Hukuk & Danışmanlık Hizmetleri
Yerel ve uluslararası alanda bilgili ve
tecrübeli ekibimizle hizmet sunmaktayız.

Tasman (Maden Çöküntüsü) Zararın Tazmini Devletin Pozitif Yükümlülüklerindendir

Ana sayfa Tasman (Maden Çöküntüsü) Zararın Tazmini Devletin Pozitif Yükümlülüklerindendir

28 Ocak 2021’de Resmî Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi’nin 29.12.2020 tarihli kararına ilişkin incelememiz.

2017/34596 sayılı başvuruda, başvurucu Sabri Uhrağ, madencilik faaliyetlerine bağlı olarak tasman etkisi sonucu taşınmazının zarar görmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ve ancak 3303 sayılı Kanun’un 3. Maddesi nedeniyle uğradığı zararın giderilmesi için etkili başvuru yollarının bulunmadığını iddia etmiştir.

Başvuruya konu olay ve olgular:

Başvurucu, Zonguldak’ta 1975 yılında yapılmış iki katlı yığma kargir niteliğinde bir taşınmazın sahibidir. Kadastroyo işlemlerin sonucunda iki katlı kargir ev ve bahçesi 24.12.2012 yılında başvurucu adına tapuya tescil edilmiştir. Söz konusu alan Belediye’nin imar ıslah planında ayrık nizamda “üç katlı konut yapılaşması alanı” olarak gösterilmekte ve başvurucunun taşınmazı da bu plana uygun düşmektedir.

Başvurucu taşınmazının; Türkiye Taşkömürü Kurumu ile rödövans (maden hasılatı/kira) işletmecisi olarak faaliyet gösteren Demir Mad. Pet. Ür. İnş. Tur. Nak. San. Tic. AŞ.’nin kusurlu kömür üretim faaliyetleri sonucunda yer zemininde oluşan çökmeler nedeniyle tasman zarara uğradığını iddia etmiştir.

Tasman; yer altındaki maden ocaklarından kömür çıkarılması sonucu oluşan boşlukların zamanla yer üstünde çöküntüler meydana getirmesi ve yapıların hasar görmesi olarak tanımlanmaktadır.

Başvurucu uğradığı tasman zararını tazmin edebilmek için madencilik faaliyetini gören iki kurum aleyhine 10.08.2011 tarihinde Zonguldak 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açmıştır. Dava sırasında yapılan keşif sonucu düzenlenen teknik bilirkişi raporunda taşınmazın tamamen kullanılamaz durumda olduğu ve hasarın %85’inin kömür üretiminden doğan tasman etkisiyle oluştuğu, bina değerinin 34.454 TL olduğu ve taşınmazın 3303 sayılı Kanun kapsamında kaldığı belirtilmiştir.

Mahkeme 228.11.2013 tarihinde 3303 sayılı Taşkömürü Havzasındaki Taşınmaz Malların İktisabına Dair Kanun’un 3. Maddesi uyarınca davanın reddine karar vermiştir. Söz konusu madde şu şekildedir:

“Bu Kanuna göre tespit ve tescil edilen taşınmaz malların sahipleri; madenler üzerinde herhangi bir hak iddia edemezler, işletme ve arama hakları yoktur, maden işletmeciliği sebebiyle meydana gelen zararlardan dolayı bir hak ve tazminat talep edemezler.

Madenleri işleten kurum veya tahsis sahiplerinin arama ve işletme hakları aynen devam eder, iş ve emniyet sahaları ile bu sahaların uzantısı içinde mevcut her türlü yeraltı ve yerüstü tesisleri aynen muhafaza edilir. Bu Kanuna göre tespit ve tescil edilen taşınmaz malların sahipleri, mülkiyet hakkına dayanarak bu konularda bir hak ve tazminat iddiasında bulunamazlar.”

Başvurucu söz konusu mahkeme kararını temyiz etmişse de karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından 28.11.2016 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de yine aynı Daire tarafından 15.06.2017 tarihinde reddedilmiştir

Anayasa Mahkemesinin İncelemesi:

Somut olayda söz konusu taşınmazın başvurucu adına tapuya tescil edilmiş olduğu ve dolayısıyla üzerinde başvurucunun Anayasa’nın 35. Maddesi anlamında bir mülkiyet hakkının bulunduğu açıktır.

Başvurucunun mülkiyet hakkına ilişkin olarak etkili başvuru hakkının elinden alınmış olduğu iddiasının; hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya elverişli idari ve yargısal yollara başvurabilmesinin mümkün olup olmadığı açısından incelenmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra şikayetlerin esasının incelenmesine imkan sağlayan ve gerektiğinde uygun bir telafi yöntemi sunan pratikte etkili hukuk yollarının varlığının olup olmadığı da incelenmelidir.

Anayasa Mahkemesi, karşılaştırmalı hukukta ve uluslararası hukukta tasman zararının devlet tarafından karşılanması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM Dimitar Yordanov/Bulgaristan (B. No:3401/09, 6.9.2018) kararında madencilik faaliyetinden kaynaklanan zararların devlet tarafında karşılanması gerektiği belirtilmiştir.

Anayasa’nın “Tabii servetlerin ve kaynakların aranması ve işletilmesi” başlıklı 168. Maddesine göre devlet, kendi hüküm ve tasarrufu altında olan madenleri kendisi arayıp işletebileceği gibi bu hakkı uyulması gereken şartları belirleyip kişinin faaliyetlerini gözetim ve denetim altında tutmak şartıyla, başka kişilere devredebilecektir.

Öte yandan Anayasa’nın “Sağlık Hizmetleri ve Çevrenin Korunması” başlıklı 56. Maddesinde “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” şeklinde düzenlenmiştir. Buna dayalı olarak devletin görevlerinden biri de devlet izniyle yürütülen madencilik faaliyetleri sırasında tasman etkisiyle çevrenin zarar görmemesi için gerekli tedbirleri almaktır. Anayasa, Devlete madencilik faaliyetlerinin yerleşim yerlerinin altında ya da yakınında yapılması sonucu kişilerin hayatına, sağlığına ve başta taşınmazlarına olmak üzere mallarına gelen zararlardan koruma konusunda devlete pozitif yükümlülükler yüklemektedir.

1986 tarihinde çıkarılan 3303 sayılı Kanun ile, Osmanlı Hukukunda Havza-i Fahmiye denen ve Cumhuriyet döneminde Bakanlar Kurulu kararıyla genişletilen havza içindeki taşınmazların zilyetleri adın tesciline imkân sağlanmış ancak aynı Kanun’un 3. Maddesiyle bu taşınmazların maliklerinin maden işletmeciliği sebebiyle zarara uğramaları durumunda herhangi bir hak ve tazminat talep edemeyeceklerini hüküm altına alınmıştır. Buna gerekçe olarak da Anayasa’nın 166. Maddesi işaret edilerek, devletin hüküm ve tasarrufu altında olan madenlerin bulunduğu havza üzerinde bireylere mülkiyet hakkı tanımak suretiyle devletin “fedakarlık” gösterdiği ve kişilerin zilyetlerindeki taşınmazlara malik olmalarını imkân vererek onların mağduriyetlerini giderdiği kabul edilmiştir. Bu nedenle madencilik faaliyetleri sonucu doğacak zararları nedeniyle kişilerin herhangi bir hak talep etmelerinin hakkaniyete uygun olmayacağı söylenmiştir. Bunun sonucu olarak uygulamada, havza içindeki taşınmazların maliklerinin uğradığı zararlar, kamu makamları ve işletme haklarını devralan üçüncü kişiler tarafından karşılanmamakta ve bunlar aleyhine dava açılması durumunda davalar işin esasına girilmeksizin reddedilmektedir.

Ancak somut başvuruya ilişkin verilen kararda geçtiği üzere “devletin fiili durumdan kaynaklanan sorunları çözmek amacıyla taş kömürü madeninin bulunduğu havzadaki kamu malı niteliğindeki taşınmazlar üzerinde bireylere mülkiyet hakkı tanıyarak onlara menfaat temin etmesi, onun aynı bireylere karşı Anayasa’nın 5. ve 35. Maddelerinden kaynaklanan mülkiyet hakkından etkili bir şekilde yararlanmalarını temin için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır.” Bu nedenle havzada yapılaşmaya engel olmayan Devletin, sırf kişilere menfaat temin etmesi nedeniyle kendi anayasal görevlerini, pozitif yükümlülüklerini yerine getirmemesi hukuka uygun düşmemektedir.

Bu nedenle başvurucunun davasının, sadece 3303 sayılı Kanun’un 3. Maddesi gereğince esası incelenmeksizin reddedilmesi, başvurucunun etkili başvuru hakkının ihlali niteliğindedir. Öte yandan başvurucu zararının hem Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun hem de özel şirketin kusurlarından dolayı meydana geldiğini ileri sürmüştür. Ancak 3303 sayılı Kanun’un 3. Maddesi herhangi bir kusurlu-kusursuz sorumluluk ayrımı yapmaksızın hiçbir tazminat davasının açılamayacağını düzenlemesine dayanarak ne ilk derece mahkemesi ne de Yargıtay Dairesi herhangi bir kusur incelemesi yapmıştır. Sonuç olarak bu hüküm nedeniyle başvurucunun, Anayasa tarafından güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile etkili başvuru hakkı ihlal edilmiştir.

Yeniden yargılamanın somut mağduriyeti giderip giderememesi konusunda ise Anayasa Mahkemesi, ilgili kanun hükmü halen daha yürürlükte olduğu için yeniden yargılamanın uygun bir yol olmayacağına karar vermiş, ihlalin giderilip benzer yeni ihlallerin önüne geçilebilmesi için kanun hükmünün gözden geçirilmesi meselesini yasama organının takdirine bırakmıştır. Söz konusu hükmün gözden geçirilerek düzenlenmesi, büyük riskler içeren madencilik faaliyetleri nedeniyle bir zararın oluşması durumunda hiçbir şekilde tazminat talep edilememesini engellemektedir.

Başvurucunun somut mağduriyeti kapsamında eski hale getirme kuralı çerçevesinde varsa maddi ve manevi zararlar, bunların giderilmesi gerekmektedir. Mağduriyete yol açan yasal düzenleme, değiştirilmek üzere TBMM’ye bildirilecektir. Başvurucunun bu değişikliğin yapılmasını beklemesi gerekmektedir. Ancak makul bir süre içinde yeni bir düzenleme yapılmazsa başvurucu Anayasa Mahkemesi’nden maddi ve manevi zararlarını ayrıca talep edebilecektir.

Başvuruya İlişkin Verilen Hüküm:

Anayasa Mahkemesi; Anayasa’nın 35.maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 40.maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine, başta 3303 sayılı Kanunu somut ihlale yol açan hükümlerinin tekrar düzenlenmesi için TBMM’ye bildirilmesine, başvurucunun tazminat talebinin reddi ile yargılama giderlerinin kendisine ödenmesine oybirliğiyle karar vermiştir.

Stj. Av. Ebrar Büyükgüçlü