Enflasyon denilince akla ilk gelen şey günlük hayatta çokça kullandığımız mal ve hizmetlerin fiyatlarının artmasıdır. Ancak mal ve hizmetlerin fiyatları zaman içinde artabilir veya azalabilir. Enflasyon sadece belli bir malın veya hizmetin fiyatının tek başına artması değil, fiyatların genel düzeyinin sürekli bir artış göstermesidir. Fiyatların genel düzeyde artış göstermesi enflasyon oranlarının artmasına sebep olmaktadır. Bu artışın kaçınılmaz bir sonucu ise para alacakları yönünden ortaya çıkmaktadır. Enflasyon oranlarının yüksek olduğu ülkelerde para alacakları enflasyon karşısında süreli olarak değer kaybeder. Günümüz Türkiye’sinde artan enflasyon oranları karşında temerrüt faiz oranları para alacaklılarının haklarını korumaya yetmemektedir. Bu yazımızda enflasyon karşısında değer kaybeden para alacakları için ne tür hukuki yollara başvurulabileceği emsal Anayasa Mahkemesi Kararı ışığında anlatılacaktır.
Anayasa Mahkemesi 21.12.2017 tarihli ve R.G. Tarih ve Sayı: 25.1.2018-30312 kararını inceleyerek borcun temerrüdü kavramını, munzam zarar kavramını ve Türk Yargı Sisteminin bu kavramlara yaklaşımını derleyerek anlatacağız. Bahsi geçen başvuru, mahkemece hükmedilen alacağın değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Uyuşmazlığın arka planını Başvurucu Şirket ile Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü arasında 9.5.1977 tarihinde “Karacaören Barajı ve Hidroelektrik Santral (HES) Tesisleri” inşaatı için imzalanan inşaat sözleşmesi oluşturmaktadır. Bu sözleşme kapsamında başvurucu şirket sözleşmeye konu barajın inşaat yapımına başlamıştır. İnşaatın devamı sırasında ek bir sözleşme daha akdedilmiş ancak başvurucunun talebi ve idarenin de uygun görmesi üzerine inşaat işi tasfiye edilerek sonlandırılmıştır. İşin sonlandırılması üzerine idare tarafından yapılan işlerin masrafları için kesin hesap çıkarılmış, başvurucu Şirket ise 24.10.1989 tarihinde bu kesin hesaba itiraz etmiştir. Başvurucu, tasfiye ile sonuçlanan inşaat yapım işi çerçevesinde yapılan işlerinin hak edişi olarak 500 TL (Eski TL ile 500.000.000 TL olup bundan böyle tutarlar yalnızca yeni TL ile gösterilecektir) tutarındaki alacağın tahsili istemiyle 10.10.1990 tarihinde Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucuya Mahkeme ilamı doğrultusunda 23.9.2002 tarihinde 62.968,69 TL asıl alacak ve 348.027,70 TL faiz olmak üzere toplam 410.996,39 TL tutarında ödeme yapılmıştır. Başvurucu 04.12.2002 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, açmış olduğu alacak davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca, uzayan hukuki süreç sonunda sözleşmedeki tutarın ödenmesinin geciktiğini ve bu tutarın düşük bir faiz oranıyla ödenmesi nedeniyle mali yönden kayba uğradığını belirterek mülkiyet hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. AİHM, 06.10.2009 tarihinde ise başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Başvuruya konu munzam zararın tazmini nedeniyle başvurucu tarafından iki ayrı dava açılmış ve birleştirilen dava neticesinde toplam 1.010.000,00 TL tutarında tazminat isteminde bulunmuştur. Yapılan bilirkişi incelemeleri sonucunda başvurucunun ortalama munzam zararının 16.917.638,00 TL olduğuna kanaat getirilmiştir ancak akabinde yerel mahkemelerce tekrar reddine karar verilmiş ve başvurucu 20.02.2014’te söz konusu başvuruyu yapmıştır. Tüm bu durumlar neticesinde Anayasa Mahkemesinin verdiği karar ile başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine, vekalet ve yargılama giderlerinin başvurucuya ödenmesine, başvurucu tarafından talep edilen maddi tazminatın ödenmesine ilişkin yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesine hükmedilmiştir.
Öncelikle munzam zararın hukuki tanımı ve kapsamı üzerinde durulmasında yarar vardır. Munzam zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının malvarlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır. Bu bağlamda munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır. 20.10.1898 tarih ve K: 3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda durum izahatı şu şekilde yapılmıştır: ‘‘Para, her zaman kullanılması mümkün ve temettü getiren bir meta olduğundan geç ödenmesi halinde zararın vücudu muhakkaktır.’’Ekonomilerde bir değişim vasıtası olan para; çeşitli ticari, sınai, zirai vs. faaliyetlerde kullanılmakla sahibine kazanç, kira, nema gibi yararlar sağlayan ekonomik bir değerdir. Paranın sahibi dışındaki kişi ve kuruluşlarca kullanılması, sahibinin bu ekonomik değerden mahrum bırakılması sonucunu doğurması yanında enflasyon etkisinde olan ekonomilerde değerini yani alım gücünü enflasyon oranına bağlı olarak yitirmesine neden olur.
Başvuruya konu olay çerçevesinde değerlendirdiğimizde; borçlunun temerrüde düştüğü tarihten ödemenin yapıldığı güne kadar geçen süre içerisinde, her yıl itibari ile gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, bu oranın eşya fiyatlarına yansıma durumu, mevduat ve devlet tahvillerine verilen faiz oranları, TL karşısında döviz kurlarına ilişkin değişiklik tabloları, bu alanda uzman bilirkişi görüşünden de yararlanılarak değinilen zaman dilimi içerisindeki para değerinin düşmesi, alım gücünün azalması nedeniyle alacaklının uğradığı zararın açıklanan ölçütlere göre hesaplanacak unsurlar toplanıp ortalamaları bulunduktan sonra ortaya çıkacak rakam bağlamında munzam zararının hüküm altına alınması gerekmektedir ki başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağandışı bir külfet yüklendiği kanaatine varılmıştır. Bu tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamunun yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu Anayasa Mahkemesince değerlendirilmiştir.
AİHM, istikrarlı olarak kamu makamlarınca yapılacak ödemelerin gecikmesini faiz ödemeleriyle ilişkilendirmektedir. Mülkiyet hakkı kapsamında faiz ödemesini, esasen devletin borçlu olduğu tutar ile alacaklı tarafından nihai olarak alınan tutar arasındaki enflasyon nedeniyle oluşan değer kayıplarını gidermek yükümlülüğüyle bağdaştırmaktadır. Enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru, mevduat faizi, Hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranlarının sabit yasal ve temerrüt faiz oranlarının çok üstünde gerçekleşmesi; borçlunun yararlanması, alacaklının ise zarara uğraması sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle borçlu borcunu süresinde ödememekte, yargı yoluna başvurulduğunda da yargı süresini uzatma gayreti göstermekte; böylece yargı mercilerindeki dava ve takipler çoğalmakta, yargıya güven azalmakta, kendiliğinden hak almak düşüncesi yaygınlaşarak kamu düzeni bozulmakta, kişi ve toplum güvenliği sarsılmaktadır.(AYM, E.1997/34, K.1998/79, 15/12/1998) Anayasa Mahkemesi de kanun koyucunun bir hak olarak öngördüğü veya kamu borcu hâline gelmiş ödemelerin geç yapılması nedeniyle mağdur olunduğu iddiasıyla yapılan başvurularda, alacakta veya hakka konu bedelde meydana gelen değer aşınmalarının başvurucular üzerinde orantısız bir yük oluşturması hâlinde mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir.
Açıklanan durumlar baz alındığında anlaşılacaktır ki meşru bir beklenti ile doğmuş para alacağının değerinin korunması için bazı tedbirler alınmıştır. Para borcunun temerrüdü durumunda, alacağın değeri temerrüt faizi ile korunmaya çalışılmıştır ancak bazı durumlarda temerrüt faizi, piyasa etkenleri sebebi ile paranın değer kaybını korumaya yetmemektedir. Yazımızda yer alan Anayasa Mahkemesi kararında da detaylıca açıklandığı üzere meşru kanallarla doğmuş ve vadesi gelmiş alacaklar mülk olarak kabul edilmektedir. Anayasanın 5. ve 35. maddelerinin gereği olarak devletin, mülkiyet hakkına müdahale etmeme ve pozitif yükümlülüklerini yerine getirme zorunluluğu bulunmaktadır. Anayasa mahkemesi tarafından mülk kabul edilen bir hakkın ihlali, alacaklıya aradaki değer kaybının tazminat olarak ödenmesi gerektiği sonucuna bizleri ulaştırmaktadır. Bir sonraki yazımızda munzam zararın tespitine ilişkin davaları ve ek tazminat davalarının açılış hususunu inceleyeceğiz.
Av. Sultan Aslı EK- Stj. Av. Elvan ÖNAL