ANAYASA MAHKEMESİ HÜKÜMLÜYE DOĞRUDAN VASİ ATAMASI HAKKINDAKİ KANUN MADDESİNİ ÖLÇÜLÜ OLMADIĞI GEREKÇESİYLE İPTAL ETTİ

Ceza mahkûmiyetinin önemli sonuçlarından biri, kişiyi maruz bıraktığı kısıtlılık hâlidir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 407. maddesine göre, bir yıl veya daha fazla süreli bir hapis cezasına mahkûm edilmiş olan her ergin kısıtlanır. Cezayı yerine getirmekle görevli makam, böyle bir hükümlünün cezasını çekmeye başladığını, kendisine vasi atanmak üzere hemen yetkili vesayet makamına bildirmekle yükümlüdür. Esasen katı bir nitelik barındıran kanun maddesi günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan mevzuatta yerini almıştır. Yine Türk Medeni Kanunun 471. Maddesi, Özgürlüğü bağlayıcı cezaya mahkûmiyet sebebiyle kısıtlı bulunan kişi üzerindeki vesayet, hapis hâlinin sona ermesiyle kendiliğinden ortadan kalkar. Ancak birçok hükümlünün özel hayatına katı bir biçimde müdahale eden ve mülkiyet hakkını ihlal eden bu iki kanun hükmü  Tarsus 1. Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru ile iptal edilmiştir. (Anayasa Mahkemesi 2022/105 Esas 2023/54 Karar sayılı 22.03.2023 Tarihli Karar) İptal kararı ise Resmi Gazetede yayımladığı tarihten itibaren 9 ay sonra yürürlüğe girecektir.

 

Bu çalışmamızda ise itirazın gerekçesi, iptale konu edilen kanun maddelerinin incelemesi ile birlikte esasen bu maddelerde belirtilen kısıtlılık halinin Anayasaya aykırılık teşkil eden noktalarına değineceğiz.

İtirazın Gerekçesi

Başvuru kararında özetle, itiraz konusu kuralla bir yıl ve üzeri hapis cezasıyla cezalandırılan kişilerin başka bir şarta tabi olmaksızın ve gerçekte bir yardıma ihtiyaçları olmadığı durumlarda da kısıtlandıkları, yine hapis halinin sona ermesiyle kısıtlılık durumunun kendiliğinden kalkacağı ancak hapis halinin sona ermesinden kastın ne olduğunun belirsiz olduğu, kuralla kısıtlanan hükümlülerin mülkiyet haklarının etkilendiği, akıl sağlığı yerinde olmalarına rağmen hukuki işlemlerinin uzun sürdüğü belirtilerek kuralın Anayasa 35., 48. ve 49. Maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

 

İptale Konu Kanun Maddelerinin İncelenmesi

4721 sayılı kanunda vesayeti gerektiren kısıtlama nedenleri arasında sayılan özgürlüğü bağlayıcı ceza hali yukarıda da bahsettiğimiz üzere 407. Maddede düzenlenmiştir. Anılan madde gereği ergin olmak kaydıyla 1 yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkum olan kişiler mutlak suretle vesayet altına alınacaklardır. Yani mahkemece verilen cezanın niteliğine bakılmaksızın salt cezanın süresi dikkate alınarak kısıtlılık haline karar verilmektedir. Buna göre ceza yargılaması sonucunda verilen mahkumiyet kararının kesinleşmesiyle hükümlünün cezasını çekmeye başladığı andan itibaren derhal kendisine vasi atanması gerekmektedir. Hükümlünün bu aşamada yapacağı işlemler yetkili makam eliyle kısıtlanmış olup hapis halinin sona ermesiyle de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Nitekim bu aşamada hükümlü  artık sınırlı ehliyetli olarak değerlendirilecektir. Bu da demek oluyor ki artık vesayet altına alınan sınırlı ehliyetli  medeni kanunda belirtilen, kişiye sıkı sıkıya bağlı bir takım kişisel haklar dışındaki hakları artık yetkili makamın onayı olmadan kullanamayacaktır. Bunlara örnek vermemiz gerekirse vesayet altındaki hükümlü nişanın bozulması, evliliğin iptali gibi hakları tek başına kullanabilecektir. Ancak kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olduğu halde, nişanlanmak, evlenmek, evlat edinmek, boşanmak gibi hakları ise ancak yetkili makamın onayı veya bizzat katılımı dahilinde kullanabilecektir. Ve hatta vesayet altına alınan hükümlü kendisine borç yükleyecek işlemleri ise vesayet makamı ile denetim makamının izni olmadan yapamayacaktır. Bununla beraber kefalet, vakıf kurmak, önemli bağışta bulunmak gibi bir takım işlemler ise yetkili makamın onayı olsa dahi yasak olup hiçbir şekilde yapılamayacaktır.

Anayasa Mahkemesinin  İptal Gerekçeleri

Anayasa Mahkemesi itiraza ilişkin olarak Anayasanın 13. 20 ve  35. Maddeleri yönünden bir incelemeye yer vermiştir. Mahkemece, Anayasanın 20. maddesi özelinde yaptığı incelemede, “özel hayata saygı” ve “kişisel özerklik” başlıkları değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Anılan maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı bir yönüyle özel hayatın gizliliğinin korunmasını diğer yönüyle resmi makamların özel hayata müdahale edememesi yani kişinin ferdi hayatını dilediği gibi düzenleyip yaşayabilmesi hakkını güvence altına almaktadır. Burada korunan hukuki değer esasen kişisel özgürlüktür. Söz konusu maddenin 2. Fıkrasında anılan hakka çeşitli sebeplere bağlı kalınarak sınırlamalar getirilebileceği belirtilerek mutlak bir hak olmadığından bahsedilmiştir. Sınırlama sebepleri olarak ise milli güvenlik, kamu düzeninin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi sebepleri sayılarak böylece bunlara dayalı olarak söz konusu hakkın sınırlanabilmesine izin verilmiştir. Kararda ayrıca Anayasa’nın 35. Maddesi çerçevesinde mülkiyet hakkının kişiye sahip olduğu şeyler hakkında dilediğini yapma imkanı verdiğini, dolayısıyla kullanma, yararlanma ve tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlandırılmasının mülkiyet hakkına açıkça müdahale teşkil edeceğinden bahsedilerek mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceğine değinilmiştir. Buraya kadar anayasa mahkemesi yaptığı değerlendirmede anayasal anlamda kısıtlamanın meşru bir amacının bulunduğuna kanaat getirmiştir. Ancak Anayasanın 13. Maddesi bağlamında da bir değerlendirmeye yer vermiştir. Buna göre; sınırlamamanın ölçülü olması gerektiği, hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkum olan kişilerin ayırt etme gücüne sahip ve herhangi bir vasi atanmaksızın kendi işlemlerini yürütebilecek durumda olacaklarının açık olduğu dolayısıyla hükümlünün kendi işlemlerini görebilecek durumda olup olmadığı noktasında değerlendirilme yapılmaksızın kendisine vasi atanmasının özel hayatın korunması ve mülkiyet hakkına önemli ölçüde sınırlama getirecektir. Dolayısıyla ulaşılmak istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmadığı, diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olduğunu belirterek ilgili maddenin iptaline karar vermiştir.

Anayasa Mahkemesince verilen bu kararı değerlendirmemiz gerekirse kararın isabetli olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim iptale konu kanun maddesi uygulamada birçok hükümlünün özel hayatına katı bir biçimde müdahale ederken mülkiyet hakkını da zedelemekteydi. Burada dikkat edilmesi gereken husus aslında kanunun vesayet kararı verecek hakime takdir hakkı tanınmamasındadır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesince bu hususa değinilerek hakimden bir araştırma yapmasını ve buna göre bir karara varması gerektiğine kanaat getirilmesi isabetli olmuştur. Ancak yapılacak yeni düzenleme ile bu araştırmanın niteliklerinin de neler olabileceği noktalarına değinilmesi bu hususta hükümlünün de beyanlarına yer verilmesi, yani bu araştırmanın belli başlı kriterlerinin olması gerekmektedir. Bu sebeple AYM tarafından iptal edilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun 407. Maddesinin yeniden düzenlenmesi halinde hukuka aykırılığın giderilmesi ile birlikte  hukuki boşluğa da mahal vermemesi gerekmektedir. Aksi halde bu defa hakimin takdir yetkisini kullanırken yetkisini aştığı veya keyfiyetle hareket etmesi durumları söz konusu olabilecektir.  

Av. Zeynep PAŞAHAN