Hukuk & Danışmanlık Hizmetleri
Yerel ve uluslararası alanda bilgili ve
tecrübeli ekibimizle hizmet sunmaktayız.

ANAYASA MAHKEMESİNİN KESER ALTINTAŞ KARARI VE DERİNLEŞEN MAKUL OLMAYAN UZUN YARGILAMA SORUNU

Ana sayfa ANAYASA MAHKEMESİNİN KESER ALTINTAŞ KARARI VE DERİNLEŞEN MAKUL OLMAYAN UZUN YARGILAMA SORUNU

Anayasa Mahkemesinin 10.10.2023 tarihinde yayımlanan Keser Altıntaş (B. No: 2023/18536) başvurusunda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmediğinden düşmesine karar vermiştir.

Kararın insan hakları yargılaması açısında önemli sonuçları vardır. Öncelikle karar inceleyelim.

Başvurucu, 14/12/2016 tarihinde açtığı davada kadastro çalışmaları sırasında tespit harici yol olarak bırakılan taşınmazın eski tapu kaydına göre adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucu, tapu iptali ve tescil davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

1) Anayasa Mahkemesinin Değerlendirilmesi

Adil yargılanma hakkı kapsamına giren makul sürede yargılanma hakkı birçok AİHM kararına konu olmuştur. AİHM, Ümmühan Kaplan/Türkiye kararında bu konuda yapısal bir sorun olduğunu ve etkili bir başvuru yolunun bulunmadığını belirterek pilot karar usulünün uygulanmasına karar vermiştir. Bu karar üzerine 6384 sayılı Kanun ile makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla AİHM’e yapılmış başvuruları inceleme yetkisi ve görevi Adalet Bakanlığı Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) verilmiştir. Geçici 2. maddenin yürürlüğe girdiği 31/7/2018 tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Tazminat Komisyonu tarafından incelenebileceği düzenlenmiştir.

Anayasa Mahkemesi -yapılan düzenlemelere rağmen- makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak yapısal bir sorun bulunduğunu vurgulamış ve bu yapısal sorunun giderilmesi amacıyla makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle ortaya çıkacak zararların tazmin edilmesi için Anayasa’nın 40. maddesi gereğince bireysel başvurudan önce etkili bir başvuru yolunun kurulması gerektiğini belirtmiştir (Nevriye Kuruç [GK], B. No: 2021/58970, 5/7/2022). Ayrıca söz konusu kararda yapısal sorunun giderilmesi için pilot karar usulünün uygulanmasına karar verilmiştir.

Nevriye Kuruç kararının yayımlanmasından sonra 6384 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinde 7445 sayılı Kanun’un 40. maddesi ile değişiklik yapılmıştır. Yapılan değişiklikle 9/3/2023 tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan başvurulara ilişkin Tazminat Komisyonuna başvuru imkânı getirilmiştir. 9/3/2023 tarihinden sonra yapılan başvurular yönünden ise herhangi bir başvuru yolu getirilmemiştir. Ayrıca idari veya yargısal bir başvuru yolu kurulmamış, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamındaki başvuruların doğrudan Anayasa Mahkemesine yapılmasına devam edilmiştir.

Bu bilgiler ışığında, Anayasa Mahkemesine başvuru yapılmadan idari veya yargısal bir başvuru yolunun oluşturulmaması ve makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddialarının Anayasa Mahkemesince ilk elden incelenmesine devam edilmesi nedeniyle verilen pilot kararın anlam ve öneminin ortadan kalkacağı değerlendirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılama yapılmadığı iddiasına ilişkin başvuruları ilk elden incelemeye devam etmesi, bu aşamadan sonra temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi açısından bir önem taşımamaktadır. Yalnızca tazminat miktarının belirlenmesinden ibaret bu kararların 55.000’den fazla ihlal kararından sonra insan haklarının korunması ve geliştirilmesine artık bir katkı sağlamadığı da açıktır.

Anayasa Mahkemesince incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden kalmadığı ortadadır. Pilot kararın gereği olarak söz konusu ihlal iddiasıyla yapılan başvurulara ilişkin etkili bir başvuru yolu oluşturulduktan sonra anılan başvuruların incelenebileceği kanaatine varılmıştır.

2) Makul Olmayan Uzun Yargılama Kararlarının Tarihçesi

Türkiye’de makul olmayan uzun yargılama davaları büyük bir sorun olarak hep var olmuştur. AİHM tarafından Türkiye hakkında en çok ihlal verilen karar türü makul olmayan uzun yargılama sorunudur.. AİHM tarafından makul olmayan uzun yargılama süreleri sebebi ile 2022 sonu itibari 609 ihlal kararı verilmiştir. Bu sayı, Türkiye aleyhindeki 3285 ihlal kararının %18,58’i oluşturmaktadır. (Annual report of European Court of Human Rights 2021”, 189). Benzer bir tablo AYM kararlarında da görülmektedir. AYM’nin verdiği  kararların büyük kısmı makul olmayan uzun yargılamalarla ilgilidir. (Bireysel Başvuru İstatistikleri: 2012-2020)

AİHM, 2012 yılında Ümmühan Kaplan pilot kararını almıştır. Ümmühan Kaplan kararından sonra Türkiye, gerek İnsan Hakları Tazminat Komisyonunu gerekse diğer idari ve yasal değişiklileri öne sürerek benzer başvuruların düşürülmesini talep etmiştir. AİHM, Turgut vd./Türkiye  (Appl. No: 4860/09, 26/03/2013) kararı ile bu dosyaları düşürmüş ve iç hukuktaki oluşturulan başvuru yoluna yönlendirmiştir.

Ümmihan Kaplan kararı 2012 yılında ve Turgut vd/Türkiye kararı ise 2013 yılında verilmiştir. Bakanlar Komitesi ise 2014 yılında Ümmühan Kaplan ve Ormancı Grubu altında takip ettiği bütün makul olmayan uzun yargılama davalarını son karar ile kapatmıştır. (Resolution CM/ResDH(2014)298, “ORMANCI AND OTHERS AND 281 OTHER CASES AGAINST TURKEY”)

Burada aradan geçen 10 yıldan fazla sürede aslında sorunun çözülmediği hatta daha büyüdüğü açıkça görülmektedir.

Yukarda sunduğumuz listede görüleceği üzere Türkiye’de 2002-2019 yılları arasında yargılama sürelerinin düzenli olarak artığı görülmektedir. (Adli İstatistikler 2012-Adli İstatistikler 2019)

3) İhlaller Nasıl Ortadan Kaldırılır?

Kararın ayrıntılarını değerlendirmeden önce makul olmayan uzun yargılama ihlallerinin nasıl ortadan kaldırılacağını incelemek gerekir. Bu ihlallerin iki şekilde ortadan kaldırılması mümkündür. Öncelikle makul olmayan uzun yargılama devam eden ihlal türü olup bir an önce sonlandırılması gerekir. Yani bu durumdaki davaların bir an önce sonuçlandırılması temel giderimdir. İkinci olarak makul yargılama süresini aşan davalarda uygun bir tazminat ödenmesi gerekir. (Muammer Öz, AİHM Kararlarının Uygulanması ve Türkiye Örneği, s. 263) 

AYM, bugüne kadar verdiği kararlarda yargılama devam etse de sadece tazminat ödemesine karar vermekle yetindiği görülmektedir. Fakat AYM , Nevriye Kuruç kararında  yargılamanın biran evvel sonuçlandırılması ile ilgili tedbirler alınması gerektiğini vurgulamış ve pilot karar usulünü başlatmıştır. (Nevriye Kuruç, 103-109)

Yapılan Kanun değişikliği ile 9/3/2023 tarihinden  önce AYM’ye yapılan makul olmayan uzun yargılama süresinden kaynaklı başvuruların İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna gönderilmesi düzenlenmiştir. Söz konusu Kanun değişikliğinin 9/3/2023 tarihinden sonraki başvuruları karşılamadığı ve tazminat dışında bir giderim öngörmediği açıktır.

AYM, Keser Altıntaş kararına ısrarlı olarak tazminat kararlarının bir giderim sağlamadığını ve sadece tazminat ödenmesinin yeterli olmadığını ifade etmiş ve başvuruyu bu gerekçe ile düşürmüştür. Temelde tazminat tek başına yetersiz olsa da AYM’nin ulaştığı sonuçlar tutarsızdır.

Öncelikle AYM’nin sadece tazminat ödenmesinin etkili bir yol olmadığına dair yaklaşımını inceleyelim.

4) Tazminat Ödenmesinin Etkili Bir İç Hukuk Yolu Olmadığı Argümanı

AYM’nin düşme kararına gerekçe yaptığı temel konulardan birisi, hükmettiği tazminatların ihlali ortadan kaldırmak için yeterli olmadığıdır. Bu düşüncenin AYM’nin daha önceki kararları ile tutarsız olduğunu ayrı bir başlık altında inceleyeceğiz. Burada üzerinde durmak istediğimiz “sadece tazminat ödenmesinin insan hakları korunması ve geliştirmesine hiçbir giderim sağlamadığı” argümanıdır.

Makul olmayan uzun yargılamada ihlalin iki şekilde ortadan kaldırılması gerekmektedir. Birincisi yargılamaların bir an evvel sonuçlandırılması ve tazminat ödenmesidir.

Burada AYM’nin de vurguladığı ve istatistiklerin de ortaya koyduğu üzere yargılamaların derhal sonuçlandırılması ile ilgili bir ilerleme sağlanamamakta hatta durum daha da kötüye gitmektedir. Elbette böyle bir durumda tazminat ödenmesi tek başına yeterli değildir. Tazminatın yeterli bir giderim sunmaması tamamen etkisiz bir giderim olduğu anlamına gelir mi?

Birçok başvurucu açısında bu sorunun cevabı tazminatın tamamen etkisiz olmadığıdır. Özellikle yargılamanın kesinleştiği başvuruları oluşturan grup için aslında tazminat ödenmesi haricinde yapılabilecek hiçbir şey kalmamıştır. Bu anlamda kesinleşmiş davalar için tazminat etkin bir yöntemdir. En azından başvurucuların bu konuda manevi zararları tazminat ile giderilmiş olur.

Bu konuda ikinci grup devam eden yargılamaların oluşturduğu başvurulardır. Bu yargılamalar için en önemli giderim öncelikle davaların sonuçlandırılmasıdır. Fakat yıllarca bu davaları takip etmiş, mahkeme harcı avukatlık ücreti gibi masraflara katlanmış başvurucular için tazminat nispi bir tatmin sağlamaktadır. AYM ise burada yargılamayı sonuçlandırmak ve tazminat ödemek için etkin bir başvuru yolu yok ise kendisinin vereceği tazminat kararının faydasız olduğunu kabul etmektedir.  Bir mahkemenin başvurucunun lehine tam adaleti sağlamayacağını düşünmesi sonrası aksi bir tutum alarak hakkı tamamen yargı koruması dışında bırakması açıkça çelişkidir. Tam bir tatmin sağlanamıyorsa en azından kısmı tatmin sağlayan tazminat ödenmesi başvurucu açısında önemlidir.

Üçüncü grup ise potansiyel başvuruculardır. AYM tazminatın etkisiz olduğunu kabul edebileceği ancak bu gruba girecek potansiyel başvuruculardır. Yani potansiyel başvurucuları için temel giderim makul sürede yargılama hakkının korunmasıdır.

Diğer iki grup için tazminat kısmen etkili bir tatmin yöntemidir. Bu anlamda AYM kararının hukuka aykırı olduğu açıktır. Aslında aşağıda açıklayacağımız üzere AYM bugüne kadar verdiği on binlerce tazminat kararında tazminatın ekili olmadığı düşüncesinin doğru olmadığını bizzat göstermiştir.

AYM’nin, tazminatın etkili olmadığı şeklindeki kararı iki açıdan kendi kararları ile çelişmektedir.

Öncelikle AYM sadece tazminat içeren düzenlemeyi daha önce iki defa etkili görmüştür.

Anayasa Mahkemesi, 25/7/2018 tarihli 7145 sayılı Kanun’un 20. maddesi ile İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna başvurunun ilk bakışta başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu kabul ederek 31/7/2018 tarihi itibarıyla derdest olan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine dair şikâyetlere ilişkin başvurularda, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018).

Anayasa Mahkemesi, 7445 sayılı Kanun’un 40. Maddesi ile 9/3/2023 tarihi itibarıyla önünde derdest olan yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı veya mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da icra edilmediği iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verdiği kabul edilemezlik kararından sonra İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna başvuru yapılmasının yolu açılmıştır. Anayasa Mahkemesi anılan değişiklikten sonra verdiği Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun tüketilmesi gereken yol olduğunu belirtmiştir

Eğer sadece tazminat ödenmesi yetersiz bir yöntem ise AYM neden 2018 yılında ve 2023 yılında yapılan Kanun değişikliği ile AYM önündeki makul olmayan uzun yargılama davalarının İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna başvurulması gerekçesi ile düşmesine karar verdi?

AYM’nin burada çok ciddi bir çelişkiye düştüğü görülmektedir. Eğer sadece tazminat ödenmesi yeterli bir giderim değil ise 2018 ve 2023 değişikliği sonrası kararları etkin olmayacak tazminat yolu olan İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna göndermemesi gerekirdi. AYM ise her iki değişiklikten sonra da tazimat ödenmesini etkin bir yol olarak görmüş ve bütün derdest makul olmayan uzun yargılama davalarını İHTK’ye  göndermiştir.

AYM’nin tazminatın yetersiz olduğuna dair düştüğü ikinci çelişki, Nevriye Kuruç kararına kadar makul olmayan uzun yargılamayla ilgili davalarda tazminata hükmetmek ile yetinmesidir.. Eğer sadece tazminata hükmedilmesi yeterli bir giderim değil ise neden daha önceki on binlerce kararda gerekli tedbirlerin alınmasına açıkça karar vermemiştir?

Nevriye Kuruç kararında AYM kendisinin tazminat dışında tedbir almakla ilgili yetkisinin olduğunu kabul etmiştir.

Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Nevriye Kuruç [GK], B. No: 2021/58970, 5/7/2022, §103) 

 İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemlerden, yargısal işlemlerden veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Nevriye Kuruç [GK], B. No: 2021/58970, 5/7/2022, §104) 

Burada sorulması gereken temel soru bireysel başvurunun ihdas edildiği 2012 yılından Nevriye Kuruç kararına kadar etkili bir hukuk yolu olarak görülen tazminat ödenmesi neden etkisiz bir yola dönüşmüştür?

Bu sorunun cevabı hukuki olmaktan ziyade AYM’nin iş yükü sorununu ile ilgilidir. AYM’nin benzer konuda binlerce karar vermek istememesi anlaşılabilir bir durumdur. Fakat AYM‘nin iş yükü ve benzer içerikte dava istememesi kişilerin hak arama hürriyetini ortadan kaldıracak bir argüman olamaz.

5) İkincillik İlkesi Argümanı

Anayasa Mahkemesi öncelikle bireysel başvuru yolunun ikincilliğine atıf yapmıştır.

İkincillik ilkesi, AİHM’in içtihat yolu ile ortaya koyduğu ve uluslararası hukukta genel olarak benimsenen bir ilkedir. 15 nolu Ek Protokol ile ikincillik ilkesi AİHS eklenmiştir. Bu ilkeye göre insan haklarının korunması temel olarak taraf devletlerin sorumluluğundadır. Yine bu ilke gereği ihlallerin nasıl ortadan kaldırılacağını en iyi ilgili devlet bilecek durumdadır.  Bu anlamda bireysel başvuru makamları AİHM bir hakkın korunması konusunda öncelikle taraf devletlerin bulduğu çözümlere saygı duyacaktır. Ancak taraf devlet bu yükümlüğü yerine getirmez ise ihlale karar verecektir. AYM açısında anlamı ise kişilerin hak ve özgürlüklerini korumak öncelikle yargı, yasama, yürütme ve yürütmenin altı olarak idarenin görevidir. Ancak bu makamlar hak ve özgürlükleri koruyamaz ise AYM ikincillik ilkesi olarak bu başvuruları inceleyecektir.

Anayasa Mahkemesi bu kararda ikincillik ilkesini fark bir şekilde yorumlamıştır. AYM’e göre makul olmayan uzun yargılama konusunda 55.000 civarı karar verilmesi ve bu konuda Nevriye Kuruç pilot kararı ile yapısal sorunu tespit ettiğinden artık ikincillik ilkesi gereği aynı konuda ihlale karar veremeyeceğini belirmektedir. Bu gerekçe aslında ikincillik ilkesinin tamamen yanlış yorumlanmasıdır. İkincilik ilkesi başvurucuların ihlal iddialarını incelemeye engel olması için konulmuş bir ilke değildir. Aksine iç hukuk makamlarının ilk elden görevini yapmadığında bireysel başvuru makamı olarak AYM’nin bu ihlali ortadan kaldırılması için gerekli giderimlere karar vermesi gerekir.

AYM, bu kararı ile olağan koruma mekanizmalarının sorumluğunun yerine getirilmediğini kabul etmenin ötesinde kendisi de ikincil koruma yolunu işletmeyeceğine karar vermiştir. Diğer bir ifade ile her iki koruma yolu da devre dışı kaldığını belirtmiştir. Burada bir bireysel başvurunun amacının tam da olağan koruma yollarının işe yaramadığında devreye girmek olduğunu ifade etmek gerekir.

Ayrıca AYM’nin görevi, ihlalinin varlığını tespit etmekten daha fazlasıdır. Zaten başvurucular birinci korumanın etkisiz olduğu için AYM’ye başvurmuştur. AYM, Keser Altıntaş düşme kararı ile varlık amacının zıddı bir karar almıştır. Benzer durumda olan herkes için var olan başvuru yolunu da ortadan kaldırmıştır.

Ayrıca belirmek isteriz ki AYM Türk iç hukuku anlamında ikincil bir yol olsa bile AİHS anlamında ikincilliğinden bahsetmek mümkün değildir. Yani AİHS kapsamında Türkiye Cumhuriyeti yasama, yürütme ve yargıdan bir bütün olarak yükümlüdür. Bu sorumluğu sadece TBMM ve yürütmeye ait bir görev değildir. Dolayısı ile gerek AİHS 6. Madde gerekse Ümmühan Kaplan pilot kararında belirtilen ihlalleri ortadan kaldırmak aynı zamanda Türk yargı sisteminin en üstündeki makam olarak Anayasa Mahkemesine de düşmektedir. Bu anlamda AYM iç hukukta ikincil olma prensibine dayanarak uluslararası hukuk anlamında yükümlüğünden kaçınmaya çalışmaktadır. Dolayısı ile AYM, AİHS kapsamında yükümlülükten kaçmak yolunu seçmiştir.

AYM’nin etkili bir yolun olmamasından dolayı ikincil yolun işletilememesinin pratikte doğuracağı sonuçları incelemek gerekir. Diğer bir ifade ile Anayasa Mahkemesi kendisinin ikincil olduğu ve olağan yoların işlemediğinden bu konuda görevini yapmanın gereksiz olduğunu düşünmektedir. Benzer bir uygulamayı başka makamlar yaptığında olası sonuçları inceleyelim.

Örneğin Türk hukukunda mahkemeler genellikle 3 aşamalı bir yargılama sistemi öngörmektedir. Bu anlamda ilk derece mahkemeleri taraflar için etkin bir yol olmaz ve adil kararlar vermez ise üst mahkemeler AYM gibi mi tutum alacak? Yani istinaf mahkemeleri, Yargıtay ve Danıştay eğer AYM’nin yaklaşımını benimseyebilir. Yani ilk derece mahkemelerinin devamlı hukuka aykırı karar vermeleri nedeniyle kararları denetlemekten çekinmeleri ve davaları bir yolla düşürmeleri gerekir.

Hatta Türkiye eğitim sisteminin en üst makamını temsil eden Üniversitelerin de eğer ilk ve orta öğretim kurumları etkin bir eğitim vermiyor ise öğrenci kabul etmemesi gerekir. Bu duruma benzer birçok örnek türetilebilecektir.

Dava özeline dönersek AYM, etkin bir başvuru mekanizmasının olmadığını tespit ettiğinde başvurucuların haklarını korumak için daha aktif bir tutum alması gerekir.

Benzer Kararların Verilmesi Sonraki Başvuruların İncelenmesinde İnsan Haklarının Korunmasın Fayda Sağlamaz Mı?

AYM, makul olmayan uzun yargılama konusunda 55.000 civarı karar verdiğini ve bu aşamadan sonra benzer karar vermenin insan haklarının korunmasına faydasız olduğunu ifade etmiştir. Bu argüman oldukça tartışmalıdır.

Burada öncelikle bireysel başvurunun amacına değinmek gerekmektedir. AİHM ve AYM gibi bireysel başvuru kabul eden mahkemelerin birbiri içine geçmiş iki görevi vardır. Birinci görevi, bir hak ve özgürlük ihlalinin tespit etmesi, bu yolla benzer ihlallerin de ortadan kaldırılması için yol göstermek. Bu görevi anayasal karar almak olarak isimlendirebiliriz. İkinci görevi ise başvurucuların olağan yollara başvurmasına rağmen özgürlük ve hak ihlalinin ortadan kaldırılmadığı durumda gidilecek son makam olmasıdır. Bu görevi bireysel adaleti sağlamak olarak isimlendirebiliriz.

AİHM ve AYM bir hak ve özgürlük ihlali tespit ettiğinde anayasal karar almış olmaktadır. İdeal şartlarda bundan sonra söz konusu ihlallerin yaşanmaması için gerekli tedbirlerin alınması gerekir. Fakat uygulamada AİHM ve AYM de benzer ihlallerin tekrar tekrar önüne gelme sorunu ile karşılaşmaktadır. Bu durumda benzer ihlallerin ortadan kaldırılması için pilot karar uygulamasına bir yöntem olarak başvurulmaktadır.

Fakat daha önce karar verilmesi ve buna rağmen benzer ihlallerin devam etmesi, AİHM’in ve AYM’nin yeni başvuruları incelemesine engel değildir. Her ne kadar daha önceki kararda ilkeler ortaya konsa da bu durum yeni ihlalin ortaya çıkmasını engellememiştir. Etkin bir yol olmadığından başvurucuların, AYM’ye ve AİHM’e gitmekten başka seçeneği yoktur. Bu anlamda AYM ve AİHM’in görevi aynı zamanda bireysel adaleti korumak olduğundan bu başvuruları da incelemesi gerekir.

Bu anlamda alternatif yöntemler denenebilir. Nitekim AİHM, Ümmühan Kaplan pilot kararı, AYM ise Nevriye Kuruç pilot kararı ile bu alternatif yolları denemiştir. Fakat bu yola başvurması makul olmayan uzun yargılama konusunun bireysel başvuru dışına çıkarıldığı anlamına gelmez.

AYM, Keser Altıntaş kararı ile bireysel adalete karşılık gelen görevini yapmayacağını belirtmiştir.

6) AYM’e Yargılama Görevinden Kaçınılabilir Mi?

AYM’nin görevi Anayasa’da ve kanunlarda açıkça düzenlenmiştir.

Anayasa’nın 36. Maddesi ; “Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” 

Anayasa Mahkemesi Kanunu’nu 3. Maddesi bireysel başvuru ile ilgili olarak “c) Anayasanın 148 inci maddesi uyarınca yapılan bireysel başvuruları karara bağlamak.” olarak tanımlanmıştır.

Bireysel başvuru hakkı ile ilgili 45. Maddede “(1) Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.  (2) İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir. 

(3) Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz.”

Yukarda yer verilen Anayasa ve Kanun hükümlerinde açıkça görüleceği üzere Anayasa Mahkemesinin görev alanına giren bir konuda karar vermekten çekinmesi mümkün değildir. Makul olmayan uzun yargılamadan kaynaklanan ihlaller anayasal koruma kapsamında çıkarılmamıştır. Aynı zamanda etkin bir başka yol var olup da başvurucularca tüketilmemesi de söz konusu değildir. Dolayısı ile AYM’nin düşürme kararı hukuk dışı, görev yetkilerini aşan bir karardır.

AYM, düşme kararını verirken Ivanov/Ukrayna pilot kararına dayandırmaktadır. Yuriy Nikolayevich Ivanov/Ukrayna (B. No: 40450/04, 15/10/2009) kararı sonucu Ukrayna bazı tedbirler almıştır. Alınan bu tedbirler yeterli gelmemiştir. AİHM, Burmych vd/Ukrayna kararında benzer durumda olan binlerce başvuruyu Bakanlar Komitesinin denetiminde iç hukukta giderim sağlanması için listeden silmiştir. Bakanlar Komitesi Ivanov grubu kararları uygulanması takibi devam etmekte ve Ukrayna’dan alınan tedbirler konusunda bilgi sunulmasını istemektedir. Dolayısı ile iç hukuka geri gönderilen kararlar bir yolla takip edilmeye devam edilmektedir. (Exec: Yuriy Nikolayevich v Ukraine)

Bu anlamda AYM’nin Keser Altıntaş kararı ve AİHM, Burmych vd/Ukrayna kararı arasında yaptığı kıyas uygun değildir. Yukarda belirttiğimiz üzere Ukrayna’da yargı kararlarının uygulanmaması sorunu Bakanlar Komitesi tarafından izlenmekte ve Ukrayna kararın uygulanması konusunda teşvik edilmektedir. Fakat benzer bir yolun Türk iç hukukunda olmadığı açıktır. Anayasa Mahkemesi kararında açıkça Nevriye Kuruç pilot kararının gereği gibi uygulanmadığını ve bu başvuruların inceleneceği bir yol olmadığını ifade etmiştir. 

AYM, AİHM kararında farklı olarak olmayan bir yola ve takip edilmeyen bir karara atıfla bütün mevcut ve potansiyel başvuruları tamamen keyfi şekilde hukuk dışına çıkarmıştır.

7) Makul Olmayan Uzun Yargılama İle İlgili Başvuruların Diğer Başvuruların İncelenmesine Engel Olduğu Argümanı Geçerli Midir?

AYM’nin dayandığı bir diğer argüman, makul olmayan uzun yargılama davaları ile ilgilenmenin diğer hakları incelemesine engel olabileceğidir.

“Anayasa Mahkemesinin Anayasa’nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerin hiçbirini içermeyen on binlerce başvuruyu ilk elden incelemek zorunda kalması yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, ifade özgürlüğü gibi diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlali iddiasıyla yapılan başvuruları incelemesini güçleştireceği gibi bizatihi Anayasa Mahkemesi önünde geçen süre bakımından makul sürede yargılanma sorununa da yol açabilecektir.” (Keser Altıntaş [GK], § 79) 

Bu argüman oldukça tartışmalıdır. Öncelikle AYM’nin çatışan iki hak konusunda birisine üstünlük tanıması bazı durumlarda kabul edilebilir. Fakat burada AYM’nin demek istediği kendisinin makul olmayan uzun yargılama davaları ile ilgilenmesinin işkence ve kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, ifade özgürlüğü ihlali gibi başvuruları incelemeden alıkoyacağı düşüncesidir.

Öncelikle AYM yaklaşımı bazı hakların diğer haklardan daha fazla incelemeyi hak ettiği ve gerekirse bu hakları için daha az önemli olanların incelenmesinde vazgeçilebileceği sonucunu doğurmaktadır. Bu ise tutarsız ve kabul edilemez bir yorumdur. Elbette bazı haklar konusunda daha ivedi bir şekilde karar verilmesi hakkın niteliğine uygundur. Mesela kişi özgürlüğünün ihlali veya yaşam hakkı ihlalleri gibi başvurular makul olmayan uzun yargılama hakkı ihlallerinden öncelikli olarak incelenebilir. Burada sorun bu hakları inceleyebilmek için adil yargılama hakkı kapsamında olan makul sürede yargılanma hakkının koruma kapmasına çıkarılabileceği düşüncesidir. Bu şekilde haklar arasında bir sıralama ve atlık-üstlük düşüncesi kabul edilemez.

Eğer AYM, işkence ve kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, ifade özgürlüğü gibi konulardaki başvuruları öncelikle incelemenin gerekli olduğunu düşünüyorsa bu başvuruları öne alabilir. Fakat bu asla bir hakkın koruma kapmasına çıkarılmasına gerekçe yapılamaz.

8) Başvurunun İncelenmesinin Sürdürülmesini Haklı Kılan Bir Neden Yok Mudur?

AYM, düşme kararına gerekçe olarak İçtüzük’ün 80. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendine göre “Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi hâlinde düşme kararı verilebilir” hükmüne dayanmıştır. Anılan hükümdeki “saptanan başka bir gerekçe” ilgili yorum açıkça çelişkili ve maddenin amacına ve sistematik yorum metotlarına aykırıdır.

İçtüzüğün ilgili maddesini bütüncül inceleyelim:

MADDE 80- (1) Bölümler ya da Komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki hâllerde düşme kararı verilebilir:

  1. a) Başvurucunun davadan açıkça feragat etmesi.
  2. b) Başvurucunun davasını takipsiz bıraktığının anlaşılması.
  3. c) İhlalin ve sonuçlarının ortadan kalkmış olması.

ç) Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi.

İlk üç paragrafta, feragat, takipsiz bırakma ve ihlalin ortadan kalkması yer almaktadır. “Saptanan başka bir gerekçe” hükmü ise ilk 3 maddeye girmeyen bir konuda gerektiğinde düşme karar verilebileceğini ifade etmiştir.

Öncelikle c) maddesinde belirtilen “ihlalin ve sonuçlarının ortada kalmadığı” anlaşılmaktadır. Burada manayı muhalifi ile eğer ihlal ve sonuçları devam ediyorsa düşmeye karar verilemez demektedir. Açıkça ihlalin sonuçları devam ettiği sürece dosyanın düşürülemeyeceği hükmüne rağmen yorum yolu ile var olmayan bir düşme sebebinin ortaya konulması hukuki yorum kurallarına ve usule aykırıdır.

İkinci olarak İçtüzük, Anayasa Mahkemesine yeni bir hak ve yetki veremez. Ancak var olan hak ve yetkilerinin kullanımı ile ilgili ilkeleri düzenleyebilir. Bu sebeple Anayasa, AİHS ve Anayasa Mahkemesi Kanunu ile kişilere verilen başvuru hakkının AYM tarafında İçtüzük ile ortadan kaldırılması mümkün değildir.

9) Kararın Olası Sonuçları

Anayasa Mahkemesinin Keser Altıntaş kararı sonucunda makul olmayan uzun yargılama başvuruları açısında birkaç ihtimal ortaya çıkmıştır.

Öncelikle iç hukuk anlamında makul olmayan uzun yargılama ile ilgi etkin bir başvuru yolu kalmamıştır. Bunun sonucu olarak başvurucuların bu konuda AYM’ye  başvurmasında hukuki bir yarar yoktur. Bunun diğer sonucu olarak başvurucuların doğrudan AİHM’e başvuru yapmaları mümkün hale gelmiştir. Hatta AYM’nin etkili bir yol olmadığı ortaya çıkmıştır. Keser Altıntaş kararı ile Resmi Gazetede yayımlandığı için başvuru süresi için 10.10.2023 tarihi başlangıç kabul edilebilecektir. Bu sebeple özellikle kesinleşen mahkeme kararları sebebi ile yapılan başvuruların 4 ay içinde AİHM başvurması uygun olacaktır.

Keser Altıntaş kararı sonrası Bakanlar Komitesi tarafında son kararla kapatılan Ümmühan Kaplan kararının tekrar incelemeye alınması muhtemeldir. Aynı şekilde AİHM’in Turgut vd/Türkiye kararındaki içtihadından dönerek Türkiye’de yapılan makul olmayan uzun yargılama başvurularını incelemesi mümkündür.

İkinci ihtimal AİHM, Burmych vd/Ukrayna kararındaki gibi makul olmayan uzun yargılama konusundaki yeni başvuruları Ümmühan Kaplan Pilot kararı ile incelenmesi için Bakanlar Komitesine yönlendirebilecektir.

Burada asıl yapılması gereken ise makul olmayan uzun yargılamalar konusunda yeni bir yol oluşturulması ve yargılama sürelerinin kısaltılması için gerekli yasal ve idari düzenlemelerin yapılmasıdır. Daha öncesi süreçte yargılama sürelerinin düşürülmesi için pek çok yasal düzenleme ve idari tedbir alındığı görülmektedir. Fakat alınan tedbirlerin yeterli olmadığı açıktır. (Bkn. Muammer Öz, AİHM Kararlarının Uygulanması ve Türkiye Örneği, s. 263 vd.)

Yapılacak yeni düzenleme ve tedbirler ile makul olmayan uzun yargılama sorunun çözülmesi ve mağdurların uygun tazminat almasının önü açılmış olacaktır.

Av. Dr. Muammer ÖZ