonuna başvuruda bulunulabilmesi için öncelikle uyuşmazlık yaşanılan sigorta kuruluşunun Sigorta Tahkim Komisyonuna üye olan bir sigorta kuruluşu olması ve rizikonun da ilgili sigorta kuruluşunun komisyona üyeliğinden sonra meydana gelmiş olması gerekmektedir. Zorunlu sigortalar hariç olmak kaydıyla, Sigorta Tahkim sistemine üye olmayan bir sigorta kuruluşuna karşı, Sigorta Tahkim Komisyonuna başvuruda bulunulamayacaktır.

Ayrıca unutmamak gerekir ki; mahkemeye ve Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca Tüketici Sorunları Hakem Heyetine intikal etmiş uyuşmazlıklar ile ilgili olarak Komisyona başvuru mümkün değildir.

Zorunlu sigortalar açısından ise, Sigortacılık Kanununun 30. Maddesinde 03.04.2013 tarihinde yapılan düzenleme uyarınca “İlgili mevzuat ile zorunlu tutulan sigortalardan kaynaklanan bu fıkra kapsamındaki uyuşmazlıklar için ilgili kuruluş sigorta tahkim sistemine üye olmasa dahi hak sahipleri bu bölüm hükümlerine göre tahkim usulünden faydalanabilir.” Şeklinde düzenleme yapılmasından dolayı ilgili kuruluşun üye olup olmadığına bakılmaksızın başvuruda bulunulabilecektir.

Ayrıca Sigortacılık Kanunun 30. Maddesinde yer alan sigorta tahkim sistemine üye olan kuruluşlarla uyuşmazlığa düşen kişinin, uyuşmazlık konusu olan ve taraflar arasında akdedilmiş olan sözleşmede özel bir hüküm olmasa bile tahkim usûlünden faydalanabileceği düzenlemesi karşısında Sigorta Tahkim Komisyonuna başvurulabilmesi için bu hususta sözleşmede özel bir hükmün yer almasına gerek bulunmamaktadır.

Başvuru Şartları Nelerdir:

Sigortacılık Kanununun 30. Maddesinin 13. Fıkrasında “komisyona gidilebilmesi için, sigortacılık yapan kuruluşla uyuşmazlığa düşen kişinin, uyuşmazlığa konu teşkil eden olay ile ilgili olarak sigortacılık yapan kuruluşa gerekli başvuruları yapmış ve talebinin kısmen ya da tamamen olumsuz sonuçlandığını belgelemiş olması gerekir. Sigortacılık yapan kuruluşun, başvuru tarihinden itibaren on beş iş günü içinde yazılı olarak cevap vermemesi de Komisyona başvuru için yeterlidir.” şeklinde düzenlenmiştir. Ayrıca 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunun 97. Maddesinde “Zarar görenin, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde dava yoluna gitmeden önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı başvuruda bulunması gerekir. Sigorta kuruluşunun başvuru tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde başvuruyu yazılı olarak cevaplamaması veya verilen cevabın talebi karşılamadığına ilişkin uyuşmazlık olması hâlinde, zarar gören dava açabilir veya 5684 sayılı Kanun çerçevesinde tahkime başvurabilir.” Hükmü yer almaktadır. Düzenlemeleri kapsamında ilgili sigorta şirketine karşı yazılı olarak başvuruda bulunulması, başvurunun kısmen ya da tamamen olumsuz şekilde neticelenmesi veya zorunlu mali sorumluluk sigortasından doğan talepler için 15 gün, diğer talepler için ise 15 iş günü içerisinde başvurunun yazılı olarak cevaplanmaması ya da cevabın talebi karşılamaması şartı bulunmaktadır.

Yapılan başvuruya ilişkin belgelerin ve ilgilerin Sigorta Tahkim Komisyonuna yapılacak olan başvuru ile birlikte sunulması gerekmektedir.

Başvuru Usulü:

Sigorta Tahkim Komisyonuna yapılacak olan başvuru, başvuru formu doldurulması suretiyle yapılacak olmakla birlikte, bu formun elden teslimi veyahut posta yoluyla komisyona gönderilmesi mümkündür.  

 

Başvuru Ücreti Ne Kadardır:

Tahkim sistemine üye olmak isteyen sigorta kuruluşlarından katılma payı, uyuşmazlık çözümü için Komisyona başvuranlardan ise başvuru ücreti alınmaktadır.

Sigorta Tahkim Komisyonuna başvuru ücretleri 06.01.2023 tarihi itibariyle güncellenmiş olup, başvuru ücreti uyuşmazlık konusu tutara göre belirlenmektedir. Buna göre, uyuşmazlık konusu miktar, 0-5.000,00 TL arasında ise 200,00 TL, 5.001,00-10.000,00 TL arasında ise 450,00 TL, 10.001,00-30.000,00 TL arasında ise 650,00 TL, 30.001,00 TL ve üzerinde ise 650,00 TL’den az olmamak kaydı ile uyuşmazlık tutarının %1,5’ine tekabül eden tutar başvuru ücreti olarak alınacaktır.

 

Başvuru Nasıl Karara Bağlanır:

 

Sigorta Tahkim Komisyonuna yapılan başvuru, komisyon raportörleri tarafından en geç on beş gün içinde incelenir. Raportörler tarafından uyuşmazlık hakkında çözüm bulunamaması halinde başvuru komisyonca sigorta hakemi listesinden seçilen hakeme aktarılır. İşin niteliğine göre bir hakem yerine en az üç sigorta hakeminden oluşan bir heyet oluşturulabilir ancak 28.02.2023 tarihi itibariyle ihtilaf konusu miktarın 50.000,00 TL ve üzerinde olması durumunda heyet halinde başvurunun incelenmesi ve karara bağlanması zaruridir.

Hakemler, yapılan başvuru ile ilgili olarak görevlendirildikleri tarihten itibaren en geç dört ay içinde karar vermektedirler. Bu dört aylık sürenin tarafların yazılı ve açık muvafakati olması şartıyla uzatılması mümkündür. Hakemler kendilerine verilen evrak üzerinden başvuru hakkında karar verirler.   

Sigorta Tahkim Komisyonuna başvurusu yapılan 15.000,00 Türk Lirasının altındaki uyuşmazlıklar hakkında verilen hakem kararları kesindir ve bu kararlara karşı herhangi bir itiraz yolu bulunmamaktadır. 15.000,00 Türk Lirası ve daha üzerindeki uyuşmazlıklar hakkında verilen hakem kararlarına karşı Sigorta Tahkim Komisyonu nezdinde kararın tebliğinden itibaren en geç 10 gün içinde itiraz edilebilir. Bu durumda yapılan itiraz, itirazları incelemek üzere oluşturulan itiraz hakem heyetlerince incelenir ve bu kez en geç iki ay içinde itiraz karara bağlanır.

Yine 28.02.2023 tarihi itibariyle 238.730,00 Türk Lirasının üzerindeki kararlar için taraflarca temyiz başvurusunda bulunulabilecektir. Temyiz başvurusunun kararın tebliğinden itibaren en geç 2 hafta içinde yapılması gerekmektedir. Temyize ilişkin usul ve esaslar için Hukuk Muhakemeleri Kanununun ilgili maddeleri uygulanır.

Sonuç:

Sigorta Tahkim Komisyonu, Hukuk Muhakemeleri Kanunumuzda da detaylı bir şekilde düzenlenmiş olan tahkim uygulaması için ülkemizde kurulan ilk ihtisas tahkim komisyonudur. Yukarıda izah edildiği üzere, başvurunun ve başvurunun incelemesinin evrak üzerinden yapılıyor oluşu, karar vermek için öngörülen azami süreler, başvuruyu inceleyecek olan hakemlerin sigorta alanında uzman olan kişilerden olması gibi nedenlerle, sigorta alanında yaşanılan ve Sigorta Tahkim Komisyonunun görev alanına giren konularda dava açmak ve oldukça uzun süren yargılama sürecinden kaçınmak noktasında başvurucu ve sigorta şirketleri açısından büyük fayda sağlamaktadır.

Av. Zülfiye DIŞKAYA& Av. İbrahim TOPCU

ANAYASA MAHKEMESİ İPTAL KARARININ İADE EDİLEN OHAL KHK MAĞDURLARINA ETKİSİ

Anayasa Mahkemesi 12/1/2023 tarihli RG de yayımlanan E: 2018/137, K: 2022/86 sayılı kararında OHAL döneminde çeşitli Kanun Hükmünde Kararnamelerle ihraç edilen kimseleri doğrudan ilgilendiren bazı hükümleri iptal etti.

Bunlardan biri de 7075 sayılı Kanunun 10. Maddesinin 1. Fıkrasında yer alan, OHAL KHK’sı ile kamu görevinden çıkarıldıktan sonra görevine iade edilenlerin kamu görevinden çıkarılmaları dolayısıyla tazminat talebinde bulunamayacaklarına ilişkin hükümdür. Yazımızda bu iptal kararına dayanılarak maddi ve manevi tazminat davası açılıp açılmayacağına ilişkin görüşlerimize yer verilecektir.

Anayasa Mahkemesi’nin İptal Kararlarının Etkisi

Temel ilke, Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının derdest olan davalara derhal etki etmesi, uygulanmasıdır. Bu kaidenin istisnası ise kazanılmış haktır.

Anayasa Mahkemesi kararları kural olarak yürürlüğe girdikleri tarih itibariyle derhal etki göstermektedir. Genel ilke iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandıkları tarih itibariyle derhal yürürlüğe girmesi ve henüz kesinleşmemiş tüm hukuki durumlara derhal uygulanmasıdır. Yani bu kapsamda, Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının yürürlüğe girdiği andan itibaren hem idari makamların hem de yargı organlarının Anayasa’ya aykırı normu uygulamaya derhal son vermesi gerekmektedir.

Kısaca Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının derhal etki kuralının uygulama alanını şu şekilde özetleyebiliriz: İptal kararları yürürlüğe girmeden önce kesinleşen hukuki durumlar pek tabii bu kararlardan etkilenmeyecektir. Ancak kesinleşmemiş hukuki durumların bu karardan etkilenmesi derhal etki kuralının sonucudur. Bu durum kazanılmış haklara zarar vermezken, iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesine de aykırı düşmemektedir.

İptal kararlarının derhal etki doğurması kuralı sadece açılmış davaları değil, İdari Yargılama Usulü Kanunu madde 10 kapsamında yapılan başvurular için de uygulanmaktadır. Bu kapsamda genel olarak iptal kararlarının kesin hükme bağlanmamış tüm işlemlere uygulanacağını belirtebiliriz.

Genel Kaide: Anayasa Mahkemesi İptal Kararlarının Geri Yürümezliği İlkesi

Hem 1961 Anayasasında hem de 1982 Anayasasında Anayasa Mahkemesi kararlarının geri yürümeyeceği ilkesine açıkça yer verilmiştir.

Anayasa’nın 153. maddesinde Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının geri yürümeyeceği açıkça düzenlenmiştir. Yine aynı maddede iptal edilen hükümlerin iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren yürürlükten kalkacağı da düzenlenmiştir. Ancak Anayasadaki bu açık hükme rağmen iptal kararlarının geriye yürüyüp yürümeyeceği hem öğretide hem de yargı kararlarında ikiliğe neden olmuş ve mahkemeler bu konuda birbirinden farklı ve birbiri ile çelişen kararlara hükmetmiştir.

Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun 30.10.2013 tarihli ve 2010/2292 E., 2013/366 K. sayılı kararında “(…) Anayasa’nın 153. Maddesinde yer alan ve iptal karalarının geriye yürümezliğine ilişkin bulunan kural, iptal edilen hükümlere göre kazanılmış olan hakların ortadan kaldırılmasına veya toplum huzurunun bozulmasına yol açacak sonuçları önlemek amacıyla kabul edilmiş olup bu kuralın mutlak anlamda anlaşılıp uygulanmayacağı; özellikle bir davaya bakmakta mahkeme tarafından itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine götürülen konularda uygulanmasının mümkün olmadığını, aksi halde Anayasa’nın 152 maddesinde düzenlenmiş olan “Anayasa’ya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi (itiraz) yolunun hukuk ve uygulama yönünden sonuçsuz kalacağı…” belirtilmiştir.  

Anayasa Mahkemesi İptal Kararlarının Geri Yürümezliği İlkesinin İstisnası

Yazımızın asıl amacı Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralının istisnasının olup olmadığı ve bunun özelinde ihraç edildikten sonra iade edilen memurları ve yükseköğretim elemanlarını ne açıdan etkileyeceği hususudur.

Aşağıdaki yapacağımız açıklamalar hem göreve iade edilen OHAL KHK mağdurlarının maddi ve manevi tazminat taleplerine hem de yükseköğretim elemanlarını ihraç edildikleri üniversitelerine dönmeleri için geçerlidir.

Bu açıklamalar nihayetinde akıllara şöyle bir soru getirmektedir: “OHAL komisyonunun iade kararı veya iade ret kararlarının idare mahkemelerinden iptali ile iade edilen memurların Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümezlik ilkesi karşısında durumu farklı bir durum mudur?”

Bu sorusuna verilecek olumsuz bir cevap elbette hakkaniyetli ve hukuka uygun olmamak ile şu anki durum ve mevzuat beraber değerlendirildiğinde maalesef farklı bir yol görülmemektedir.

Ancak şunu çok net bir şekilde söyleyebiliriz ki OHAL dönemi KHKları ile yapılan ihraçlar zaten olağanüstü hâl durumunda verilmiş kararlardır yani bu durum bile başlı başına onların durumunu  asıl mevzuattan ayırmaktadır. Bunun için yasa koyucu bu konuda yeni bir yasal düzenleme ile sorunu çözerek bu karışıklığı kesin olarak çözüme kavuşturmalıdır.

Aksi halde birçok mağdur kimsenin yeniden idareye başvurmaları ve idareden alınacak ret cevapları akabinde açılacak davalar ve davalarda verilecek farklı kararlar ile durum daha da çetrefilli bir hal alacaktır. Zira Anayasa Mahekmesinin İptal kararını geriye yürümezliği ilkesi içtihatlar ile delinmiştir. İçtihatlar ile yapılan bu istisnai durumların oluşması sırasında da bir çok kişi farklı kararlar ile mağdur olmuştur. Aşağıda buna ilişkin içtihat kararlarını sizler ile paylaşacağız. Şu an birçok sendikalar ve avukatlar, üye ve müvekkillerine dava yolunu tercih etmelerini önermektedirler. Kanaatimizce dava sürecinde yaşanabilecek her türlü ihtimali göze alan müvekkillerimiz de dava yolunu tercih edebilirler.

Konunun daha iyi anlaşılması için birkaç emsal karara yer vermekte fayda görmekteyiz.

Danıştay 11. Dairesi’nin 17.02.2016 tarih ve 2016/223 E., 2016/583 K. sayılı kararında belirtilen: “Anayasa’nın 153. maddesinde yer alan, Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararlarının geriye yürümeyeceği kuralı, iptal edilen hükümlere göre kazanılmış olan, doğumu anında hukuka uygun olarak tamamlanmış ve böylece kişiye özgü, lehe sonuçlar doğurmuş, daha sonra mevzuat değişikliği veya işlemin geri alınması gibi nedenlere rağmen, hukuk düzenince korunması gereken haklara yönelik olup, Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmiş bir düzenlemeyle ilgili uyuşmazlıkların, Anayasaya aykırılığı saptanmış hükümler dikkate alınarak çözümlenmeleri Anayasa’nın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil edecektir” şeklindedir.

Bu hususu daha basit bir tabirle şu şekilde ifade edebiliriz. Kamu tüzel kişiliğine yönelik kesinleşmiş ve kazanılmış bir hak söz konusu olmaz bu hak ancak kamu tüzel kişiliği haricindeki gerçek ve tüzel kişiler için söz konusudur. Zira Anayasanın 153. maddesinden anlaşılması gereken husus da budur. Her iptal kararından sonra vatandaşların kamuya açacakları her türlü idari davada yeni başvuru hakkı doğacaktır.

Anayasa Mahkemesinin bu iptal kararına benzer  gibi 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu 89. maddesi 4. fıkranın birinci cümlesindeki “verilecek emekli ikramiyesinin hesabında 30 fiili hizmet yılından fazla süreler (dikkate alınmaz)” ibaresinin iptali sonrası yaşanan hukuki gelişmeleri akla getirmektedir.

Anayasa Mahkemesi bu ibareyi iptal etmiştir. Emekliler bunun üzerine İYUK 10. madde kapsamında idareye başvuru yapmışlar ve başvuruların reddi üzerine açılan davalarda yukarıdaki gerekçe ile kabulüne ilişkin kararlar verilmiştir. Yukarıda belirttiğimiz mağduriyetler bu süreçte de yaşanmıştır. Kanaatimizce yaşanmaya da devam edecektir.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 08.06.2006 tarih ve E:2006/231 ve K:2006/542 sayılı kararını özeti: Davacının Anayasa Mahkemesi kararının doğurduğu sonuçlardan yararlanmak amacıyla 2577 sayılı Kanunun 10. maddesine göre idareye başvurarak bu yeni hukuki duruma göre off-shore hesabından mevduat hesabına aktardığı parasının ödenmesi talebinde bulunabileceği ve bu başvurusunun reddi üzerine dava açabileceğinin kabulü gerektiğinden işin esasının incelenmesi gerekmektedir.

Danıştay 2. Dairesinin 2004/2513 Esas  ve 2004/1601 sayılı kararın da ise:

Bu itibarla, Anayasa Mahkemesinin 22/10/2002 günlü, E:2002/138, K:2002/96 sayılı kararıyla iptal edilen, ancak davacının açıktan atanmak suretiyle göreve başladığı 27/9/2002 tarihinde yürürlükte bulunan 2002 Mali Yılı Bütçe Kanununun 6. maddesinin ( g ) fıkrası uyarınca, göreve başladığı tarihten itibaren bir aylık süre içerisinde harcırah bildiriminde bulunması hukuken mümkün olmayan adı geçenin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 10. maddesine göre yaptığı 17/4/2003 günlü başvurusunun reddi üzerine 16/5/2003 tarihinde açtığı davanın süresinde olduğunun kabulü gerektiğinden davalı idarenin bu iddiasına itibar edilmemiştir.

Bu üç karar 1982 anayasası döneminde verilmiş istisnai kararlardır. Her üç karar da İYUK madde 10’a göre yapılan başvuru üzerine dava açma süresinin yeniden başlayacağını kabul etmiştir.

Bu durumda kişilere önerimiz:

OHAL komisyonu kararı sonrasında iade edildikten sonra mali haklarını almak üzere dava açmak isteyen kimselere de belirtmek isteriz ki: Bu durumda olanlar için tazminat ödenmesi hakkaniyetli ve hukuka uygun olduğunu yukarda belirtmiştik. Fakat gerek yürürlükteki mevzuat gerekse bu konudaki yerleşik içtihatlara göre kesinleşmiş dava ve işlemler için AYM’nin iptal kararı, doğrudan bir tazminat başvuru hakkı vermediğini vurgulayalım.

Yukarda örneğini verdiğimiz bazı istisnai kararlar da ise AYM’nin iptal kararı sonrası geriye yönelik bir tazminat kabul etmiştir. Bu istisnalardan yola çıkarak açılacak yeni tazminat davalarının büyük oranda lehe sonuçlanacağını söylemek zordur. Bu anlamda dava açacak kişilerin olası davanın kaybı sonucunda katlanıcakları yargılama giderini göze alması gerekir. Hatta olası red kararların sonrası AYM/ AİHM önünde bireysel başvuru süreçleri ve masraflarını da beraber göz önünde bulundurmaları faydalı olacaktır. Aksi halde yeni hayal kırıklıklarının yaşanması muhtemeldir. Son olarak bu başvurular İYUK madde 10 kapsamında ele alındığında süreler konusunda mağduriyetlerin yaşanmaması için süreci avukatlar vasıtası ile takip edilmesinde fayda vardır.

Av. Mehmet Rauf ÇİÇEK & Av. Evin Şeyma ÇAKAN

TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVALARI

Tapu iptali ve tescil davası kanunda özel olarak düzenlenmemekle beraber ne tür durumlarda açılacağı da sınırlı olarak sayılmamakta, mevzuatımızda yer alan hükümlerden hareketle yargı kararlarıyla ve önemli çalışmalarla belirlenmektedir.  Tapu iptali ve tescili davası, mülkiyet hakkına ilişkin bir davadır. Taşınmazlar üzerindeki mülkiyet iddiaları günümüzde hukuken büyük bir önem taşımaktadır çünkü buna bağlı birtakım davaların açılması halinde hak ve alacak talepleri söz konusu olmaktadır.

Bir taşınmaz mülkiyetinin olağan yollarla kazanılabilmesi için taşınmazın tapuda tescil işlemlerinin yapılması ve devir işlemlerinin tamamlanması gerekmektedir.  Tapuda gerçekleştirilecek tescil için geçerli bir hukuki sebep ve taşınmaz malikinin tescil talebinin bulunması şarttır. Taşınmaz mülkiyetinin kazanımı kural olarak tarafların iradi yaklaşımıyla mümkündür. O halde malik devir işlemine yanaşmamış veya taşınmazın başka biri adına tescili tarafların iradesi doğrultusunda değil de başka makamların talimatıyla cereyan etmiş, geçerli bir hukuki sebep yok yahut hukuki sebep tescil sırasında yanlış kayda geçirilmiş ise mahkemenin vereceği karar bağlamında tapu müdürlüğü, taşınmaz ile ilgili işlemi gerçekleştirmektedir. Mahkemenin vereceği karar ise açılacak olan Tapu iptali ve tescili davası ile mümkün olabilmektedir.

Tapu iptal ve tescili davası; hukuksuz ve usulsüz olarak düzenlendiği öne sürülen bir tapu kaydının, hukuki şartlara ve esaslara uygun bir hale getirilmesi ve tapudaki kayıtların gerçek hak sahibi lehine düzeltilmesini sağlayan, görevli mahkemede açılan bir gayrimenkul hukuku davası türüdür. Bu şekilde tapudaki tescil hükmü mahkeme kararı ile değiştirilmekte ve taşınmazın mülkiyeti de mahkeme kararı ile kazanılmaktadır. Bu davanın açılma temeli birçok farklı hukuki sebebe dayanabilmektedir. Örnek olarak; muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı, ehliyetsizlik ve iradeyi sakatlayan hallere dayalı, aile konutu niteliğine dayalı, sahte belgeye dayalı, vekâlet görevinin kötüye kullanılmasına, önalım hakkına, inançlı işlem nedenine, harici satım sözleşmesine, ölünceye kadar bakma sözleşmesine, taşınmaz satış vaadi sözleşmesine, zilyetliğe ve zamanaşımına dayalı tapu iptal ve tescil davaları verilebilmektedir. Her bir hukuki neden, tapu iptali ve tescil davalarının nasıl açılacağı, kime karşı açılacağı, hak düşürücü ve zamanaşımı sürelerinin ne kadar olacağı konusunda farklılıklar gösterebilmektedir. 

Çalışmamızın devam eden bölümlerinde bu dava türünün hukuki sebeplerin çokluğu, çeşitliliği, fazlaca teknik ve usuli işlemlerden oluşması, uzun dava süreçlerini barındırması, neticesi itibariyle de malvarlığında önemli değişiklikler meydana getirmesi, hak kayıplarına yol açmasının mümkün olması gibi nedenlerle usulüne ve esasına yönelik bilgilere detaylıca yer verilerek her bir hukuki sebep, teorik ve uygulamaya dönük bir biçimde aktarılmaktadır.

Tapu iptali

İlk olarak, tapu iptalinin kavranıp tescil ile birleşiminden oluşan davanın amacını ortaya koymak çalışmamız bağlamında daha isabetli görülmektedir. Tapu iptali, ilgili tapu davasının iptal edilmesi ve tapu kaydının silinmesidir. Tapu kaydının silinmesine yönelik olan iptal işleminde öncelikli olarak mahkemeye başvuru yapılması gerekmektedir. Tapu iptali ile yasal olmayan ve müfredata uymayan her tapu iptal edilebilmektedir. Tapuların doğruluğunun kanıtlanması için ise yine mahkemeye başvuru yapılması gerekmektedir. Mülkiyet hakkının korunması adına düzenlenen yasalar gereği, haksız bir şekilde tapu kaydı yapılması durumunda mahkemeye verilmesi, iptalinin istenmesi (YHGK, 30.5.2001, 2001/1-464 E., 2001/470 K.: “Medeni Kanun mülkiyet hakkının doğumunu sebebe (illiyet) bağlı bir hukuki işlem olarak kabul etmiştir. Medeni Kanun’un sistemine göre, tescilin geçerli olabilmesi ve mülkiyet hakkının doğması için geçerli bir hukuki sebebe dayanması zorunludur. Geçerli bir hukuki sebebe dayanmayan tescil işlemi yolsuz tescil niteliği taşır ve her zaman iptali istenebilir.”) ve kararın mülkiyet hakkı sahibi kişinin lehine sonuçlanması mümkün bulunmaktadır.

 

Tapu iptali, taşınmaz mallar için geçerli olan bir süreçtir ve yasal olmayan her tapu için iptal ve tescil davası açılabilmektedir. Kamuya açık olan tapu kayıtlarını herkes görebilmekte ve inceleyebilmektedir. Eğer usule ve kanuna aykırı olarak bir tapu kaydı yapılmış ise o kaydın iptali amacı ile kendi menfaati olan herkes tapu iptal davasını açabilmektedir.

Tescil

Tescil, tapu siciline kayıtlı bir taşınmaz üzerinde ayni hak kurulması, mevcut bir ayni hakkın kapsamının değiştirilmesi, devri veya ortadan kaldırılmasını ifade ettiğinden tapu siciline yapılan her türlü kaydı kapsamaktadır. Medeni Kanun m. 1021“kurulması kanunen tescile tabi ayni haklar, tescil edilmedikçe varlık kazanamaz.” hükmü ile ayni hakların kurulması, kapsamının değiştirilmesi, devri ve bu doğrultudaki işlemleri ilke olarak tapu siciline yapılacak tescil işlemine bağlı tutmaktadır. Bir hakkın geçerli olabilmesi için tescil etmek, tapu sicili açısından temel kurallardan biridir. Gayrimenkul üzerinde kurulan haklar, tutulan tapu sicilleri üzerinden belirlenmektedir. Medeni Kanun m.705/2, ‘‘Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır.’’ gibi istisnai durumlarda ise haklar, tescil öncesinde kurulabilir fakat hak sahiplerinin söz konusu mallar üzerinde tasarrufta bulunabilmesi için tapu siciline tescil işlemi yaptırması gerekmektedir. Kanunun devam eden kısmında da ‘‘Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.’’ şeklinde ifade edilmektedir.

Mevcut bir taşınmaza ayrılan sayfaya, herhangi bir ayni hakkın tescili için üç şart aranmaktadır. Bunlar; tescil talebi, talepte bulunanın tasarruf yetkisinin varlığı, geçerli bir hukuki sebebin varlığıdır. Tapuda yapılan veya yapılacak olan işlemin muteberiyeti için öncelikle bu işlemin hukuki sebebinin bulunması ve bunun hukuki olarak kabul görülmesi gerekmektedir aksi durumda tapu kütüğünde yapılan işlem geçersiz olacaktır. Yani hukuki bir sebebe dayanmayan yahut makul olmayan bir sebebe dayanarak yapılan tapu işlemleri, yolsuz olarak nitelendirilmektedir. Türk Medeni Kanunu m.1024 gereğince ‘‘Bağlayıcı olmayan bir hukuki işleme dayanan veya hukuki sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.’’ Aynı şekilde Yargıtay içtihatlarına göre de ‘‘Tescil işlemi, gerçeğe ters düşüyorsa o tescil kanun deyimi ile yolsuz bir tescildir.’’ (YİBGK. 08.11.1991, 1990/4 E., 1991/3 K.: “…tescil herhangi bir nedenle yolsuz da olsa, yani hak sahibi ya da hakkın konu ve kapsamı bakımından gerçeği yansıtmasa bile…”; Y. 1. HD., 3.4.1989, 1989/3806 E., 1989/3984 K.: “…tescil işlemi, gerçek malik ve gerçek hakkın kapsamını göstermiyorsa; başka bir deyişle, gerçeğe ters düşüyorsa, o tescil, uygun tescil değil, yasanın deyimi ile yolsuz bir tescildir.”)

Yukarıdaki bölümlerde de belirtildiği gibi tapu iptali ve tescil işlemleri ilişikli mahiyettedir. Tapu kaydı iptal davası sonuç ve isteminde, çoğunlukla tescil isteminin de bulunması gerekmektedir. Yoksa kaydı iptal edilen gayrimenkulün malik hanesi boş kalacaktır dolayısıyla tescil talebi, davayı açan kişinin hukuki yönden yararına olduğundan tapu iptal davalarının, tapu iptal ve tescil davası olarak açılması daha uygun olmaktadır çünkü tapu iptal ve tescil davası ile tapudaki tescil işleminin iptal edilmesi ve taşınmazın gerçek hak sahibi olan malikin adına tescil edilmesi amaçlanmaktadır.

Tapu iptali ve tescil davası açılırken doğru mahkemenin belirlenmesi son derece önemlidir. Eğer görevli ya da yetkili olmayan bir mahkemede dava açılırsa, bu durum davanın taraflarına çok ciddi zaman kaybı, bazen hak kayıpları ve maddi zararlar yaşatmaktadır. Bu yüzden hem görevli mahkemeyi hem de yetkili mahkemeyi doğru belirlemek tapu iptali ve tescil davaları açısından fazlaca ehemmiyetli bir konudur.

Yetkili Mahkeme

Tapu tescil iptal davası, taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkına ilişkin bir davadır. Taşınmazın aynından doğan bu gibi davalarda, davaya konu olan taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkili mahkemedir. Yetkili mahkeme 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunumuzca belirlenmiştir. Hukuk Muhakemeleri Kanun hükmü m.12‘‘(1) Taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin veya ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açabilecek davalar ile taşınmazın zilyetliğine yahut alıkoyma hakkına ilişkin davalarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir. (2) İrtifak haklarına ilişkin davalar, üzerinde irtifak hakkı kurulan taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılır. (3) Bu davalar, birden fazla taşınmaza ilişkinse, taşınmazlardan birinin bulunduğu yerde, diğerleri hakkında da açılabilir.’’ şeklindedir.

Kanunda kesin olarak düzenlenen bu husus uyarınca hâkimin, yetki kuralına uygun davranılıp davranılmadığını re‘sen araştırma yükümlülüğü vardır. Yetki meselesi bu davalar açısından bir dava şartıdır. Muhakemenin her aşamasında davanın açıldığı mahkemenin yetkisizliği ileri sürülebilir (HMK m.19/1, ‘‘Yetkinin kesin olduğu davalarda, mahkeme yetkili olup olmadığını, davanın sonuna kadar kendiliğinden araştırmak zorundadır; taraflar da mahkemenin yetkisiz olduğunu her zaman ileri sürebilir.’’) ve hâkim de yetki meselesini göz önünde bulundurmalıdır. Eğer yetkili mahkemede tapunun iptaline ilişkin dava açılmamışsa ve yetkisizlik konusunda tespitte bulunacak olursa HMK m.114/1-ç ve m.115 uyarınca ilgili mahkeme tapu iptal ve tescil davasını usulden reddedebilmektedir. Aynı zamanda tapu iptal ve tescil davasının taraflarının, sözleşme serbestîsi ilkesi gereğince yetkili mahkemeyi belirleyebilme yetkileri de bulunmamaktadır. Bunun sebebi ise ilgili hükmün, kamu düzeninden kaynaklanmasıdır ve esnetilmesi ya da istisnasının bulunması mümkün değildir.

Görevli Mahkeme

Tapu iptal ve tescil davalarında genel görevli mahkeme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunumuzun 2. Maddesinde (‘‘Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir.’’) açıkça ifade edildiği üzere Asliye Hukuk Mahkemeleridir ancak bu genel kuralın birtakım istisnaları da mevcuttur. Örneğin ticari ilişkiden kaynaklanan tapu iptali ve tescil davalarında (şirket ortağının ayni sermaye koyması nedeniyle, yükleniciden işyeri alımına dayalı) Asliye Ticaret Mahkemeleri yetkili olabilmekteyken, tüketici ilişkisinden kaynaklanan tapu iptali ve tescil davaları (satış vaadi kaynaklı ancak bu satış vaadine konu taşınmazlar konut ve tatil amaçlı ise) Tüketici Mahkemelerinde görülebilmektedir. Bunun yanı sıra bir kişinin birden fazla taşınmaz alımında bulunması halinde artık bir tüketici ilişkisi bulunmayacaktır ve Asliye Hukuk Mahkemelerinin görevli olması gerekecektir ki bu durum Yargıtay kararları ile sabittir. Bu nedenle tapu iptali ve tescil davalarının hangi nedene dayandığının özenle değerlendirilmesi ve göreve ilişkin tespitin son derece titizlikle yapılması gerekmektedir.

Taraflar

Bir tapu kaydında tescil; usulsüz ve kanuna aykırı oluşmuş ise bu usulsüzlük nedeniyle hakkı yenmiş olmakla beraber kaydın iptali halinde menfaati oluşan herkes tapu iptali ve tescil davası açabilmektedir.

Davacı taraf, hukuken tapunun kendi adına devrini talep etme ve bu davayı açmada menfaati bulunan kişiyi ifade etmektedir. Buna göre tapu iptal ve tescil davalarında davacı, davanın dayandığı hukuki sebebe göre lehine netice isteyen asıl hak sahibi kişi olacaktır. Eğer davacı olmak isteyen reşit değil ise velisi, kısıtlı ise vasisi söz konusu davayı açabilecektir.

 Davalı taraf ise, tapuda malik görünen yani tapuda mülkiyet hakkı sahibi olarak görünen kişidir. Eğer bu kişi vefat etmişse, ölen kişiye dava açılamaz işbu sebepten dolayı dava, mirası reddetmeyen mirasçılara karşı açılacaktır. Mirasa sahip olan mirasçılar, bu tür davalara katlanmak zorundadır. Diğer bir durum ise davanın birden çok davalısı bulunabilir. Buna göre, dava konu taşınmazın tapuda birden fazla maliki var ise ve bu malikler, mevcut taşınmaz üzerinde elbirliği halinde mülkiyet hakkına sahiplerse açılacak tapu iptal ve tescil davası tümüne karşı açılmalıdır. Bu dava, somut olaya göre köy veya belediye tüzel kişiliği, orman yönetimi, hazine gibi taraflara da açılabilecektir. Tapu kayıt malikinin kim olduğu bilinmediği takdirde veya bu konuda yapılan hata mazur görülebilen ve mahkemece kabul edilebilecek geçerli bir gerekçeye dayanıyor ise, tapu kayıt malikinden başka kişiye karşı yöneltilen davada, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 124/4. maddesinin koşullarının oluşması halinde (‘‘Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder.’’) davalının değiştirilmesi söz konusu olabilecektir.

Taraf konusu birçok davada olduğu gibi Tapu iptali ve tescili davasında da dikkat edilmesi gereken bir noktadır ve davanın doğru kişilere karşı açılması oldukça mühimdir. Bu davanın yanlış davalıya (ya da davalılara) karşı açılması zaman ve hak kayıpları yaşanmasına neden olacaktır.

Zamanaşımı

Genel olarak bir davanın sonsuza dek açılması olanaklı bulunmamaktadır. Bir davayı açmak hak düşürücü süreye veya zamanaşımı süresine tabi olabilmektedir. Hak düşürücü süre ile zamanaşımı süresi arasındaki en önemli fark, kanunda süre “hak düşürücü” olarak belirlenmiş ise, o süre içinde açılmayan davayı, davalı taraf itiraz etmese dahi hâkim kendiliğinden sürenin geçmiş olması nedeniyle reddedecektir. Zamanaşımı süresi söz konusu ise, davalı tarafından itiraz yoluyla ileri sürülmelidir. Zamanaşımı itirazında bulunmak yargılamada belirli bir süreye tabidir.

Sonuç

Tapu iptali ve tescil davası birçok farklı türden açılabilen bir davadır. Bu sebeple tapu iptali ve tescil davalarında zamanaşımı süresi ve hak düşürücü süre vardır, yoktur ya da şu kadardır demek doğru olmayacaktır çünkü bu süreler dayandıkları hukuki sebebe ve kanuna göre değişmektedir. Örneğin; yolsuz tescil nedeni ile açılan tapu iptali ve tescil davaları herhangi bir zamanaşımı ya da hak düşürücü süreye bağlı değildir aynı şekilde taşınmaz satış vaadi sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanunu’nun 146. maddesi hükmü gereğince on yıllık zamanaşımı süresi öngörülmüştür. Mevzubahis durumu, her bir hukuki sebebe göre ayrı ayrı değerlendirmek yerinde olacaktır.

                                                                                                      Staj. Av. Elvan ÖNAL

KAYNAKÇA

Oğuzman, K/ Seliçi, Ö/ Özdemir, S (2020). Eşya Hukuku, İstanbul, Filiz Kitabevi

Cansel, E/ İnan, A (1964). “Aynî Hak Kavramı, Taksimi ve Eşya Hukukunun Konusu” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 21: 345-367

Ergün, Ö/ Çaldağ, Ç (2018). Borçlar Genel Hükümler Ders Notları, Ankara, Seçkin Yayıncılık.

Ruhi, C/ Ruhi, A (2022). Tapu İptal ve Tescil Davaları, Ankara, Seçkin Yayıncılık.

AKİPEK, J (1972). Türk Eşya Hukuku (Aynî Haklar), Ankara, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları.

Çetin, G (2019). Yolsuz Tescil Kavramı ve Türleri, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Serengil, Ş (2010). Olağanüstü Zamanaşımı Yoluyla Taşınmaz Mülkiyetinin Kazanılması, İÜHFM C. 68, S.1-2, s. 219 – 244.

Kılıçoğlu, A (1989). “Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları Işığında Taşınmaz Satımında Şekil ve Hakkın Kötüye Kullanılması”, Yargıtay Dergisi, C. 15, S.1-4, s. 289-321.

Kubat, M (1998). Yolsuz Tescil ve Düzeltilmesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

OLAĞANÜSTÜ HAL KAPSAMINDA YARGI ALANINDA ALINAN TEDBİRLERE İLİŞKİN CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ İLE DURDURULAN SÜRE VE İŞLEMLER

OLAĞANÜSTÜ HAL BÖLGESİNDEDURAN SÜRE VE İŞLEMLER

Resmi Gazetede 11 Şubat 2023 tarihinde yayımlanan Kararnamenin 2/1 inci maddesi ile olağanüstü hâl ilan edilen Kahramanmaraş, Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Hatay illerde, yargı alanında hak kayıplarının önlenmesi amacıyla, yargı süreçlerine ilişkin aşağıdaki süreler 6/2/2023 (bu tarih dâhil) tarihinden itibaren 6/4/2023 (bu tarih dâhil) tarihine kadar durduruldu:

a) Dava açma, icra takibi başlatma, başvuru, şikâyet, itiraz, ihtar, bildirim, ibraz ve zamanaşımı süreleri, hak düşürücü süreler ve zorunlu idari başvuru süreleri de dâhil olmak üzere bir hakkın doğumu, kullanımı veya sona ermesine ilişkin tüm süreler durdu.

b) İcra ve İflas Kanunu ile takip hukukuna ilişkin süreler durdu,

c) Nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri hariç olmak üzere tüm icra ve iflas takipleri durdu,
Duran süreler, OHAL süresi uzatılmadığı takdirde 6 Nisan 2023 gününü takip eden günden itibaren işlemeye başlayacak.

TÜRKİYE GENELİNDE UYGULANACAK DURUMLAR
Aşağıdaki durumlarda alınan tedbirler sadece OHAL ilan edilen yerlerde değil, ülke genelinde uygulanacaktır:
OHAL kapsamındaki illerde ikamet eden gerçek ve tüzel kişilerle ilgili süreler ve bu barolarda kayıtlı avukatların takip ettiği işlerde süreler durmuştur.


a) 6/2/2023 tarihi itibarıyla yerleşim yeri olağanüstü hal ilan edilen iller olan gerçek ve tüzel kişiler ile aynı tarihte bu illerde bulunan kişiler bakımından süreler durmuştur.

b) OHAL ilan edilen illerin barosuna 6/2/2023 tarihi itibarıyla kayıtlı avukatlar ile diğer barolara kayıtlı olup aynı tarihte bu illerde bulunan avukatlar tarafından takip edilen dava ve işlerle ilgili olarak bu avukatlar bakımından süreler durmuştur, OHAL ilan edilen yerlere, kurtarma veya yardım amacıyla bölge dışından giden kişiler bakımından süre bir ay duruyor.

c) OHAL ilan edilmeyen illerin barosuna kayıtlı avukatların ve bürolarında çalışan kişilerin; OHAL ilan edilen illerde kan veya kayın hısımlarının bulunması veya OHAL ilan edilen illerde felakete uğrayanların kurtarılması, meydana gelen hasar ve zararın telafi edilmesi ya da ihtiyaçların karşılanması amacıyla bu illere gitmeleri halinde süreler durmuştur,

ç) Yerleşim yeri OHAL ilan edilmeyen iller olan kişilerin; OHAL ilan edilen illerde kan veya kayın hısımlarının bulunması veya olağanüstü hal ilan edilen illerde felakete uğrayanların kurtarılması, meydana gelen hasar ve zararın telafi edilmesi ya da ihtiyaçların karşılanması amacıyla bu illere gitmeleri halinde süreler durmuştur.

YARGIDA DURMAYAN (İŞLEMEYE DEVAM EDEN) SÜRELER

a) Suç ve ceza, kabahat ve idari yaptırım ile disiplin hapsi ve tazyik hapsi için kanunlarda düzenlenen zamanaşımı süreleri.

b) Ceza Muhakemesi Kanununda düzenlenen koruma tedbirlerine ilişkin süreler.

c) Hukuk Muhakemeleri Kanunda düzenlenen ihtiyati tedbiri tamamlayan işlemlere ilişkin süreler.

ç) Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanı seçimleri bakımından ilgili kanunlarda düzenlenen süreler devam etmektedir.

SPOR MÜSABAKA HASILATLARIN PAYLAŞILMASI VE MÜLKİYET HAKKI’NIN İHLALİ

Spor kulüplerinin müsabakalarda elde edilen hasılat gelirinin spor il ve ilçe müdürlükleriyle paylaşım konusu ve paylaşım miktarının belirlenmesi yönetmelikle idareye tanınmıştır. Bu sınırlandırılmamış yetki konusu hukuk devletinin vazgeçilmez paradigması olan hukuki güvenlik ilkesiyle bağdaşmadığını alanın uzmanları tarafından sıkça dillendirilmiştir. Son günlerde Anayasa Mahkemesi bu sorunu sebep olan yasa maddesi hakkında önemli bir karara imza attı. Bu yazımızda Anayasa mahkemesinin bu kararı ışığında müsabaka gelirlerinin paylaşılması, bu paylaşımın mülkiyet hakkına taalluk eden noktaları ve hukuk devletinde hakların nasıl ve kim tarafından sınırlandırılabileceğini yüksek mahkemenin kararları çerçevesinde ortaya koymaya çalışacağız.

Anayasa İle Teminat Altına Alınan Mülkiyet Hakkı Ancak Kanunla Sınırlandırılabilir.

21/5/1986 tarihli ve 3289 sayılı Gençlik ve Spor Hizmetleri Kanunu’nun “Müsabaka hasılatları” kenar başlıklı 16. maddesi şu şekildedir. 

“Madde 16 – Müsabakalardan elde edilecek brüt hasılattan gerekli masraflar çıktıktan sonra geriye kalan miktar; (…) müsabakanın yapıldığı spor il müdürlüklerine ve müsabaka yapan kulüplere dağıtılır. Bu konudaki uygulama, usul ve esaslar bir yönetmelikle belirtilir.”

Maddenin son cümlesinde mali yükümlülük doğuran ve mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına yol açacak bir işlemin dayanağının yönetmelik olarak belirlenmiş olmasının hukuki güvenlik ilkesi ile çelişir olduğu tartışması çok yapılagelmiştir.

Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şu şekildedir:

Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.

Anayasanın bu maddesi ile teminat altına alınmış olunan mülkiyet hakkının ancak kanunla sınırlandırılabileceği, kanunun konusu olacağını düzenlemiştir.

 Anayasa mahkemesinin birçok kararında Anayasa ile teminat altına alınmış olunan mülkiyet hakkını şu şekilde tanımladığını görmekteyiz: “mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ile fikrî hakların yanı sıra icrası mümkün olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (AYM, Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).”

Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. Maddesi şu şekildedir:

 “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” 

Yukarıda dile getirdiğimiz Anayasa metninden ve Anayasa’nın 2. maddesinde tanımı yapılmış olunan hukuk devleti ilkesinden açıkça anlaşılacağı üzere temel hak ve özgürlükler ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamanın da Anayasa’da öngörülen sebeplere uygun ve ölçülü olması gerekir. Ayrıca bu kanuni düzenlemenin keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir niteliğe haiz olması gerekir.

Anayasa Mahkemesi’ne Göre Hukuk Devleti İlkesi:

Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında hukuk devleti ilkesinden ne anlaşılması gerektiğini şu şekilde izah edilmiştir: “Esasen temel hak ve özgürlükleri sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde; kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.”

Vergi Yükümlülüğü Doğuran İşlemler ve Belirlilik İlkesi

Anayasa mahkemesi (AYM, E.2022/103, K.2022/150,  30/11/2022, §§ 14, 15, 16, 17,18,19) kararında 21/5/1986 tarihli ve 3289 sayılı Gençlik ve Spor Hizmetleri Kanunu’nun “Müsabaka hasılatları” kenar başlıklı 16. Maddesi’nin son cümlesinin neden anayasa aykırı olduğunu şu şekilde gerekçelendirmiştir: 

“İtiraz konusu kural; spor müsabakalarından elde edilecek hasılatın spor il müdürlüklerine ve müsabaka yapan kulüplere dağıtımına ilişkin uygulama, usul ve esasların çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceğini hüküm altına almaktadır. İdare tarafından hangi müsabakalardan hasılat payı alınacağı, brüt hasılat ve gerekli masraflar kavramlarının neleri içerdiği, net hasılattan idareye dağıtılması öngörülen payın hangi amaçla ve neyin karşılığı olarak alındığı konusunda anılan Kanun’da bir belirlilik bulunmamaktadır. Bu itibarla anılan hususların ilk elden yönetmelikle düzenlenmesi söz konusudur.

Ayrıca kulüplerin elde ettiği spor müsabakası hasılatı üzerinden idareye hangi oranda ödeme yapılacağı konusunda da Kanun’da herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Yine bu kapsamda müsabaka hasılatından alınacak payın alt veya üst sınırlarını gösterir bir hüküm de Kanun’da bulunmamaktadır. Dolayısıyla müsabaka hasılatlarından alınacak paya ilişkin oranlar ilk elden yönetmelikle düzenlenecektir.

Bu bağlamda müsabaka hasılatlarından alınacak payın hesaplanmasının ne şekilde belirleneceğine dair kanuni çerçeve çizilmemiş, idarenin pay oranının alt ve üst sınırları belirlenmemiş, konunun bütün ayrıntılarıyla düzenlenmesi yönetmeliğe bırakılmak suretiyle yürütmeye sınırsız, belirsiz, geniş bir düzenleme yetkisi tanınmıştır. Bu itibarla spor müsabaka hasılatlarından pay almak suretiyle mülkiyet hakkına sınırlama getiren kuralın belirli ve öngörülebilir nitelikte olmadığı ve bu yönüyle kanunilik şartını taşımadığı anlaşılmaktadır.”

Temel Haklar ve Kanun Yapma Yetkisi:

Anayasa mahkemesi (AYM, E.2022/103, K.2022/150,  30/11/2022, §§ 17,18,19) kararında temel haklar üzerinden tasarrufun nasıl olabileceğini ve tasarrufun kim tarafından yapılabileceğini şu şekilde açıklamıştır:

“Öte yandan Anayasa’nın 7. maddesinde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmektedir. Yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) ait olması ve bu yetkinin devredilememesi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir gereğidir. Bu hükme yer veren Anayasa’nın 7. maddesinin gerekçesinde yasama yetkisinin parlamentoya ait olması “demokrasi rejimini benimseyen siyasi rejimlerde kaçınılmaz bir durum” olarak nitelendirilmiştir. Ayrıca gerekçede “Millet adına kanun koyma yetkisini yasama meclisi yerine getirir. Bu yetki devredilemez. Ancak, Anayasanın 99 ve 129 uncu maddeleri hükümleri saklıdır.” denilmek suretiyle bu ilkenin anlamı ve istisnaları belirtilmiştir. Madde gerekçesinden de anlaşılacağı üzere yasama yetkisinin devredilemezliği, esasen kanun koyma yetkisinin TBMM dışında başka bir organca kullanılamaması anlamına gelmektedir. Anayasa’nın 7. maddesi ile yasaklanan, kanun yapma yetkisinin devredilmesidir (AYM, E.2011/42, K.2013/60, 9/5/2013; E.2021/73, K.2022/51, 21/4/2022, § 15)

Anayasa’da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda genel ifadelerle yürütme organına düzenleme yapma yetkisi verilmesi yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturabilmektedir. Bu nedenle Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması, vergi ve benzeri mali yükümlülüklerin konması ve memurların atanması, özlük hakları gibi münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda kanunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirlemiş olması gerekmektedir. Anayasa koyucunun açıkça kanunla düzenlenmesini öngördüğü konularda yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmenin türevsel nitelikteki işlemlerine bırakması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamaz (AYM, E.2011/42, K.2013/60, 9/5/2013; E.2019/36, K.2021/15, 4/3/2021, § 57).

Kuralla Anayasa’nın kanunla düzenlenmesini öngördüğü ve mülkiyet hakkını sınırlar nitelikteki müsabaka hasılatlarından alınacak payın belirlenmesinde genel ilkeler ortaya konulmadan, kanuni çerçeve çizilmeden, pay oranının alt ve üst sınırları belirlenmeden ilgili hususların tamamının düzenlenmesinin yönetmeliğe bırakılması yürütmeye sınırsız, belirsiz, geniş bir düzenleme yetkisinin tanınmasına neden olmuştur. Bu itibarla kural, yasama yetkisinin devredilemezliği ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.”

Yüksek mahkeme yukarıda dile getirmiş olduğu gerekçelerden yola çıkarak 21/5/1986 tarihli ve 3289 sayılı Gençlik ve Spor Hizmetleri Kanunu’nun “Müsabaka hasılatları” kenar başlıklı 16. Maddesi’nin son cümlesinin Anayasa ile teminat altına alınmış olunan “Yasama yetkisi, Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması, Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 7, 13, 35 maddelerine aykırılık teşkil ettiğini ve bu nedenle de iptal edilmesi gerektiğine karar vermiştir. 

 

Av. Emrullah BEYTAR