Anayasa Mahkemesi tarafından 24.11.2021 tarihinde, Gazi Muhammed (B.No: 2018/37732) başvurusunda, Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile mülkiyet hakkı bağlamında Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Başvurucuya ait araç, terör şüphelisinin olabileceği yönündeki ihbar üzerine kolluk görevlilerince durdurularak araçta inceleme yapılmıştır. İçinde sahibinin bulunmadığı aracın kiralık olduğunun anlaşılması üzerine nöbetçi Cumhuriyet savcısı söz konusu aracın sahibine ulaşılarak teslim edilmesi talimatını vermiştir. Bunun üzerine kolluk tarafından yediemin otoparkına çekilen araç ancak 89 gün sonra başvurucuya iade edilmiştir.
Başvurucu, fiilî el koyma nedeniyle uğradığı zararların tazmini talebiyle maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. ve 142. maddeleri kapsamında kalmadığını belirterek davanın reddine karar vermiştir. Bunun üzerine başvurucunun maddi tazminat istemiyle açtığı tam yargı davası ise zarar ile idarenin işlemi arasında illiyet bağının bulunmadığı, idarenin olayda kasıt, kusur veya ihmalinin olmadığı ve zarara başvurucunun kendi kusurunun sebebiyet verdiği gerekçesiyle reddedilmiştir.
Başvuru, sahibine teslim edilmesi kararı verilen aracın kanunilik ilkesine aykırı olarak uzun süre sonra iade edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve mülkiyet hakkı bağlamında etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddia edilmiştir.
Somut olayda başvuruya konu aracın trafik sicilinde başvurucuya ait olduğu anlaşıldığından el konulan bu aracın başvurucu yönünden mülk teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır. Malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder.
Anayasa Mahkemesi daha önce bir suç isnadına bağlı olarak uygulanan el koyma tedbirinin mülkten geçici süreyle de olsa yoksun bırakma sonucuna yol açtığından mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiştir.
MÜLKİYET HAKKI İHLALİ
Anayasa’nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır. Somut olayda başvuruya konu aracın trafik sicilinde başvurucuya ait olduğu anlaşıldığından el konulan bu aracın başvurucu yönünden mülk teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. Maddesi “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” şeklinde mülkiyet hakkını düzenlemektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1. maddesi “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir.
Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir
Sonuç olarak Savcılık talimatı sonrasında aracın gerçek sahibinin tespiti sürecinde yaşanan makul olmayan gecikme sebebiyle ancak 89 gün sonra aracına kavuşan başvurucunun gelirden mahrum kaldığı ve fiilî olarak gerçekleşen el koymanın 5271 sayılı Kanun’un 127. ve 128. maddelerinde belirtilen usule uymayan bir müdahale olduğu anlaşılmaktadır. Neticede somut olayın koşullarında mülkiyet hakkı bağlamında oluşan zararlarının tazmini konusunda başvurucuya, asgari güvenceleri içerecek şekilde etkili bir hukuk yolu sunulmadığı sonucuna varılmıştır.
ETKİLİ BAŞVURU HAKKI İHLALİ
Başvurucu, ceza soruşturması kapsamında durdurulan aracının nöbetçi savcının sahibine teslim edilmesi hususundaki talimatına rağmen kendisine herhangi bir bilgi verilmeden yediemin otoparkına çekilmesi ve ancak 89 gün sonra iade edilmesi nedeniyle oluşan zararlarının karşılanmamasından yakınmaktadır.
Öte yandan şikâyetlerin esasının incelenmesine imkân sağlayan ve gerektiğinde uygun bir telafi yöntemi sunan etkili hukuk yollarının olması ilgililere etkili başvuru hakkının sağlanmasının bir gereğidir. Buna göre kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesi amacıyla öngörülen yargı yollarının mevzuatta yer alması yalnız başına yeterli olmayıp bu yolun aynı zamanda pratikte de başarı şansı sunması gerekir.
AİHM’e göre Sözleşme’nin 13. maddesi yetkili ulusal makamlar tarafından Sözleşme kapsamına giren bir şikâyetin esasının incelenmesine izin veren ve uygun bir telafi yöntemi sunan bir iç hukuk yolunun sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Ayrıca bu hukuk yolunun teoride olduğu kadar pratikte de etkili bir yol olması gerekmektedir.
Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir.
Savcılık talimatı sonrasında aracın gerçek sahibinin tespiti sürecinde yaşanan makul olmayan gecikme sebebiyle ancak 89 gün sonra aracına kavuşan başvurucunun gelirden mahrum kaldığı ve fiilî olarak gerçekleşen el koymanın 5271 sayılı Kanun’un 127. ve 128. maddelerinde belirtilen usule uymayan bir müdahale olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte kamu makamlarının makul derecede ivedilik ve özen koşullarına uygun hareket etmemeleri nedeniyle başvurucuya kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet yüklenmesine rağmen başvurucuya iddia ettiği zararları için herhangi bir tazminat ödenmemiştir. Bu minvalde idarenin kusuru ve kusurla zarar arasında illiyet bağı açıkça ortaya konulduğu hâlde kamu makamlarınca yapılan el koyma işleminden kaynaklanan söz konusu -iddia edilen- zararlarla idarenin eylemi arasında illiyet bağı bulunmadığı, bütün külfetin/kusurun başvurucuya ait olduğu gerekçesiyle tazminat talebinin reddedilmesi başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemektedir. Neticede somut olayın koşullarında mülkiyet hakkı bağlamında oluşan zararlarının tazmini konusunda başvurucuya, asgari güvenceleri içerecek şekilde etkili bir hukuk yolu sunulmadığı sonucuna varılmaktadır.
DEĞERLENDİRME
Sonuç olarak Savcılık talimatı sonrasında aracın gerçek sahibinin tespiti sürecinde yaşanan makul olmayan gecikme sebebiyle ancak 89 gün sonra aracına kavuşan başvurucunun gelirden mahrum kaldığı ve fiilî olarak gerçekleşen el koymanın 5271 sayılı Kanun’un 127. ve 128. maddelerinde belirtilen usule uymayan bir müdahale olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte kamu makamlarının makul derecede ivedilik ve özen koşullarına uygun hareket etmemeleri nedeniyle başvurucuya kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet yüklenmesine rağmen başvurucuya iddia ettiği zararları için herhangi bir tazminat ödenmemiştir. Bu minvalde idarenin kusuru ve kusurla zarar arasında illiyet bağı açıkça ortaya konulduğu hâlde kamu makamlarınca yapılan el koyma işleminden kaynaklanan söz konusu -iddia edilen- zararlarla idarenin eylemi arasında illiyet bağı bulunmadığı, bütün külfetin/kusurun başvurucuya ait olduğu gerekçesiyle tazminat talebinin reddedilmesi başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemektedir. Neticede somut olayın koşullarında mülkiyet hakkı bağlamında oluşan zararlarının tazmini konusunda başvurucuya, asgari güvenceleri içerecek şekilde etkili bir hukuk yolu sunulmadığı sonucuna varılmıştır.
Stj. Av. Umut ASLAN