Hukuk & Danışmanlık Hizmetleri
Yerel ve uluslararası alanda bilgili ve
tecrübeli ekibimizle hizmet sunmaktayız.

Hukuki Yazılar

Ana sayfa Hukuki Yazılar

TAM YARGI DAVASINDA MANEVİ ZARARIN ISLAHI

Giriş

İdari Yargı kamu idarelerinin yapmış olduğu işlem ve eylemlerin hukuka uygun olup olmadığının denetimini gerçekleştiren mahkemelerden oluşmaktadır.

Islah müessesesi ise 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda düzenlenmiştir. Islah, davanın taraflarının yaptığı usul işleminin kısmen veya tamamen değiştirilmesidir. İlgili Kanun’un 176. Maddesi “Taraflardan her biri yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir” şeklinde düzenlenmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere ıslah tek taraflı irade beyanıyla yapılabilmektedir.” şeklindedir. Nitekim ıslah yoluyla karşı tarafın veya mahkemenin muvafakati aranmaksızın ıslah eden taraf yapmış olduğu usul işlemlerini değiştirebilecektir. 6100 sayılı HMK’de ıslahın tahkikatın sonuna kadar her aşamada yapılabileceği belirtilmiştir.

Hukuk yargılamasında ıslah önceden beri var olmakla birlikte manevi zarar için ıslah kabul edilmemektedir. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi E:12722 K:2308 T: 28/02/2019 kararında “Dava trafik kazasından kaynaklanan cismani zarar nedeni ile maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Öğretide ve Yargıtay Kararlarında manevi tazminat davasının kısmi dava olarak açılamayacağı, ıslah yoluyla da talebin artırılamayacağı benimsenmektedir. Manevi tazminat bir bütündür. Duyulan acı ve üzüntünün karşılığı dava yolu ile belirlenip karşı tarafa bildirildikten sonra arttırılması veya yeni bir dava açılarak istenmesi mümkün değildir.” denilmek suretiyle manevi zararın ıslah edilemeyeceği hususu açıklanmıştır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin E:2012/1678, K:2012/21498 ve T:17.9.2012 kararında ise bu durum “Manevi tazminat isteği niteliği itibarıyla tektir ve bölünemez, fazlaya ilişkin talep saklı tutulmak suretiyle bölümler halinde de istenemez. Sonradan gelişen bir olgunun varlığı iddia edilip kanıtlanmadığı sürece başlangıçta talep edilen manevi tazminat miktarı ıslahla da olsa artırılamaz.” şeklinde ifade edilmiştir.

Bu yazımızda öncelikle genel olarak ıslah müessesesini sonrasında manevi zararın ıslahını son olarak da dava dilekçesinde manevi zarar talep edilmememmişse ıslah yolu ile talep edilip edilemeyeceğini inceleyeceğiz.

1.İdari Yargıda Islah

Islah iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağının istisnası niteliğindedir. Kanunda açıkça bir hüküm bulunmadıkça ıslah yapılması mümkün değildir. 2013 yılında İdari Yargılama Usul Kanunda düzenleme yapılana kadar ıslahla ilgili açık bir düzenleme bulunmamaktaydı.

İdari Yargılama Usul Kanunun 31. Maddesinde bazı durumlarda HUMK hükümlerine atıfta bulunulmuştur. Fakat ıslah söz konusu hükümler arasında yer almadığından kanun değişikliği öncesinde ıslah mümkün olmamıştır. Bunun sonucunda önemli hak kayıpları meydana gelmiştir.

Hadin Okçu’nun yaptığı başvuruda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu durumun adil yargılanama, mülkiyet hakkı ve etkin başvuru hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir. Başvurucu 1980 yılında bekçilik görevini yerine getirirken yaralanmış ve kısmı felç olmuştur. Başvurucu 1991 yılında idareye maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuş ve talebin idare tarafında reddi sonrası idari yargıda tam yargı davası açmıştır. Karar defalarca bozulma sonrası ancak 2007 yılında kesinleşmiştir. İdari yargıda ıslah mümkün olmadığından dava açılmasından sonra geçen 16 yılda davacının talep ettiği maddi ve manevi tazminat enflasyon karşısında erimiştir. İdari yargıda hükmedilen yasal faiz ise bu zararı karşılamaktan çok uzaktır. Bu gerekçe ile başvurucu AİHM’de dava açmıştır.

AİHM, Yukarıdaki bilgileri göz önüne alan AİHM, tazminat tutarının davanın açıldığı tarihteki değeri ile talep edilebileceği tarihteki değeri arasındaki büyük farkın yargılamanın yavaş islemesinden ve gecikme faizlerinin yetersizliğinden kaynaklandığı kanaatine varmaktadır. AİHM, iç hukukta bu ihtilaflı durumun üstesinden gelebilecek etkili bir itiraz yolunun yokluğu ile ikiye katlanan bu tutarsızlığın başvuranı aşırı bir yük altına soktuğuna ve kamu yararı gereksinimleri ile başvuranın temel haklarının korunma zorunlulukları arasında olması gereken adil dengeyi bozduğuna hükmetmektedir. (Okçu/Türkiye, Başvuru no: 39515/03, 21.7.2009,p.60) şeklinde karar vermiştir.

Okçu/Türkiye kararı sonrasında yapılan kanun değişikliği ile ıslah müessesi idari yargıda da kabul edilmiştir. İdari Yargılama Usulü Kanununun 16. maddesinin 4. Fıkrasında düzenlenmiştir. İlgili maddede; “Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” denilmektedir. Buna göre idari yargıda ıslah yapılabilmesi için öncelikle dava ıslaha uygun bir dava olmalıdır. İdari dava türlerinden biri olan iptal davasında ıslah yolu kullanılamamaktadır. İdari Yargıda ıslah yolunun uygulanabilmesi için bir diğer şart söz konusu tam yargı davasında ancak davacı tarafından ıslah isteminde bulunulabileceği şartıdır. İdari Yargılama usulünde davalı ıslah isteminde bulunamaz. Bu bakımdan İdari Yargıda ıslah yolu, hukuk yargılamasındaki ıslah yolundan farklılık teşkil etmektedir.

Islah, İdari Yargılama Usulü Kanununun 16. Maddesinde yapılan 11.04.2013 tarihli değişiklik ile idari yargılamada tam yargı davalarına mahsus olmak üzere uygulanmaya başlamıştır. İlgili düzenlemeden önce idari yargıda ıslah müessesi olmadığından fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması veya dava konusunun arttırılması mümkün olmamaktaydı. Bu bakımdan gerçek zararın dava devam ederken tespit edilebileceği davalarda ciddi hak kayıpları meydana gelmekteydi. Ancak getirilen ıslah düzenlemesi ile bu durumun önüne geçilmiştir. Süre bakımından ıslah zamanı ise görülen davada nihai karar verilinceye kadardır. Yani idari yargıda davacı dava sonuçlanıp nihai karar verilinceye kadar ıslah yoluna başvurabilecektir.

2.İdarı Yargıda Manevi Zararın Islahı

2013 yılına kadar idari yargıda davacı dava dilekçesinde talep ettiği tazminat miktarı ile bağlı iken 11.04.2013 tarihindeki mevzuat değişikliği ile maddi ya da manevi ayrımı yapılmaksızın tazminat miktarı ıslah edilebilmektedir. HMK’da açıkça belirtildiği üzere hukuk davalarında manevi tazminat talebi dava açıldıktan sonra artırılamamaktadır. Bu bakımdan idari yargıda ıslah hususu farklılar göstermektedir.

İdari yargıda ıslah müessesesi, meydana gelen zararın gerçek miktarının dava görülürken belirlenmesi durumunda maddi tazminat için uygulanabileceği gibi, zararı doğuran olayın muhteviyatında tespit edilen yeni bulgular ışığında kişilerin manevi yönden daha fazla etkilendiği sonucuna ulaşıldığı takdirde manevi tazminat için de uygulanabilmektedir. Bu durum istisnai bir durum olmakla beraber ancak ve ancak manevi zararın sonradan gerçekten artmış olduğunun tespiti halinde uygulanabilecektir.

T.C. Danıştay 15. Daire E. 2013/3669 K. 2014/760 T. 17.2.2014

“…2577 sayılı Yasa’da yer almamasına karşılık, Danıştay içtihatları ile istemle bağlı olma kuralı uygulanarak, tam yargı davalarında dilekçede gösterilen uyuşmazlık konusu miktarın artırılamayacağı kabul edilmiştir. Tam yargı davalarında istemle bağlı olma kuralına ilişkin Danıştay’ın bu içtihatının, hak arama özgürlüğünün kullanımına ve adil yargılama hakkına engel oluşturduğu ileri sürülerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulmuş ve adı geçen Mahkemece ülkemiz aleyhine ihlal kararları verilmiştir.

Tam yargı davalarında istemle bağlı olma kuralının sebep olduğu hak kayıplarının giderilmesi amacıyla 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesinin 4. fıkrasına, 30.4.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanunun 4. maddesi ile ”Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir” cümlesi, aynı Kanun’un 5. maddesi ile de 2577 sayılı Kanun’a Geçici 7. madde olarak ”Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır. ”

Nitekim, 6459 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ( Tasarının 3. maddesi ) gerekçesinde, ”AİHM, devletin sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında, davacıların yargılamanın yavaş işlemesinden doğan zararlarını ortadan kaldıracak yeterli bir çözüm bulunmadığı yönünde ülkemiz aleyhinde ihlal kararları vermektedir. Düzenlemeyle, idarî yargıda açılan tam yargı davalarında talep edilen tazminatın daha yüksek olduğunun dava devam ederken anlaşılması durumunda, davacıya talep edilen miktarı arttırma hakkı verilmemesinin adil yargılama hakkının ihlali olarak kabul edilmesi sebebiyle, nihai karar verilinceye kadar ıslah suretiyle talep edilen tazminat miktarını arttırma hakkı tanınmaktadır.” ifadesine yer verilmiştir.

İdare Mahkemesi’nce, davacıların E:2006/1474 sayılı dosyalarındaki idari başvuru dilekçesi, dava dilekçesi, cevaba cevap dilekçesi ve 25.12.2009 tarihli ara karara verdikleri cevap incelendiğinde davacıların sözkonusu davayı açtıkları esnada çocuklarında kalıcı sakatlık meydana geldiğini bildikleri, buna göre tazminat isteminde bulunduklarının anlaşıldığı, buna göre 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde düzenlenen süreler geçirildikten sonra 10.06.2011 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, davacılar tarafından bilirkişi tarafından hesaplanan ancak Malatya İdare Mahkemesi’nin 13/05/2011 tarih ve E:2006/1474; K:2011/1204 sayılı kararı ile istemle bağlı kalınarak hükmedilmeyen 286.950,50-TL maddi tazminatın ödenmesine karar verilmesinin istenildiği, bu yönüyle ikinci başvurunun reddi üzerine 10.06.2011 tarihinde açılan davanın 09.02.005 tarihinde açılan davanın devamı niteliğinde olduğu, yukarıda belirtildiği üzere ıslah talebi olarak değerlendirilerek ve ıslaha ilişkin hükümler uygulanarak bir karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır…”

Danıştay 10. Dairesi E: 2009/9938E., K: 2014/1117sayılı ve T: 25.02.2014 tarihli kararında;

“2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda, 6459 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktarın, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin artırılmasına olanak tanınmıştır. Görüldüğü üzere, Yasanın “tam yargı davalarında, dava dilekçesinde belirtilen miktarın artırılabileceği” ifadesine yer verdiği; tazminat tutarının maddi veya manevi zararların karşılanmasına yönelik olup olmamasına ilişkin olarak bir ayrımdan söz etmediği anlaşılmaktadır. Bu itibarla, söz konusu artırım olanağının maddi tazminat tutarının yanında manevi tazminat tutarı içinde uygulanabileceği sonucuna varılmaktadır. Bir başka ifade ile davacıların artırılan miktara isabet eden harcı ödemek suretiyle kararı veren Mahkemeye verecekleri dilekçe ile bir defaya mahsus olmak üzere dava dilekçesinde gösterilen maddi ve manevi tazminat miktarını artırmaları mümkündür.” denilmektedir.

Danıştay 10. Dairesi E: 2019/10269, K: 2021/530 ve T:16.02.2021 kararı da benzer yöndedir.

Yukarda alıntıladığımız kararlardan görüleceği üzere Danıştay manevi tazminatın ıslahı konusunda Yargıtay’dan farklı düşünmektedir.

  1. Manevi Tazminatın Islahı

Tam yargı davasında manevi tazminatın ıslah edilebileceği hususu açıklanmıştır. Fakat davacı tarafın tam yargı davasında, dava dilekçesinde manevi tazminatı talep etmemiş ise sonradan ıslah yolu ile manevi tazminat talep edip edilemeyeceği ayrıca incelenmesi gereken bir konudur.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E. 2014/1193, K. 2016/800 ve T. 15.6.2016 sayılı kararında bu durumuhaksız fiil nedenine dayalı tazminat istemli davada, davanın konusunu sadece maddi tazminat oluşturmaktadır. Dava konusu edilmeyen manevi tazminat talebi ayrı bir müddeabihtir. Bu nedenle de ıslahın konusu olamayacakları; eş söyleyişle eldeki davada başlangıçta dava edilmeyip, ıslahla davaya katılmak istenen manevi tazminat ayrı bir müddeabih olmakla, ayrı bir davanın konusunu teşkil edecekleri, kanaatına oyçokluğu ile varılmıştır. Nitekim benzer ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 29.06.2011gün ve 2011/1-364-453 E. / K. sayılı kararında da kabul edilmiştir.” şeklinde ifade etmiştir.

İdari Yargılama Usulü Kanununun 16. maddesinin 4. Fıkrasındaki düzenlemede ise; “Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” denilmektedir.

Görüleceği üzere kanun maddesinde sadece talep miktarının arttırılabileceği açıkça belirtilmiştir. Bu sebeple idari yargıda dava dilekçesi ile talep edilmeyen manevi tazminatın ıslah yolu ile talep edilmesi mümkün değildir.

Sonuç

Danıştay idare hukukunda manevi tazminat talebi ile ilgili verdiği hükümlerde, manevi tazminatın maddi anlamda meydana gelen bir zararın telafisi olmadığını, kişinin başına gelen olay sebebi ile ruhen yaşadığı olumsuzlukların telafi edilmesi için hükmedilen bir bedel olduğunu belirtmektedir. Nitekim yaşanan olay nedeniyle kişinin uğradığı manevi zarar miktarının net rakamlarla belirlenmesi her zaman mümkün olamamaktadır. Hal böyle olunca dava süreci devam ederken kişinin uğradığı zararın dava dilekçesinde belirttiği miktardan fazla olacağı durumlarda manevi zararın ıslahı kabul edilmektedir. Fakat dava dilekçesinde belirtilmeyen manevi zararların ıslah yolu ile talep edilmesi mümkün değildir.

Av. Hale DEMİR

KİRA GELİRLERİ İÇİN VERGİ BEYANI

Kira gelirlerinin vergilendirilmesi hususu 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 70. maddesinde düzenlenmiştir. İlgili düzenlemeye göre, mal ve hakların kiraya verilmesi sonucunda elde edilen gelirlerin, “gayrimenkul sermaye iradı (GMSİ)” olarak adlandırılmakta ve bu gelirlerin belirli koşullar altında gelir vergisine tabi olduğunu belirtmektedir.

 Gelir Vergisi Kanunu’nun 70. maddesinde;

 

Aşağıda yazılı mal ve hakların sahipleri, mutasarrıfları, zilyetleri, irtifak ve intifa hakkı sahipleri veya kiracıları tarafından kiraya verilmesinden elde edilen iratlar gayrimenkul sermaye iradıdır: 

  1. Arazi, bina (Döşeli olarak kiraya verilenlerde döşeme için alınan kira bedelleri dahildir), maden suları, menba suları, madenler, taş ocakları, kum ve çakıl istihsal yerleri, tuğla ve kiremit harmanları, tuzlalar ve bunların mütemmim cüzileri ve teferruatı; 
  1. Voli mahalleri ve dalyanlar; 
  1. Gayrimenkullerin, ayrı olarak kiraya verilen mütemmim cüzileri ve teferruatı ile bilumum tesisatı demirbaş eşyası ve döşemeleri; 
  1. Gayrimenkul olarak tescil edilen haklar; 
  1. (3239 sayılı Kanunun 55’inci maddesiyle değişen bent) Arama, işletme ve imtiyaz hakları ve ruhsatları, ihtira beratı (İhtira beratının mucitleri veya kanunî mirasçıları tarafından kiralanmasından doğan kazançlar, serbest meslek kazancıdır.), alameti farika, marka, ticaret unvanı, her türlü teknik resim, desen, model, plan ile sinema ve televizyon filmleri, ses ve görüntü bantları, sanayi ve ticaret ve bilim alanlarında elde edilmiş bir tecrübeye ait bilgilerle gizli bir formül veya bir imalat usulü üzerindeki kullanma hakkı veya kullanma imtiyazı gibi haklar (Bu hakların kullanılması için gerekli malzeme ve teçhizat bedelleri de gayrimenkul sermaye iradı sayılır.); 
  1. (202 sayılı Kanunun 35’inci maddesiyle değişen bent) Telif hakları (bu hakların, müellifleri veya bunların kanuni mirasçıları tarafından kiralanmasından doğan kazançlar, serbest meslek kazancıdır); 
  1. (202 sayılı Kanunun 35’inci maddesiyle değişen bent) Gemi ve gemi payları (Motorlu olup olmadıklarına ve tonilatolarına bakılmaz) ile bilumum motorlu tahmil ve tahliye vasıtaları; 
  1. (3239 sayılı Kanunun 55’inci maddesiyle değişen bent) Motorlu nakil ve cer vasıtaları, her türlü motorlu araç, makine ve tesisat ile bunların eklentileri. düzenlemesi yer almaktadır.

Bu hüküm ve kira geliriyle ilgili olarak Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yayınlanan Tebliğ hükümleri göre;

 

SADECE MESKEN KİRA GELİRİ ELDE EDENLER

 

-2023 yılı içerisinde tahsil etmiş olduğu toplam mesken kira geliri 21.000-TL’ nin üzerinde olanlar gelir vergisi beyannamesi vermek zorundadırlar. Burada kira bedelinin tahsil edilerek kiralayanın uhdesine geçmesi gerekmekte olup tahsil edilmeyen kira bedelleri beyan edilmeyecektir.

 

-Birden fazla yıla ilişkin kira bedellerinin 2023 yılında tahsil edilmesi halinde; tahsil edilen kira bedelleri ileriye dönük kira yıllarının peşin ödemesi ise sadece 2023 yılına ilişkin olanı beyan edilecektir. Ancak tahsil edilen kira bedelleri 2023 ve önceki yıllara ait ise kira gelirinin  tamamının 2023 yılında elde edilerek beyan edilecektir.  

 

-2023 yılı için 21.000-TL istisna uygulanacaktır. Bu istisnadan sadece mesken kira geliri elde edenler faydalanabilecektir.

 

-Bu istisna sadece tek mesken için uygulanacak olup birden fazla mesken kirası elde edenler için istisna kira gelirleri toplamına bir defa uygulanacaktır.

 

-Bir konuta birden fazla kişinin ortak olması halinde ise bu konuttan elde edilen kira geliri için her bir ortak söz konusu istisnadan ayrı ayrı yararlanabilir.

 

-Sadece mesken kira geliri elde etse bile ticari, zirai veya mesleki kazancından dolayı vergi mükellefiyeti bulunanlar istisnadan faydalanamayacaklardır.

 

-Mesken kirası elde edenler götürü veya gerçek gider yöntemini seçebilirler. Fakat götürü gider yöntemini seçen mükellefler 2 yıl geçmedikçe gerçek gider yöntemine geçemezler.

 

-Götürü gider yöntemini seçenlerin mesken kira gelirinden 21.000-TL istisna düşüldükten sonra %15 oranında indirim uygulanır.

 

-Gerçek gider yöntemini seçenler sahibi bulunduğu konutu kiraya verip, kendisi de kirada oturuyorsa 2023 yılı içinde ödediği kira tutarını gider olarak yazabileceklerdir.

 

-Gerçek gider yöntemini seçenler kiraya verdikleri mesken için yapılan borç ödemelerinin sadece faiz kısmını gider olarak yazabilirler.

 

-Gerçek gider yöntemini seçenler sadece mesken olarak kiraya verilen gayrimenkulleri için elde ediliş tarihinden itibaren 5 yıl boyunca iktisap bedelinin %5’i tutarında gider olarak gösterebilirler.

 

-Gerçek gider yöntemini seçen mükellefler yaptıkları giderlerle ilgili belgeleri 5 yıl boyunca saklamak ve istendiğinde ibraz etmek zorundadırlar.

 

-Mükellefler 01/01/2023-31/12/2023 dönemine ait beyana tabi kira gelirini 2024 yılı mart ayının başından son günü akşamına kadar beyan etmek zorundadırlar.

 

-Mesken kirası elde edip beyan vermeyen veya eksik beyan edenler 21.000-TL tutarlı istisnadan yararlanamazlar.

 

-2023 yılı içerisinde 21.000-TL üzeri mesken kira geliri yanında, beyanı gerekip gerekmediğine bakılmaksızın ayrı ayrı veya birlikte elde edilen ücret, menkul sermaye iradı, gayrimenkul sermaye iradı ile diğer kazanç ve iratların gayri safi tutarları toplamının 550.000-TL’yi geçmesi halinde 21.000-TL’lik mesken istisnasından yararlanılamaz.

 

SADECE İŞYERİ KİRA GELİRİ ELDE EDENLER

 -2023 yılı içerisinde tahsil etmiş olduğu toplam işyeri kira geliri 150.000-TL üzeri olanlar beyanname vermek zorundadırlar.

 

-Sadece işyeri kirası elde etse bile ticari, zirai veya mesleki kazancından dolayı mükellefiyeti bulunanlar bu sistemden yararlanamazlar.

 

-Bir işyerine birden fazla kişinin ortak olması halinde ise bu işyerinden elde edilen kira gelirden her bir ortağın hissesine düşen kira gelirinin 150.000-TL tutarı aşması halinde ayrı ayrı beyanname vermek zorundadırlar.

 

-İşyeri kirası elde edenler götürü veya gerçek gider yöntemini seçebilirler fakat götürü gider yöntemini seçen mükellefler 2 yıl geçmedikçe gerçek gider yöntemine geçemezler.

 

-Götürü gider yöntemini seçenlerin işyeri kira gelirinden %15 oranında indirim uygulanır.

 

-Kiraya verilen gayrimenkul elde ediliş tarihinden itibaren 5 yıl boyunca iktisap bedelinin %5’i tutarında indirim sadece mesken olarak kiraya verilen gayrimenkul için geçerli olup işyeri olarak kiraya verilen gayrimenkuller bu indirimden yararlanamayacaktır.

 

-Gerçek gider yöntemini seçen mükellefler yaptıkları giderlerle ilgili belgeleri 5 yıl boyunca saklamak ve istendiğinde ibraz etmek zorundadırlar.

 

-Mükellefler 01/01/2023-31/12/2023 dönemine ait beyana tabi kira gelirini 2024 yılı mart ayının başından son günü akşamına kadar beyan etmek zorundadırlar.

 

-İşyerlerini Basit Usul’e tabi mükelleflere kiraya verenlerin 01/01/2023-31/12/2023 tarihleri arasında elde ettikleri kira gelirleri 8.400-TL’yi geçiyorsa GMSİ-Kira Beyannamesi vermeleri gerekmektedir.

 

HEM MESKEN HEM İŞYERİ KİRA GELİRİ ELDE EDENLER

 

-Mesken kira gelirinin 21.000-TL istisna düşüldükten sonraki kalan tutar ile işyeri kira gelirlerinin toplamı 2023 yıl için 150.000 TL’yi aşması halinde mesken ve işyeri için beyanname verilmesi gerekmektedir.

 

-Mesken kira gelirinin 21.000-TL istisna düşüldükten sonraki kalan tutar ile işyeri kira gelirlerinin toplamı 2023 yıl için 150.000-TL’yi aşmaması halinde ise işyeri kira geliri beyan edilmeyip sadece mesken kira geliri beyan edilecektir.

 

-Eğer mesken kira geliri 21.000-TL istisna tutarının altında ise mesken kira geliri toplama dahil edilmeyecektir.

 

-İşyeri kirası elde edenler götürü veya gerçek gider yöntemini seçebilirler fakat götürü gider yöntemini seçen mükellefler 2 yıl geçmedikçe gerçek gider yöntemine geçemezler.

 

-Götürü gider yönteminin seçilmesi halinde 21.000-TL mesken istisna tutarı düşüldükten sonra kalan tutar üzerinden %15 oranında indirim uygulanır.

 

-Kiraya verilen gayrimenkul elde ediliş tarihinden itibaren 5 yıl boyunca iktisap bedelinin %5’i tutarında indirim sadece mesken olarak kiraya verilen gayrimenkul için geçerli olup işyeri olarak kiraya verilen gayrimenkuller bu indirimden yararlanamayacaktır.

 

-Gerçek gider yöntemini seçen mükellefler yaptıkları giderlerle ilgili belgeleri 5 yıl boyunca saklamak ve istendiğinde ibraz etmek zorundadırlar.

 

-Mükellefler 01/01/2023-31/12/2023 dönemine ait beyana tabi kira gelirlerini 2024 yılı mart ayının başından son günü akşamına kadar beyan etmek zorundadırlar.

 

-İşyerlerini Basit Usul’e tabi mükelleflere kiraya verenlerin 01/01/2023-31/12/2023 tarihleri arasında elde ettikleri kira gelirleri 8.400-TL’yi geçiyorsa GMSİ-Kira Beyannamesi vermeleri gerekmektedir.

 

 KİRA GELİR VERGİSİ BEYANNAMESİ NASIL VE NEREYE VERİLECEK

 Vergi hukukunda “Gayrimenkul Sermaye İradı” (GMSİ) olarak adlandırılan kira gelirleri gerçek kişilerce mart ayının son gününe kadar beyan edilerek, bu gelir üzerinden hesaplanan gelir vergisi biri mart diğeri ise temmuz ayı olmak üzere iki eşit taksitte ödenebilmektedir.

 -Kira Gelir Vergisi Beyannamesi kağıt ortamında vergi dairesine verilebilir.

 -Dijital Vergi Dairesi (Hazır Beyan Sistemi) üzerinden, beyana tabi gelirleri sadece gayrimenkul sermaye iradı (kira geliri), menkul sermaye iradı, ücret ile diğer kazanç ve irat gelirlerini ayrı ayrı veya birlikte elde eden mükellefler beyannamelerini verebilirler.

 

-Kira geliri yönünden gelir vergisi mükellefiyeti bulunmayanlar da Dijital Vergi Dairesinden (Hazır Beyan Sistemi) yararlanabilmektedir. Buna göre; vergi dairesinde mükellefiyet kaydı bulunmadığında, Sistem üzerinden hazırlanan kira beyannamesi elektronik ortamda onaylandığı anda, şahıs adına vergi dairesinde mükellefiyet tesisi ve vergi tahakkuku işlemleri otomatik olarak gerçekleştirilmektedir.

 

-Hazır Beyan Sistemine ve detaylı bilgiye Gelir İdaresi Başkanlığının www.gib.govr.tr internet adresinden ulaşılabilir.

 

Hazır Beyan Sistemine;

 

  • Hazır Beyan (www.gib.gov.tr) adresinden (Kullanıcı Kodu ile Giriş, e-Devlet Yöntemi ile Giriş veya Yabancı Kimlik Numarası ile Giriş),
  • Dijital Vergi Dairesinden (Hazır Beyan Sistemi),

giriş yapılabilir.

 

Yurtdışında yaşayan ve Sistem üzerinden beyanname vermek isteyen T.C. vatandaşları, mavi kartlılar ve yabancı kimlik numarası sahibi yabancılar Dış Temsilciliklerinden e-Devlet şifresi alabilirler.

 

Ayrıca, beyanname Hazır Beyan mobil uygulaması aracılığıyla da cep telefonundan da gönderilebilir.

 

KİRA GELİR VERGİSİ NASIL VE NEREYE ÖDENECEKTİR

 

Mükellef, kira gelir vergisi ödemesini;

 

-İkametgahının bağlı olduğu vergi dairesine,

 

-Tahsilat yetkisine sahip banka şubelerine, İnternet bankacılığı ile mobil uygulama üzerinden banka aracılığı ile,

 

-Gelir İdaresi Başkanlığının İnteraktif Vergi Dairesi platformu vasıtası ile mobil bankacılık ile -Vergi N0/TC Kimlik N0 ve bağlı bulunduğu vergi dairesi bilgisi ile  herhangi bir vergi dairesine ödeme yapabilir.

 

KİRA GELİR VERGİSİ BEYANININ ZAMANINDA VERİLMEMESİ VE ÖDENMEMESİ

 

-Kira gelir vergisinin zamanında beyan edilmemesi halinde, Usulsüzlük cezası gerektirir.

 

-Süresinde verilmeyen GMSİ beyannamesi, Pişmanlık hükümlerine göre verilmesi ve pişmanlık hükümleri gereği 15 gün içinde ödenmesi halinde ayrıca vergi zıyaı ceza kesilmez, normal vade tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süre için gecikme faizi alınır. İstisnadan yararlanılır.

 

– Süresinde verilmeyen GMSİ beyannamesi, Pişmanlık hükümlerine göre verilmemesi halinde, tahakkuk eden verginin ½ oranında vergi zıyaı cezası kesilir ve normal vade tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süre için gecikme faizi alınır. İstisnadan yararlanılır.

 

-Vergi dairesi beyanname verilmediğini tespit edip beyanname verilmesi gerektiği mükellefe bildirilmesi üzerine verilen beyannamelerde Pişmanlık hükümleri uygulanmaz.

 

-Zamanında beyan edildiği halde vadesinde ödenmeyen Kira Gelir Vergisi (GMSİ) için, ödemenin yapıldığı tarihe kadar geçen süre için gecikme zammı uygulanır.

 

 KİRA GELİRLERİNİN ELDEN TAHSİL EDİLMESİ

 

-Mesken kira geliri elde edenler, kira tutarı 500-TL’yi aşması halinde kira bedellerini bankadan tahsil etmeleri gerekmektedir. Kira bedeli 500-TL’yi aştığı halde elden tahsil edilen kiralayanlara, her bir kira için 1.900-TL özel usulsüzlük cezası kesilir.

 

-İşyeri kira geliri elde edenler, kira bedeli ne olursa olsun kira gelirlerini her halükarda banka yolu ile tahsil etmek zorundadır. İşyeri kira gelirinin elden tahsil edilmesi hallerinde her bir tahsilat için 1.900,00 TL özel usulsüzlük cezası kesilir.

 

-İşyeri kira ödemesini yapan kiracılar ise, kiralarının elden ödemeleri hallerinde, her bir kira ödemesi için işletme hesabına göre defter tutanlar için 3.700-TL, serbest meslek erbapları ile birinci sınıf defter tutan mükellefler ve sermaye şirketlerine, 7.500-TL Özel Usulsüzlük cezası kesilir.

 

Hüseyin CANPOLAT

Vergi Uzmanı

SEÇME ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI

ANAYASA MAHKEMESİNİN İHLAL KARARININ UYGULANMAMASI NEDENİYLE BİREYSEL BAŞVURU HAKKININ İHLAL EDİLMESİ

(Şerafettin Can Atalay (3) [GK], B. No: 2023/99744, 21/12/2023)

Kamuoyunda Gezi Parkı Davası olarak bilinen ceza davasının sanıklarından olan başvurucu, milletvekili seçilmesi nedeniyle yasama dokunulmazlığına sahip olduğunu belirterek Yargıtaydan durma kararı verilmesini ve tahliye edilmesini talep etmiştir. Başvurucunun bu talebi, işin esası bilahare incelenmek üzere reddedilmiştir. Başvurucunun bireysel başvuruda bulunması üzerine Anayasa Mahkemesi, başvurucunun seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. İhlal kararı kendisine gönderilen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi (ilk derece mahkemesi), kararına ilişkin herhangi bir kanun yolu zikretmeyerek başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararının Yargıtayca onanmasını gerekçe göstermek suretiyle dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesine göndermiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Yargıtay 3. Ceza Dairesine başvurucunun yasama dokunulmazlığından faydalanamayacağı yolunda bir mütalaa vermiş; söz konusu mütalaa başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Yargıtay 3. Ceza Dairesi “Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamasına” şeklinde Türk hukukunda bulunmayan bir karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yönelik itirazını inceleyen ilgili daire ise karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir.

Anayasa Mahkemesi, Anayasa ve kanunlar Anayasa Mahkemesi kararını yerine getirme yükümlülüğü altında olan kamu makamlarına ve somut olayda ilk derece mahkemesine dosyayı farklı bir yargı merciine gönderme yetkisi vermediği gibi herhangi bir yargısal makamı da Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını tartışma konusunda yetkilendirmediğini vurgulamıştır.  kararda, Anayasa Mahkemesi kararının bağlayıcılığı, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenleri kapsadığı gibi ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak merciin belirlenmesini de kapsar. Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmasının reddedilmesi ve hukukun emrettiği yöntemler izlenerek ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmaması Anayasa’nın 153. maddesinin sözüyle açıkça çelişen, anayasa koyucunun iradesine aykırı bir yorum ve uygulama olmuşturduğu belirtilmiştir.

Sonuç olarak ilk derece mahkemesinin yetkisi dâhilindeki bir dosyayı Yargıtaya göndermesiyle başlayan, Yargıtayın da Anayasa hükümlerini gözardı ederek verdiği bir kararla şekillenen süreç Anayasa’nın sözüne açıkça aykırılık oluşturmuş ve neticede başvurucunun bireysel başvuru hakkı, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlaline edildiğine hükmedilmiştir.

MİLLETVEKİLİ ADAYI OLMAK İÇİN İSTİFA EDİLEN KADROYA TEKRAR ATANMAMA NEDENİYLE SEÇİLME HAKKININ İHLAL EDİLMESİ

(Mehmet Demircioğlu [GK], B. No: 2020/35797, 14/9/2023)

Sağlık Bakanlığı bünyesinde bir süre vekâleten bir süre de asaleten daire başkanlığı görevinde bulunan başvurucunun 2011 yılında yürürlüğe giren 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (663 sayılı KHK) uyarınca daire başkanlığı görevi sona ermiş ve başvurucu, şahsa bağlı bakanlık müşavirliği kadrosuna atanmıştır. Ancak başvurucunun özlük hakları bahsi geçen KHK uyarınca fark tazminatı ödenmek suretiyle korunmuştur. Başvurucu, bakanlık müşaviri ünvanı ile genel idare hizmetleri sınıfında görev yapmaktayken milletvekili adayı olabilmek için istifa etmiş, seçimde aday gösterilmemesi üzerine Sağlık Bakanlığına başvurarak eski görevine iadesini talep etmiş ancak mühendis kadrosuna atanmıştır. Başvurucunun göreve geri dönme talebinde bulunduğu tarihten birkaç gün sonra yürürlüğe giren 703 sayılı KHK ile de 663 sayılı KHK ile getirilmiş olan tüm şahsa bağlı müşavirlik kadroları kaldırılmış ancak 703 sayılı KHK hâlihazırda bu kadrolarda bulunanlara birtakım imkânlar tanımıştır. Başvurucunun anılan işlemin iptali ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı özlük haklarının iadesi talebiyle açtığı davada idare mahkemesi, dava konusu işlemi iptal etmiş ve davacının yoksun kaldığı mali ve özlük haklarının ödenmesi gerektiğine hükmetmiştir. İdarenin yaptığı istinaf  başvurusu üzerine bölge idare mahkemesi, söz konusu kararı kaldırmış ve davanın kesin olarak reddine karar vermiştir.

AYM’e göre seçilme hakkını kullanan bir kamu görevlisinin yeterli gerekçeler sunulmadan eski görevinin sağladığı imkânlardan faydalanamamasının seçilme hakkının kullanılmasında caydırıcı bir etki oluşturacağı açıktır. Anayasa Mahkmesi, söz konusu caydırıcı etki nedeniyle seçilme hakkına yapılan müdahalenin başvurucunun ve başvurucu ile benzer koşullarda olan kamu görevlilerinin ülkenin siyasal hayatına katılımını engelleyici bir etkisi olduğu değerlendirimiştir. Sonuç olarak bölge idare mahkemesinin hatalı yorumu nedeniyle kanunilik şartını karşılamayan söz konusu müdahalenin ayrıca demokratik toplumda zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık geldiğinin ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulamadığı ve başvurucunun istifa öncesindeki ve sonrasındaki statüsü kıyas edildiğinde orantılı da olmadığı kanaatine varılmıştır.  Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle seçilme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

1 MAYIS KUTLAMALARINA YAPILAN MÜDAHALELERİN İLGİLİ VE YETERLİ GEREKÇESİ OLMAMASI NEDENİYLE TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞÜ DÜZENLEME HAKKININ İHLAL EDİLMESİ

(Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Disk) ve diğerleri [GK], B. No: 2016/14517, 12/10/2023)

Başvurucular 2014 ve 2015 yıllarında -ayrı ayrı olmak üzere- 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü etkinlikleri kapsamında İstanbul Taksim Meydanı’nda kutlama yapmak istemiştir. Başvurucular, bu amaçla İstanbul Valiliğine (Valilik) hitaben yazdıkları dilekçeler ile Taksim Anıtı’na çelenk ve Kazancı Yokuşu başına karanfil bırakılarak saygı duruşunda bulunulacağı ve kutlama gerçekleştirileceği yönünde bildirimde bulunmuştur. Valilik 2014 ve 2015 yıllarının her ikisinde de kamu düzeni ve güvenliği gerekçesiyle kutlama yapılmasına ilişkin talebi uygun görmemiş, 2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatilleri Hakkında Kanun’un 2. maddesi uyarınca konfederasyonlar ve bağlı sendikalar, siyasi partiler, meslek odaları ile çeşitli sivil toplum kuruluşlarının bayram kutlaması amacıyla Taksim Meydanı’na çelenk bırakabileceğini, basın açıklaması düzenleyebileceğini ve anma etkinliğini sembolik katılımla yapabileceğini belirtmiştir. Başvurucular -kendi beyanlarına göre- 1 Mayıs 2014 ve 1 Mayıs 2015 tarihlerinde Emek ve Dayanışma Günü kutlamalarını İstanbul Taksim Meydanı’nda gerçekleştirmek üzere yürüyüşe geçmiştir. Ancak kortejin önü meydana çıkan yollara konuşlandırılan kolluk güçleri ve toplumsal olaylara müdahale araçlarıyla kesilmiştir. Başvurucular toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmak isteyen birçok kişinin gaz bombası, plastik mermi ve tazyikli su kullanımı nedeniyle yaralandıkları iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunmuştur. Başsavcılık, şikâyet edilen üst düzey kamu görevlileri hakkında 2014 ve 2015 yıllarındaki iki şikâyet için de kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararlara yapılan itirazlar sulh ceza hâkimlikleri tarafından reddedilmiştir.

Başvurulara konu olaylarda gösteri yürüyüşleri henüz başlamadan kolluk güçlerince müdahale edilmiştir. Düzenlenen tutanak ve belgelerde, etkinliklerin bazı faaliyetlerin aksamasına neden olduğu, kamu düzenini bozduğu veya alınan güvenlik önlemlerini zaafa uğrattığı yönünde herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Ayrıca başvuruya konu toplantıların içeriği, şekli, amacı, süresi, katılımcı sayısı, Taksim Meydanı’nda yapılacak bir toplantının gündelik yaşamı aşırı ve katlanılamaz düzeyde zorlaştırıp zorlaştırmayacağı, bu yerde etkinlik yapılmasını mümkün kılacak şekilde bir tedbir alınıp alınamayacağı, sunulacak alternatif mekânın toplanma hakkını etkisiz hâle getirip getirmeyeceği idare ve yargı mercii tarafından değerlendirilmemiştir. Bu doğrultuda mevcut olaylarda idarenin 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılmasını mutlak surette yasaklamasını gerektirecek gerçek bir tehlikenin varlığını açıklamadan ve katılımcıların anılan yerde etkinlik yapabilmeleri için mümkün olan önlemler bulunup bulunmadığını irdelemeden tercih edilen mekânda toplanmayı yasakladığı görülmüştür. Kolluk güçlerinin de yasaklama kararlarına dayanarak anılan hakkın kullanılabilmesine yönelik hiçbir tolerans göstermeden gruplara müdahale ettikleri anlaşılmıştır.

Sonuç olarak 2014 ve 2015 yıllarında 1 Mayıs’ı Taksim Meydanı’nda kutlamak isteyen başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik olarak zor kullanılmak suretiyle dağıtılması şeklindeki müdahalelerin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı ve demokratik bir toplumda gerekli olduğu ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulmamıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

KAMULAŞTIRMA İŞLEMİNİN İPTALİ DAVASININ REDDİ NEDENİYLE MÜLKİYET HAKKININ İHLAL EDİLMESİ

(Hakan Bilal Kutlualp [GK], B. No: 2019/19597, 14/9/2023)

Başvurucunun taşınmazının da içinde bulunduğu alan 1/5.000 ölçekli Hadımköy Sanayi Bölgesi, nâzım imar planında ve 1/1.000 ölçekli Hadımköy Sanayi Bölgesi 1. Etap uygulama imar planında yoğunluklu olarak sanayi alanında kalmaktadır. Anadolu Sanayicileri Toplu İşyeri Yapı Kooperatifinin (ASKOOP) Toplu Konut İdaresi Başkanlığına (TOKİ) yazdığı yazıda başvuru konusu taşınmazın da içinde bulunduğu alanın tüm harcamaları Kooperatif tarafından karşılanmak üzere kamulaştırılması talep edilmiştir. Bu talep üzerine başvuru konusu taşınmazı da kapsayan alanın 1164 sayılı Arsa Üretimi ve Değerlendirilmesi Hakkında Kanun’un 9. maddesine dayanılarak Avrupa Yakası’ndaki sanayi tesislerinin tek bir merkezde toplanmasını sağlamak amacıyla kamulaştırma kararı verilmiştir

ASKOOP’un talebi üzerine alınan kamulaştırma kararı sonrasında TOKİ ve ASKOOP arasında düzenlenen protokolde kamulaştırma işlemleri için ASKOOP’un TOKİ hesabına avans yatıracağı, kamulaştırma bedellerinden, tapu masraflarından, her türlü vergi ve harçlardan ASKOOP’un sorumlu olacağı kararlaştırılmıştır. Ayrıca davaların ASKOOP avukatları tarafından takip edileceği ve kamulaştırma sonrası TOKİ adına tapuya tescil edilen taşınmazların ASKOOP’a devredileceği konularında anlaşmaya varılmış ve başvuru konusu taşınmazı da kapsayan alanın TOKİ adına tescil edilmesinden sonra taşınmazlar ASKOOP’a satılarak devredilmiştir. Kamulaştırma kararı üzerine TOKİ, asliye hukuk mahkemesinde başvurucu aleyhine kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davası açmış; asliye hukuk mahkemesi 7.250.000 TL kamulaştırma bedeli tespit etmiş ve bu bedelin başvurucuya ödenmesi karşılığında taşınmazların TOKİ adına tesciline hükmetmiştir. Yargıtay bu kararı bedelin yüksek belirlendiği gerekçesiyle bozmuştur.

Başvurucunun kamulaştırma işleminin iptali talebiyle TOKİ aleyhine açtığı davada idare mahkemesi yetki yönünden ret kararı vermiştir. Bunun üzerine başvurucu, yetkili idare mahkemesinde kamulaştırma işleminin iptali talebiyle dava açmış; idare mahkemesi ise davanın reddine karar vermiştir.  İdare mahkemesi kararının Danıştay tarafından bozulması sonrası TOKİ karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Danıştay bozma kararını kaldırarak ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir.

Kamulaştırma mahiyeti itibarıyla Anayasa’nın 46. maddesi uyarınca devlet ve kamu tüzel kişilerince kamu yararının gerektirdiği hâllerde yapılabilir. Somut olayda olduğu gibi özel bir kişinin talebiyle ve bütünüyle özel bir kişi adına yürütüldüğü anlaşılan kamulaştırma işlemi mülkten yoksun bırakmayı mümkün kılan kamu yararının varlığını tartışılır hâle getirmektedir. Bu durum, bireylerin kendi taşınmazını imar kuralları çerçevesinde serbest piyasa ortamında dilediği gibi -taşınmazı devretmeme dâhil- tasarruf edebilmeleri imkânının ortadan kaldırılmasına yol açmaktadır. Üstelik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nda kamulaştırma işleminin devlet ve kamu tüzel kişilerince ancak özel kanunlarına dayanılarak gerçek ve özel hukuk tüzel kişileri adına kamulaştırma yapılabileceği belirtilmişken somut olayda ASKOOP lehine böyle bir kamulaştırma yapılabileceğine dair özel bir kanun hükmünün varlığı da ortaya konulamamıştır.

Sonuç olarak TOKİ tarafından kamulaştırma yapılmış gözükse de aslında ASKOOP için yapıldığı anlaşılan söz konusu kamulaştırma işleminin Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen devlet ve kamu tüzel kişilerince kamu yararının gerektirdiği hâllerde kanunla gösterilen esas ve usullere göre kamulaştırma yapılması güvencesine uygun düşmemektedir. Bu bağlamda başvuruya konu kamulaştırma işleminin mülkiyet hakkının korunması yönünden öngörülemez ve keyfî durumlara yol açtığı, müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunmadığı değerlendirilmiştir.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

KÖŞE YAZILARINDAKİ İFADELERLE İFTİRA SUÇUNUN İŞLENDİĞİNE İSTİNADEN HAPİS CEZASINA HÜKMEDİLMESİ NEDENİYLE İFADE VE BASIN ÖZGÜRLÜKLERİNİN İHLAL EDİLMESİ

(Özgür Boğatekin [GK], B. No: 2020/23730, 14/6/2023)

İnternet üzerinden yayın yapan bir gazetede muhabir olan başvurucu, çeşitli tarihlerde gazetede ilçe kaymakamı hakkında köşe yazıları yayımlamıştır. Söz konusu köşe yazıları nedeniyle kaymakam suç duyurusunda bulunmuş ve başvurucu hakkında iftira suçundan dava açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda asliye ceza mahkemesi başvurucunun anılan suçtan hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiş, kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay hükmü onamıştır.

Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen kanunilik ölçütüne ilişkin ilkeler dikkate alındığında kanunda öngörülen normun kapsamına girmediği anlaşılan bir fiilin işlenmesini normun ihlali olarak gören bir yargısal yorumun öngörülebilirlik şartını sağladığı söylenemez. Başvuruya konu yazılar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun dönemin ilçe kaymakamı hakkında idari veya adli bir soruşturma açılmasını hedeflediği ve bu kasıtla hareket ettiği sonucuna varmak aşırı bir yorum olacaktır. Dolayısıyla bir gazeteci olarak başvurucu, kaymakam hakkında bir soruşturma açılmasını değil onun birtakım işlem ve davranışlarının toplum nezdinde sorgulanmasını amaçlamaktadır. Dahası ilk derece mahkemesi; başvurucunun hukuka aykırı fiili işlemediğini bildiği hâlde müştekiye isnat ettiğini de kesin delillere dayalı olarak ve her türlü şüpheden uzak bir biçimde gösterememiştir. Bu bağlamda başvuru konusu müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen kanunilik şartını karşılamadığı sonucuna varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

İŞ SÖZLEŞMESİNİN FESHİ NEDENİYLE ÖZEL HAYATA SAYGI HAKKININ VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İHLAL EDİLMESİ

(Ayhan Deniz ve diğerleri [GK], B. No: 2019/10975, 14/6/2023)

Olayların meydana geldiği tarihte bir şirkette çalışmakta olan başvurucular hakkında sosyal medya paylaşımlarına istinaden inceleme raporları hazırlanmıştır. Bu inceleme raporları sonrasında anılan şirketin Disiplin Kurulunun kararları uyarınca başvurucuların iş sözleşmeleri feshedilmiştir. Başvurucular bu kararlara karşı ayrı ayrı işe iade istemli tespit davaları açmış, iş mahkemesi davaların iş akitlerinin feshinin haklı olduğu gerekçesiyle reddine karar vermiştir. Başvurucuların istinaf talebi üzerine bölge adliye mahkemesi yerel mahkemenin kararlarının-  haklı fesih değil geçerli nedenlere dayalı fesih söz konusu olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerektiğinden bahisle- ortadan kaldırılmasına ve yeniden hüküm kurulmasına karar vermiştir. Anılan kararların temyiz talebi de Yargıtay tarafından reddedilmiş ve hükümlerin onanmasına karar verilmiştir.

söz konusu paylaşımların mesai saatleri içinde ya da iş araçlarıyla yahut işyerinde yapıldığı ve başvurucuların bu sebeplerle iş sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluklarını yerine getiremediği ileri sürülmemiştir. Söz konusu paylaşımların başvurucuların işi, işyeri veya işvereni ile bir ilgisi olduğu da mahkemelerce kabul edilmiş değildir.

Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde başvurucuların söz konusu eylemlerinin 4857 sayılı İş Kanunu’nda yer alan işçinin davranışlarından kaynaklı geçerli sebepler kapsamında değerlendirilmesine yönelik olarak söz konusu mahkemelerin ihtilafa konu içeriklerin niteliklerini ve kullanıldıkları bağlamı, aynı zamanda söz konusu paylaşımların muhtemel etkilerini yeterli derecede ve detaylı bir şekilde incelemedikleri sonucuna varılmıştır. Güncel konularda ve sürmekte olan toplumsal tartışmaları ilgilendiren paylaşımların iş sözleşmesinin feshine gerekçe yapılması karşısında mahkemeler, başvurucular ile işveren arasındaki “güven ilişkisinin koptuğu” ve “paylaşımların iş yerinde olumsuzluğa yol açtığı” kabulüne dair ilgili ve yeterli gerekçeler sunamamıştır. Başvurucuların paylaşımlarının işveren ile aralarındaki güven ilişkisinin kopmasına neden olduğu yönündeki kabulün işverenin tek taraflı beyanına dayandığı ancak paylaşımların sonuçları itibarıyla iş sözleşmesinin sürdürülmesinin işverenden beklenemeyeceği hususunun işveren ve mahkemeler tarafından ortaya konulamadığı anlaşılmıştır.

Bununla birlikte uyuşmazlığı karara bağlayan derece mahkemelerince ifade özgürlüğüne ilişkin Anayasa’da belirtilen güvencelerin gözetildiği özenli bir yargılama yapılmadığı, anayasal güvencelerin korunması açısından devletin yükümlülüklerini yerine getirmediği anlaşılmış; 4857 sayılı Kanun’un 18. maddesinin aşırı bir yoruma tabi tutularak düşünce açıklamalarının ifade özgürlüğünün dolaylı sınırlandırılmasına dayanak yapıldığı sonucuna varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle özel hayata saygı hakkı ile ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

ERİŞİM ENGELLEME KARARININ KANUNİ DAYANAĞININ ANAYASAYA AYKIRI OLDUĞUNA DAİR KARAR

(Artı Media Gmbh [GK], B. No: 2019/40078, 14/9/2023)

Başvurucu, Türkiye’den ve dünyadan haberlerin ve köşe yazılarının yer aldığı Artı Gerçek isimli internet haber sitesinin sahibidir. Anılan sitede 15/10/2019 tarihinde yayımlanan habere istinaden İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna (BTK) başvurarak erişimin engellenmesi talebinde bulunmuştur. BTK, talebin usul ve yasaya uygun olduğunu değerlendirerek 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 8/A maddesi uyarınca erişimin engellenmesine yönelik idari tedbir kararı vermiş ve bu kararı sulh ceza hâkiminin onayına sunulmuştur. Sulh ceza hâkimliği erişimin engellenmesi kararını onaylamış, başvurucunun bu karara itirazı ise reddedilmiştir.

Anayasa Mahkemesi, 5651 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi Ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun”un  “Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi” başlıklı 8/A maddesinin mevcut hâliyle kamusal makamların takdir yetkisini daraltarak keyfî davranışların önüne geçebilecek, ifade özgürlüğü ile demokratik toplumun terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı kendisini korumaya ilişkin meşru hakkı arasında adil bir denge kurulmasını garanti edebilecek temel güvencelere sahip olmadığından ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği ve ihlalin doğrudan kanundan kaynaklandığı sonucuna varılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermiş ve TBMM’ye gerekli yasal düzenlemeleri yapması için bildirimde bulunulmasına karar vermiştir.

ENFLASYON DÜZELTMESİ 2023 (Enflasyon Düzeltmesi Tebliği Taslağına Göre)

Bilindiği üzere, Enflasyon düzeltme kavramı 5024 sayılı kanunla 30.12.2003 tarihinde Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 298. maddesinde değişiklik yapılarak ve Kanuna geçici 25’inci madde eklenerek yasalaşmış ve böylece kavram olarak vergilendirme literatürüne girmiştir.

 

Literatüre girmiş Enflasyon Düzeltmesi Nedir ?

Kanun maddesinde açıklandığı şekli ile 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 298’inci maddesinde enflasyon düzeltmesi; “Parasal olmayan kıymetlerin enflasyon düzeltmesinde dikkate alınacak tutarlarının düzeltme katsayısı ile çarpılması suretiyle, malî tablonun ait olduğu tarihteki satın alma gücü cinsinden hesaplanması” şeklinde tanımlanmıştır.

Enflasyon düzeltmesi düzenlemesini içeren kanun maddesine göre;  Malî tablolarda yer alan parasal olmayan kıymetlerin enflasyon düzeltmesine tâbi tutulacağı,

Kazançlarını bilanço esasına göre tespit eden gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri fiyat endeksindeki artışın, içinde bulunulan dönem dahil son üç hesap döneminde %100’den ve içinde bulunulan hesap döneminde % 10’dan fazla olması halinde malî tablolarını enflasyon düzeltmesine tâbi tutulacağı.

Enflasyon düzeltmesi uygulaması, her iki şartın birlikte gerçekleşmemesi halinde sona ereceği, hüküm altına alınmıştır.

Söz konusu şartlar dahilinde 2003 ve 2004 yıllarında kanun şartları sağlanmış olup söz konusu yıllara ait mali tablolar enflasyon düzeltmesine tabi tutulmuş, ancak 2005 yılının geçici vergi dönemlerinde şartlar oluşmadığından uygulama sona ermiştir.

Bu defa,  Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 298/A maddesi hükmü çerçevesinde, 2021 takvim yılı sonu itibariyle enflasyon düzeltmesi koşulları tekamül etmiş ancak, 20.01.2022 tarih ve 7352 sayılı Vergi Usul Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 29.01.2022 tarihli Resmî Gazetede yayımlanmıştır. 7352 SK Geçici 33. madde ile Enflasyon düzeltmesi 31.12.2023 tarihine kadar ertelenmiştir.

7352 ile yapılan düzenlemeye göre;

 

  • 2021 ve 2022 hesap dönemleri mali tabloları enflasyon düzeltmesine tabi tutulmayacak, (Geçici vergi dönemleri dahil)
  • 2023 hesap dönemi geçici vergi dönemleri mali tabloları enflasyon düzeltmesine tabi tutulmayacak, 
  • 31.12.2023 tarihli mali tabloları, enflasyon düzeltmesi koşullarının oluşup oluşmadığına bakılmaksızın enflasyon düzeltmesine tabi tutulacak, enflasyon düzeltmesinden kaynaklanan kâr/zarar farkı geçmiş yıllar kâr/zarar hesabında gösterilecek, bu şekilde tespit edilen geçmiş yıl kârı vergiye tabi tutulmayacak, geçmiş yıl zararı da zarar olarak kurum kazancının tespitinde dikkate alınmayacaktır.

 

2023 yılı sonu itibari ile Enflasyon düzeltmesi işlemleri, tebliğ taslağında belirlenmiştir. Bu durumda bilanço esasına göre defter tutan şahıs işletmeleri ile tüzel kişi vergi mükelleflerinin bilançolarında yapması zorunlu işlemler şöyle dir;

-Enflasyon düzeltmesi bilanço kalemleri üzerinden yapılacak olup gelir tablosu enflasyon düzeltmesine tabi tutulmayacaktır.

-31.12.2023 mali tablolarında Vergi Usul Kanunu’nun 298. maddesinde belirtildiği üzere parasal olmayan kalemler enflasyon düzeltmesine tabi tutulacaktır.  

-Parasal olan kalemler ise enflasyon düzeltmesine tabi tutulmayacaktır.

-Mali tabloda yer alan kıymetlerden hangilerinin parasal olmayan kıymet olduğunun tespit edilmesi,

-Tespit edilmiş parasal olmayan kıymetlerin enflasyon düzeltmesinde dikkate alınacak tutarlarının bulunması,

-Bulunan bu tutarlara ait oldukları düzeltme katsayılarının uygulanması,

-Parasal olmayan kıymetlerin düzeltilmiş değerleriyle, parasal kıymetlerin ise düzeltmeye tabi tutulmaksızın mali tabloda gösterilmesidir.

 Parasal Olmayan Kıymetler

  • Hisse senetleri,
  • Stoklar,
  • Stoklarla İlgili Olarak Verilen Avanslar,
  • Yıllara Sair İnşaat Giderleri,
  • Gelecek Döneme Ait Giderler,
  • İştirakler,
  • Maddi ve Maddi Olmayan Duran Varlıklar,
  • Mal ve Hizmetlerle İlgili Peşin Tahsil Edilen Avanslar,
  • Yıllara Sari İnşaat Gelirleri,
  • Gelecek Döneme Ait Gelirler,
  • Öz kaynak Kalemleri,

Parasal Kıymetler

  • Hazır Değerler,
  • Menkul Kıymetler,
  • Kısa ve Uzun Vadeli Ticari Alacaklar,
  • Finansal Borçlar,
  • Ticari Borçlar,
  • Borç ve Gider Karşılıkları

 

Kapsam dâhilindeki mükelleflerce;

1) 2023 hesap dönemi sonuna ait bilanço, enflasyon düzeltmesine ilişkin hükümler göz önünde bulundurulmaksızın düzenlenecektir.

2) 2023 hesap dönemi sonuna ait bilanço için geçerli olmak üzere enflasyon düzeltmesi yapılacak ve 2023 hesap dönemine ait vergi matrahı, düzeltme öncesi mali tablolara göre tespit edilen kârlar üzerinden hesaplanacaktır.

3) 2023 hesap dönemi sonunda düzenlenen bilanço her halükarda enflasyon düzeltmesine tabi tutulacaktır.

Bu işlemlerden doğan pasif kalemlere ait enflasyon fark hesapları, herhangi bir suretle başka bir hesaba nakledildiği veya işletmeden çekildiği takdirde, bu işlemlerin yapıldığı dönemlerin kazancı ile ilişkilendirilmeksizin, bu dönemde vergiye tâbi tutulacaktır.

Ancak öz sermaye kalemlerine ait enflasyon farkları düzeltme sonucu oluşan geçmiş yıl zararlarına mahsup edilebilecek veya kurumlar vergisi mükelleflerince sermayeye ilave edilebilecek; bu işlemler kâr dağıtımı sayılmayacaktır.

Enflasyon düzeltmesine tâbi tutulan parasal olmayan kıymetlerin elden çıkarılması halinde, bunlara ilişkin enflasyon düzeltme farkları maliyet olarak dikkate alınacaktır.

Ancak, düzeltme işlemine tabi tutulmuş olan 2023 hesap dönemi sonuna ait bilançoda yer alan parasal olmayan kıymetlerden amortismana tabi olmayan kıymetlerin, düzeltilmiş değerlerinin altında bir bedelle satılması halinde, düzeltme sonrası değerle, düzeltme öncesi değer arasındaki farka isabet eden zarar, gelir veya kurumlar vergisi matrahının tespitinde dikkate alınmayacaktır.

2023 hesap dönemi sonuna ait bilançonun düzeltilmesi sonucu hesaplanan tutarlar, izleyen dönemde enflasyon düzeltmesi yapılıp yapılmayacağına bakılmaksızın, izleyen dönemin başlangıç değerleri olarak dikkate alınacaktır.

Tebliğ taslağına göre özetleyecek olursak;

  • Gelir veya Kurumlar Vergisi mükellefi olan ve bilanço esasına göre defter tutan tüm mükelleflerin (kayıtlarını yabancı para cinsinden tutanlar hariç), herhangi bir aktif büyüklüğü, satış cirosu gibi temel işletme büyüklükleri dikkate alınmaksızın Enflasyon düzeltmesi kapsamındadır.
  • Mali tablolardan sadece BİLANÇO enflasyon düzeltmesine tabi tutulacaktır.
  • Bilançoda da PARASAL OLMAYAN kıymetler enflasyon düzeltmesine tabi tutulacak olup, PARASAL OLAN kıymetler ise enflasyon düzeltmesine tabi tutulamayacaktır.
  • 2023 yılı Gelir ve Kurumlar Vergisi beyannameleri, Enflasyon düzeltmesi öncesi bilançolara göre beyan edilecektir. 12.2023 tarihli Bilançonun enflasyon düzeltmesine tabi tutulması ile oluşan enflasyon fark hesaplarının tutarına göre hesaplanacak Kar veya Zarar tutarının vergiye tabi olmayacaktır.
  • 2024 yılı geçici vergi dönemleri sonu ve hesap dönemi sonu (31.12.2024) bilançolarının enflasyon düzeltmesine tabi tutulacak ve enflasyon düzeltmesi sonucu oluşan kar veya zararın vergiye tabi kazancın tespitinde dikkate alınacaktır. Diğer bir ifade ile 2024 yılında Enflasyon düzeltmesi sonucu oluşan karlar vergiye tutulacaktır.
  • Stok kalemleri için toplulaştırılmış yöntemlerin kullanılmasına imkân verilmesine rağmen duran varlık ve diğer parasal olmayan kıymetler için ise toplulaştırılmış herhangi bir yönteme yer verilmeyecektir.  
  • Düzeltmeye tabi tutulacak parasal olmayan varlık kalemlerinin maliyetine dahil edilmiş olan faiz, kur farkı gibi finansman maliyeti unsurlarının, enflasyona tekabül eden kısmının (reel olmayan finansman maliyeti olarak ifade edilmekte) düzeltme işlemine tabi tutulamayacak, (sadece stoklar için toplulaştırılmış yöntem seçilmesi hali hariç) ve bu nedenle parasal varlık kaleminin düzeltilmesi sırasında düzeltmeye esas tutardan indirilecektir.
  • İşletme hesabı esasında defter tutan mükellefler ile serbest meslek erbaplarının da amortismana tabi iktisadi kıymetlerini enflasyon düzeltmesine tabi tutulmuş değerler üzerinden amortisman ayrılabilecektir.
  • Enflasyon düzeltmesine tabi tutulan amortismana tabi iktisadi kıymetlerin enflasyon farklarının bilanço usulünde defter tutan mükellefler için, bu iktisadi kıymetlerin elde çıkarılması halinde maliyet olarak kabul edilecektir, ancak satış sırasında bu farkların zarara yol açamayacaktır. (enflasyon farkları nedeniyle oluşan zararın zarar olarak kabul edilmeyecektir.)

            Tebliğ taslağında, bütün detaylara yer verilmiş olmakla birlikte, tebliğin kesinleşmemiş olması karşısında bilgilendirme amaçlı temel esaslara yer vermek durumda kalınmıştır. Tebliğin yürürlüğe girmesine müteakip tüm detayları ayrı yazı konusu olarak ele alınacaktır.

 

Hüseyin CANPOLAT

Vergi Uzmanı

 

 

PAYLI MÜLKİYETLİ TAŞINMAZLARDA KİRALAMA SORUNLARI

Mülkiyet Hakkının İçeriği

 Mülkiyet hakkı Medeni Kanunda şu şekilde düzenlenmiştir; Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahip olma ile tanımlanmıştır.(TMK m.683)

Kural bu olmak ile birlikte paylı mülkiyetlerde maliklere bir kısım yükümlülükler de getirilmiştir. Mülkiyet hakkının içeriğinde, dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi tanımlanmış ise de aşağıda belirteceğimiz üzere bazı durumlarda kısıtlama ve yükümlülükler getirilmiştir.

Bu yükümlülük ve kısıtlamalar diğer maliklerin mülkiyet haklarına saygı göstermek çerçevesinde olup mülkiyetinin hakkaniyete uygun kullanımının gerekliliklerindendir. Dilediği gibi mülkiyette tasarruf hakkına sahip malik, bu hakkını hukuk düzeninin sınırları içinde kullanabilir. Madde metninden anlaşıldığı üzere mülkiyet hakkı hukuk düzeninin koyduğu sınırlar ile kısıtlanabilmektedir.

Mülkiyete Konu Taşınmazlar

Taşınmaz mülkiyetinin konusu ise Medeni Kanun’da; ‘’… Arazi, tapu kütüğünde ayrı sayfaya kaydedilen bağımsız ve sürekli haklar, kat mülkiyeti kütüğüne kayıtlı bağımsız bölümler.’’  olarak düzenlenmiştir.(TMK m.704)

Kanun maddesinde sayılan bu taşınmazlarından;

Arazi: Ekim yapılan taşınmazlardır.

Sürekli Haklar: Taşınmazların tapu sicil defterine işlenmiş ve malik haricindeki kişilerin yararına hak oluşturan mülkiyet haklarıdır. Bu haklar mirasçılara da geçer.

Bağımsız Bölümler: Taşınmazlar üzerindeki yapılar veya bu yapıların bağımsız bölümleridir. Bu yapılan Kat Mülkiyeti Kanununa tabidirler.

 Paylı Mülkiyet Nedir?

 Paylı Mülkiyet, Medeni Kanunun 688. Maddesinde; ‘’Paylı mülkiyette birden çok kimse, maddi olarak bölünmüş olmayan bir şeyin tamamına belli paylarla maliktir.’’ şeklinde tanımlanmıştır. Aynı maddenin devamında bu paydaşların hem hak sahibi oldukları hem de yükümlülükleri olduğu belirtilmiştir.

Kanun maddesinde sayılan bu taşınmazlardan çoğunluk ile davaya konu olanlar miras yolu ile edinilen taşınmazlardır. Miras intikali neticesinde elbirliği mülkiyete konu olan taşınmazlar bireysel işlem yapmak ve tasarruf edebilmek için paylı mülkiyete dönüştürülmesi gerekmektedir. Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır. Yani tüm iştirak payları belli olmaksızın taşınmazın tamamı üzerinde hak sahibi iken paylı mülkiyette taşınmazın tamamına belli paylar ile maliktir. Paylı mülkiyette konu bu taşınmazlarda mirasçılar arasında uyuşmazlıklar sahip oldukları bu paylardaki taşınmazların tasarrufuna da yansıdığı için dava konusu olmaktadırlar.

Paylı Mülkiyette Kira Sözleşmesinin Geçerliliği

Paylı mülkiyette kiraya verme ile ilgili yükümlülüklerin düzenlendiği Medeni Kanunun 691. maddesinde ise paylı mülkiyet halinde kira sözleşmelerinin yapılması veya feshi gibi önemli işleri pay ve paydaş çoğunluğunun kararına bağlamıştır. Yani paydaşlardan biri tek başına kira sözleşmesi yapamaz veya sözleşmeyi feshedemez.  Çifte çoğunluk birlikte sağlanmadan yani hem pay hem de paydaş çoğunluğu kararı olmadan yapılan kira sözleşmesi geçersiz bir sözleşmedir. Aynı durumda şartları sağlanarak yapılan bir kira sözleşmesinin feshi de pay ve paydaş çoğunluk şartının sağlanması halinde mümkündür.

Maddenin son fıkrasında ise; “Pay ve paydaşların eşitliği halinde hâkim, paydaşlardan birinin istemi üzerine bütün paydaşların menfaatini gözeterek hakkaniyete uygun bir karar verir; gerekli gördüğü işlerin yapılması için paydaşlar arasından veya dışarıdan bir kayyım atayabilir” demek suretiyle ile takdir yetkisi hâkime verilmiştir.

Yargıtay’ın yerleşik kararlarında, çifte çoğunlukla yani pay ve paydaş çoğunluk kararına dayanmayan kira sözleşmelerinin “geçersiz” olarak nitelendiği sıkça görülmektedir.
06.05.1955 tarih ve 12/18 nolu İçtihadı Birleştirme Kararı ve TMK 691. maddesi uyarınca pay ve paydaş çoğunluğu sağlanmadan yapılan kira sözleşmesi geçerli değildir. (Yargıtay 1.HD-K.2015/8463)
Kiralanan taşınmazın paylı mülkiyete konu olması halinde TMK 691. maddesi gereğince ihtarın pay ve paydaş çoğunluğu tarafından keşide edilmesi ve davanın da pay ve paydaş çoğunluğunca açılması gerekir. (Yargıtay 6. HD-K.2013/14562)
Müşterek mülkiyetle “önemli yönetim işleri”nin nitelikli çoğunluğun (pay ve paydaş çoğunluğu) vereceği karar ile yapılması gerekir. Paylı taşınmazın kiraya verilmesi ve sözleşmenin uzatılması önemli yönetim işlerindendir. Çoğunluk sözleşmenin yapıldığı anda sağlanabileceği gibi sözleşmeden sonra diğer paydaşların yapılan sözleşmeyi benimsemesi ile de sağlanabilir. (Yargıtay 6. HD-K.2014/6923) 

Ayrıca kira sözleşmeleri kural olarak herhangi bir şekil şartına bağlı değildir. Öyle ki; “özel yasa hükümleri saklı kalmak koşuluyla, gerek taşınır gerekse taşınmaz mallara ilişkin kira sözleşmelerinin geçerli olması hiçbir biçim koşuluna bağlı değildir. Kira sözleşmeleri yazılı veya sözlü yapılabileceği gibi zımni (üstü kapalı) olarak da vücuda getirilebilir. Yeter ki taraflar kira sözleşmesinin esaslı unsurlarında anlaşmış olsunlar. Nitekim bu kural l8.3.l942 tarih 37/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararı’nda açıkça vurgulanmıştır.”(Yargıtay 1. HD-K. 2016/3060)

Paylı Mülkiyet Kiralamasında Yaygın Sorunlar

Paylı mülkiyetin kiralanmasında davaya dönüşen uyuşmazlıkların başında taşınmazın paydaşlardan habersiz üçüncü şahıslara kiralanması gelmektedir. Bu durumda genellikle kira bedelini sadece kiraya veren paydaş almaktadır.

Yukarıda değindiğimiz gibi bu tür uyuşmazlıkların başında, miras yoluyla paydaş olunan taşınmazlardan daha önce kim yararlanıyor ise o paydaşın yararlanmaya devam etmesi durumu gelmektedir. Paylı mülkiyeti miras yolu ile edinen mirasçılardan birinin diğer mirasçılara haber vermeksizin paylı taşınmazı kiraya vermesi, paydaşlardan birinin aldığı kira bedelini bilahare paydaşlara vereceğini söylemesi veya taşınmaz resmiyette her ne kadar muris adına kayıt edilmişse de gerçekte taşınmazın hepsinin kendisine ait olduğu iddiasıyla tek başına kiraya vermesi gelmektedir.

Ortaya çıkan bu sorunun çözümü için kira bedeli alamayan diğer paydaşlar aşağıda belirttiğimiz üzere üç şekilde hareket edebilirler:

Birincisi; Kira sözleşmesinin geçersizliğine dayanarak taşınmazın tahliyesi yoluna gidebilirler.

İkincisi; Mevcut kira sözleşmesine onay verip kiracıdan, bundan sonra kira bedelinin kendi paylarına düşen kısmı kadarı olmak üzere kendilerine ödenmesini talep edebilirler. Bu durumda sözleşmenin geçerliliği konusunda pay ve paydaş çoğunluğunun sağlanması hususunu unutmamalıdır.

Üçüncüsü; Yukarıdaki her iki şıkka ek olarak kiraya veren paydaştan daha önce tahsil ettiği kira bedelinden kendi payına düşen bedelini vekâletsiz iş görme kapsamında talep edebilirler.

Bir diğer uyuşmazlık ise paylı mülkiyetin söz konusu olduğu taşınmazın paydaşlardan biri tarafından bedelsiz olarak kullanılması durumudur. Paydaş taşınmazı izinsiz olarak kullanmakta ve diğer paydaşlara herhangi bir kullanım bedeli ödenmemektedir. Bu durum karşısında bedel talebi için öncelik ile intifadan men şartının yerine getirilmesi gerekir. Yani izinsiz ve bedelsiz kullanan paydaşa ihtar çekilerek taşınmazın izinsiz kullanılmaması ve kullanılmaya devam edilmesi halinde haksız işgal nedeniyle tazminat talep edeceğini ihtar etmelidir.

Haksız işgal Nedeni ile Ecri misil  ve Kira Bedeli

Yukarıda sayılan tazmin şekillerinin hukuki niteliğinin ne olduğu yani haksız işgal nedeni ile ecri misil tazminatı mı yoksa tahsil edilmeyen kira bedeli alacağı mı olduğu doktrin ve içtihatlarda tartışma konusu olmuştur.

Bu konuda güncel Yargıtay içeri şu şekildedir:

“Bilindiği üzere, gerek öğretide ve gerekse yargısal uygulamalarda ifade edildiği gibi ecri misil, diğer bir deyişle haksız işgal tazminatı, zilyet olmayan malikin, malik olmayan kötü niyetli zilyetten isteyebileceği bir tazminat olup, 08.03.1950 tarih 22/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; fuzuli işgalin tarafların karşılıklı birbirine uygun iradeleri ile kurduğu kira sözleşmesine benzetilemeyeceği, niteliği itibarı ile haksız bir eylem sayılması gerektiği, haksız işgal nedeniyle oluşan zararın tazmin edilmesi gerekeceği vurgulanmıştır.

Öte yandan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 691. maddesi ve 06.05.1955 tarihli 12/18 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere, kiraya verme önemli işlerden olup paylı mülkiyete tabi taşınmazlarda pay ve paydaş çoğunluğu sağlanarak yapılan kira sözleşmeleri geçerlidir.

Somut olayda dava konusu bağımsız bölümlerin pay-paydaş çoğunluğu sağlanarak davalı paydaşlar … … tarafından diğer davalılara kiraya verildiği hem paydaş davalıların hem de diğer davalıların ve esasen dava dilekçesindeki içeriğe göre davacının da kabulündedir.

O halde, davacının ecri misil değil tahsil edilen kira bedelinden payına isabet eden kira bedelini isteyebileceği, müstakil malik olduğu 3 nolu bağımsız bölüm yönünden ise kira hükümlerine göre işlem yapabileceği açıktır.1. HD., E. 2016/4183 K. 2017/7217 T. 7.12.2017

Görüldüğü üzere kira sözleşmesinin geçerli olduğu durumlarda kira sözleşmesinin tarafı olmayan paydaş ecri misil değil tahsil edilen kira bedelini talep edebilecektir. Kira sözleşmenin geçerli olmadığı hallerde ise haksız işgal nedeni ile ecri misil tazminatı talep edebilecektir.

Yetkili ve Görevli Mahkeme

Yukarıdaki uyuşmazlıklarda yetkili ve görevli mahkeme uyuşmazlığın durumuna göre değişmektedir.

Kira sözleşmesinin hiç ya da geçerli olmadığı durumlarda yani ecri misil talebine yönelik açılacak davalarda yetkili ve görevli mahkeme taşınmazın bulunduğu yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesidir.

Kiracıya karşı kira bedeli alacağın talebi için kiralanan taşınmazın bulunduğu Sulh Hukuk Mahkemesi yetkilidir.

Paydaşa karşı açılacak kira bedellerini tahsili davası genel alacak davası olduğu için davalının ikametgahın olduğu Asliye Hukuk Mahkemeleridir

Açılacak davaların özelliğine göre görev ve yetki hususu değişebileceğinden davanın doğru yerde ve mahkemede açılmasına dikkat etmek gerekmektedir. Aksi halde emek ve zaman boşa harcanmış olacağı gibi maddi külfeti de doğabilmektedir.

Yargılama Giderleri

Yukarıda belirttiğimiz uyuşmazlıklarda harçlar nispi hesaplanmaktadır. Bu durumda dava değeri önem arz etmektedir. Ecri misil hariç açılacak bu davalarda dava değeri belirlenebilecek bir rakam olduğundan dava kısmi olarak açılabilir. Ecri misil davalarında ise alacak belirlenemediğinden belirsiz alacak davası olarak açılabilir.

Av. Mehmet Rauf ÇİÇEK

Av. Erhan Çiftçi